1421 Yıl Sonra
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Pazar
Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretinin 1421’inci yılına girdik. Asr-ı Saadet’ten çok uzaktayız. Kitabullah Kur’ân-ı Kerim elimizde bozulmamış, tahrife uğramamış şekilde duruyor. Onbinlerce sahih ve sağlam hadîs de kitaplarda yazılı. Bizden önce yaşamış büyükler, İslâm’ı güzelce anlatan ve öğreten nice kitap yazıp bize bırakmışlar. Lâkin Müslümanlık âlemi bazı önemli ilkeleri yitirmiş, hayatî değerlerden uzak kalmış. Biz ilk Müslümanları görseydik, onlara deli derdik; onlar bizi görseydiler, Müslüman demezlerdi.
Ashabın büyüklerinden Enes Radiyallahu Anh Hazretleri, âhir ömründe Emeviler zamanında Şam’da yaşarken ağlarmış ve “İslâm’dan bir namaz kaldı, o da ism ve resm olarak” dermiş. Biz büyük ölçüde namazı da yitirmiş bulunuyoruz; ismi ve resmi bile kalmadı. Vakit namazlarında camilere gidiniz orada birtakım gariban Müslümanlar göreceksiniz. Okumuş, kerli ferli, kodaman, yüksek tabaka, zengin, makamlı mevkili, güzel giyimli Müslümanlar namaza, cemaate önem vermiyorlar.
İslâm sadece basit ve dar mânâda bir din değil, aynı zamanda bir medeniyet, bir hayat nizamıdır. Bu din ve nizam yüksek ve üstün bir eğitimle, karşıtlarınkinden daha güçlü üniversitelerle, köklü bir şehir medeniyet ve kültürüyle yükseltilir. Bizde bunlar yok.
İmam Şafiî Hazretleri, “Farz-ı muhal Kur’ân kaybolsa da elimizde sadece Asr sûresi kalmış bile olsa, bu sûre bizim kurtuluşumuza ve ebedî saadetimizi sağlamaya yeter” buyurmuş. Şimdi bizim elimizde Kur’ân’ın tamamı var, en güvenilir hadîs kitapları var, önceki büyüklerin tasnif ve telif etmiş olduğu yüzbinlerce din kitabı var ve buna rağmen zillet, esaret, zulüm altında sürünüyoruz. Kalplerimizde maraz olmasa bu hale düşmezdik.
Ehlullahın ulularından Şiblî Hazretleri şöyle diyor: “Dört bin hadîs okudum, inceledim. Sonra bunlardan dördünü seçtim ki, bu dört hadîs kurtuluşuma yeterdi” diyor. Bizim bazılarımız binlerce hadîs okuyor ve belliyor da yine halinde bir salâh görülmüyor.
Peygamber, âhir zamanda Müslümanların güçsüz ve tesirsiz kalacaklarını haber verince ashabtan biri sormuş, “O devirde çok az Müslüman kalacak da bu yüzden mi güçsüz hale gelecekler?” “Hayır, demiş, sayıları çok olacak ama sel suyunun akıp gittikten sonra bıraktığı köpük gibi olacaklar.”
Müslümanlar niçin bu hallere giriftar oldu?
Bir kere paraya, maddeye, lükse, konfora, keyfe, rahata düştüler. Bunlar tarih boyunca büyük imparatorlukları bile çökertmiştir.
Sonra, parçalandılar, tezebzübe uğradılar, birbirleriyle çekişmeye başladılar. Kur’ân bize “Allah’ın ipine (Kur’ân’a, Şeriat’a) sımsıkı sarılın, sakın parçalanıp ayrılmayın. Parçalanırsanız gücünüz ve devletiniz elden gider” uyarısında bulunuyor. Biz ise bin parçaya ayrılmışız.
Dinimiz bize ilmi, öğrenmeyi, kültürü, irfanı emrediyor. Biz ise câhillikte diretiyoruz. Sadece din ilimleriyle iş biter mi? Ne kadar faydalı ilim varsa hepsini öğrenmemiz gerekir. Hadîste “İlim Çin’de bile olsa arayınız” buyurulmuş. Çin’deki ilim herhalde din ilmi olmasa gerek.
Kendilerini çok dindar, çok iyi Müslüman sanan bazıları yüzeyde, kışırda, zâhirde kalmıştır. İşin bir de bâtın tarafı vardır. Ledün ilmine sahip olmadan iyi ve kâmil Müslüman olmak ne mümkün. Kemal taçta, hırkada, sakalda, sarıkta, şalvarda, cübbede değil; ilimde, takvada, verada, mürüvvette, ihlâsta, istikamette, ahlâkî faziletlerdedir.
Sürüler çobanlarına tâbidir. Şu zamanda ne kadar çok çoban var. Ümmet bin parçaya ayrılmış, ortaya bir sürü çoban çıkmış. Bazı İslâm çobanlarına bakıyorsunuz, yaşayışları eski Nemrud’ların, Friavun’ların, Neron’larınki gibi. İhtişam, şaşaa, debdebe, tantana, lüks, gösteriş içinde yüzüyorlar. Gurur ve kibir heykelleri gibiler. Mutlak saltanatları var. Tenkit ve uyarı istemezler, kesin itaat isterler. Parasız ve alkışsız yapamazlar. Sarayları vardır, çok pahalı ve çok lüks binitlerle gezerler, sofraları bir âlemdir. Bu adamlar, peşlerine takılan Müslümanları Allah’ın Resûlü’nün yoluna mı götürürler yoksa tağutî vâdilere mi sokarlar?
Bazı Müslümanlar şirkle, küfürle, isyanla, tuğyanla, günahla ne kadar içiçe yaşıyor. Küfür düzeninin önlerine attığı yağlı kemikleri iştahla nasıl kemiriyorlar.
Çoban kepeneğine bürünmüş kurtlar din rantı yiyor, din rantı yerken, biz İslâm’a hizmet ediyoruz, Müslümanları kurtaracağız diyorlar. Vah vah, hizmet ve kurtuluş bu münafıklara mı kaldı?
Kâfirler bir yandan, münafıklar ve fâcirler öte yandan Müslümanları birbirlerine düşman ettiler. Şucular, bucular, ocular, filancalar, falancalar birbirlerine ateş püskürüyor.
Peygamber, “Komşusu aç yatarken kendisi tok olan bizden değildir” demiş. Bizim toklarımız şimdi aç Müslümanlarla pek ilgilenmiyor.
Yine Peygamber, “Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize şefkat beslemeyen bizden değildir” buyurmuş. Şimdi meşreb ayrılıkları yüzünden nice küçük büyüklere saygı göstermiyor, nice büyük de küçüklere şefkatle yaklaşmıyor.
Resûlullah, “Birbirinizi sevmedikçe hakkıyla mü’min olamazsınız” meâlinde bir düstur koymuş Buna aldırıyor muyuz? Nicemizin gözünü hizip ve fırka taassubu bürümüş, bizim tercihimizi kabul etmeyen, bizim görüşümüzü paylaşmayan mü’minlere düşman muamelesi yapıyoruz.
“Onların dinleri paralarıdır, kıbleleri ise karılardır” demiş Fahr-i Kâinat. Bunlar kimlerdir?
Allah Habercisi, “Emaneti ehline vermeyen kimse, Muhammed’in getirdiği dine hıyanet etmiştir” diyor. Bu hâinler kimlerdir?
Bütün suçu din düşmanlarına, fâsık ve fâcirlere, harbî kâfirlere yüklüyoruz. Asıl suçluyu görmek için niçin aynalara bakmıyoruz?
Azamet ve kibriya Allahü Teâlâ’ya mahsustur. Peki birtakım dinci kişiler, İslâmcılar niçin bu kadar azametli ve kibirliler?
Peygamber, “Bir gün gelecek, kişi dinini korumak için vahşî hayvan gibi dağdan dağa kaçacak” buyurmuş. O gün geldi mi? 17 Nisan 2000