Perşembe1999 büyük zelzelesinden sonra uzmanlarımız ve büyüklerimiz “Depreme alışmamız lazımdır, depremle birlikte yaşamasını öğrenmeliyiz” meâlinde boş lâflar ve kuru nasihatler etmişlerdi. Dedikleri oldu. Depreme alıştık, bu konuyu gündemden çıkarttık, bekliyoruz. Alınması gereken tedbirler mi? Son otuz kırk yıl içinde o kadar hesapsız kitapsız, çürük çarık, kontrolsuz bir yapılaşma olmuş ki, bunların yüzde seksen beşinin esaslı şekilde takviyesi (güçlendirilmesi) gerekiyor. 1999’dan bu yana bu konuda hummalı, yoğun, planlı programlı bir çalışma yapılmış olsaydı şimdiye kadar çok iş başarılmış olurdu. Lâkin bizim idare sistemimiz, kafa yapımız mâlum. .. Avcılar’da birinci derecede hasarlı binaların yıkılması için belediye karar alıyor. Bina sahipleri mahkemeye müracaat ediyorlar, bilirkişi raporu isteniyor, bilirkişiler “bu bina birinci derecede hasarlı değildir, ikinci derecede hasarlıdır” diye rapor veriyor ve belediye binayı yıkamıyor. Sonunda ne oldu? Bundan bir ay önceki şiddetli yağmurlarda böyle binalardan biri kendi kendine gümbür gümbür yıkılıverdi. Bilirkişiler de tam uzman adamlarmış!

Büyük tarihçimiz, fıkıhçımız, din âlimimiz Ahmed Cevdet Paşa’nın Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmış dört ciltlik Tezâkir adlı eserinden (Cilt 1, S: 32-35) 1271’de (1855) Bursa’da meydana gelen, İstanbul’da da şiddetli şekilde hissedilen büyük zelzeleyi anlatan sayfaları, lisanını bugünkü Türkçeye çevirerek nakletmek istiyorum.

“Mahmud Nedim Paşa’nın Sayda valisi olduğu gün bir deprem vuku buldu. Şöyle ki, o gün Hariciye (Dışişleri) dairesinden çıkıp Sadrazamlığa giderken gayet şiddetli bir zelzele oldu. Binadaki kâtipler kimi kağıt kalem, kimi makas veya kalemtraş ellerinde olduğu halde Bâbıâli meydanına kaçıştılar. Davut Paşa camiinin son cemaat yerindeki iki kubbesi aşağıya indi, bir hayli kargir (taş, tuğla) binalar sakatlandı ve kargir hanların bazılarında birçok odalar yıkıldı. Surların bazı yerleri yarıldı. Herkes heyecan ve şaşkınlık içinde kaldı.

Kırk elli saniye geçtikten sonra ikinci, bundan onbeş dakika sonra üçüncü hafif zelzeleler vuku buldu. Gerçi bunlar hep hafif olduysa da sarsıntının devam etmesi dolayısıyla halka büyük korku ve dehşet geldi.

Meğer felâketin büyüğü Bursa’da olmuş. İstanbul’daki sallantılar oradaki şiddetli zelzelelerin serpintisi imiş. Şöyle ki: Bursa’da o çarşamba günü saat yedi buçuk (Alaturka saat) sıralarında hava gayet berrak iken birden bulutlar zuhur ile gökyüzü kararıp dört taraftan rüzgârlar eserek ve şimşekler çakıp yağmur yağarak benzeri görülmedik fırtınalar zuhur etmekle beraber batı tarafından bir kara bulut peyda olup on dakika kadar o derece karanlık olmuş ki, kâtipler yazı yazamaz olmuştur. Bu arada bir de öyle şiddetli bir yıldırım düşmüş ki, halk memleket batıyor sanmış. On dakika sonra yâni saat dokuzu çeyrek geçe deprem başlamış, otuz saniye kadar sürmüş. O sırada ahali bulundukları yerlerden çıkıp kaçmaya yeltenmişler ise de yürürken yokuş yukarı çıkıyor gibi bir hale gelerek ne yapacaklarını ve nereye gideceklerini şaşırmışlar. Sultan Osman ve Sultan Orhan türbeleri bütünüyle; Sultan İkinci Murad ve Yıldırım Bâyezid camilerinin minareleri, Ulu Camiin yedi adet kubbesi ve iki minaresi, diğer camilerin minareleri hep yıkılmış. Birinci Murad’ın yaptırtmış olduğu Urganlı köprüsünün bazı yerleri sakatlanmış, Subaşı köprüsü, üzerinden gelip geçme mümkün olmayacak derecede çatlamış, yarılmış. İpek fabrikaları yıkılmış, nice evler ve konaklar harap olmuş. Kalenin bir tarafındaki duvar göçüp, alt taraftaki Yahudi evlerini ezip yıkmakla hayli insan ölmüş; bu yıkıntıların altında gece yangın çıkmış, otuz kadar ev ve bir iki dükkan yanmış. Depremin ardı kesilmeyip kaplıcaların bazısının suları çekilmiş, bazısının suları çoğalmış. Ahali çadırlarda, bahçelerde ve kırlarda yatıp kalkmaya mecbur olmuş. Recep ayının yirmi üçüne kadar (22 Mart 1855) sık sık yer sarsıntısı olmuş, lâkin daha öncekiler gibi şiddetli olmadığından ahali hanelerine dönmüş, çarşı ve pazara giderek işlerini sürdürmüş; ancak sakat ve tehlikeli binalara girmekten çekinirlermiş. Receb’in yirmi üçüncü gününün akşamı, yâni yirmi dördüncü perşembe gecesi saat biri on dakika geçe bir güherçile bulutu peyda olup beş dakika sürmüş. Nasıl olduğu ve olacağı bilinemeyip herkes korku ve dehşet içinde iken birden bire şiddetli bir deprem olmuş. Memleket sanki şiddetli fırtınada iki dalga arasında kalan gemi gibi sallanır ve binalar bir iki arşın ileri ve geri gidip gelir olmuş. Bu şekilde yer sarsıntısı iki dakika sürmüş. Artık herkes ne yapacağını şaşırmış. Ana evlâdını ve evlât anasını kaybedip sersem ve başı dönmüş olarak sokaklara düşmüşler. Kargir binalar harap olmuş. Çarşı denilen Demirkapı ise bütün bütün yıkılmış. Halkın malları ve eşyası yıkıntılar altında kalmış. Kimse malına sahip olmak için yanına varamaz imiş. Bu yıkıntılarda gece yangın çıkmış ve üç dört koldan ilerleyip, gerçi bu ateşlerin birkaçına yıkıntılar engel olmuşsa da Kayağan Çarşısı’nda büyük miktarda kereste olduğundan oraya ulaşan ateşin söndürülmesi kabil olmayıp, Tatarlar denilen mahalleye kadar sıçrayarak bin beşyüz kadar hane ve dükkan, külliyetli malları ve eşyalarıyla birlikte yanmışlar. Dörtyüz elli seneden beri ayakta duran ve sağlamlığı ile meşhur olan Subaşı ve Urganlı köprüleri tamamen yıkılmış. Göksuyu taştığı zaman Uludağ’dan yirmi otuz kıyyelik kayaları sürükleyerek getirip bu köprülere çarparmış da bu kadar yüz yıllardan beri bir yerleri sakatlanmamış iken, bu zelzelede büsbütün yıkılmaları sarsıntının şiddeti hakkında iyi bir fikir verebilir. ..

Bundan sonra Bursa’da yine hafifçe sarsıntılar olmaya devam etti. Pek çok yerlerden sular çıktı, sanki onbeş top birden patlıyor gibi dehşetli sesler işitildi. Velhasıl bunca yıllardan beri imarına çalışılan güzel Bursa baştan başa harap oldu. ..

Bursa’nın zelzelede harap olması ile ilgili Fuad efendinin şâirâne bir sözü vardır: “Osmanlı tarihinin dibacesi (önsözü) zâyi oldu” diye eseflenirdi. Lakin gariptir ki, lisanen böyle teessür edilip durulurken Bursa’nın halini araştırmak için bir memur gönderilmedi. ….

Bursa’da o şiddetli zelzele olurken Gemlik vapuru İstanbul’a geldi. Denizde açıkta iken Bursa üzerinde bir ateş gördüğünü haber verdi. Volkan patladı sanıldı. Sonra büyük yangın olduğu haberi alındı. Yine ilgilenilmedi, oradan resmî yazı gelmesi beklendi. Bursa’daki halk ise canları ve başları kaygısına düşerek zamanında İstanbul’a kağıt yazmamışlardı, ancak dokuz gün sonra resmî yazılar gelebildi. Halbuki İngilizler Bursa halkına yardım için derhal iki gemi ekmek ile bir hayli para göndermişler; bunu on gün sonra İstanbul’a gelen Bursa ileri gelenlerinden Tâhir Ağa, esef ederek haber verdi. Yabancılardan utanır olduk ve nihayet Receb ayının hilâlinde Bursa zelzelezedeleri için yardım toplamak üzere vükelâ (Bakanlar) arası bir defter açıldı. Biz ne zaman gaflet uykusundan uyanacağız? Rusya savaşında atılan topların sadaları bizi uyandırmadı. Acaba Bursa’nın kudret toplarının sadaları da mı uyandırmayacak? Hayır! Cenâb-ı Hak bizleri uyarsın ve islâh eylesin. ..” 20 Eylül 2002