1952.. İşkenceler..
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
YIL 1952, Sabataycı gazeteci
Malatya’da bir suikasde uğramış, yaralanmış, fakat ölmemiştir. O zamanki
iktidarı bu hadiseyi fırsat bilerek bütün memleket sathında görülmemiş bir tedhiş (dehşet verme) faaliyetine girişir. Bir takım tanınmayan kimselerden ve gençlerden başka
gibi Müslüman yazarlar ve fikir adamları da tutuklanır. Ben o tarihte Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenciydim, yapılan çılgınlıkları, zulümleri, terörü biliyorum, daha sonra da, işin içinde olanlardan çok şeyler dinledim. Ahmed Emin Yalman hadisesi dolayısıyla tutuklananlardan biri de
idi. Bu zat, 1989’da basılmış
adlı 237 sayfalık kitabının 59’uncu sayfasında bakınız neler yazıyor:
“Malatya Savcı Yardımcısı Saim Polat bizzat kendisi bana ‘Söyle, söyle’ diyor, ben ‘Bir şey bilmiyorum, ne söyleyeyim?’ cevabını verince ‘Biz söyletmesini biliriz’ diye beni tehdit ettikten başka, sorguyu müteakip Sümer karakolunu boyladık.
Malatya merkez Emniyet Sümer karakolu mahzenindeki döğülme odasının giriş kapısı üzerinde «BURADA ALLAH YOKTUR!»
ibaresi yazılıdır. Tabiî bu 1959’un panaroması, şimdi (1989) şu anda bu yazının durup durmadığını bilmiyorum. Bu odadan içeri atılanın vay haline. İşte buraya giren arkadaşlarımız gaddarca döğülerek çok acı çekmişlerdir, acıklı ve acınacak hallere mâruz kalmışlardır, kendilerine yapılanlardan birkaç nümune zikredeceğiz:
İçerisinde tel demeti bulunan lastik coplarla vura vura altlı üstlü bir kütük gibi şişen ayakları, tabanda göllendirilen tuzlu suda bir müddet bekletip yürüttükten sonra -tabiî yürüyebilirlerse- yeniden dövme faslına başlamak için biraz ara verilir, tekrar yoruluncaya kadar vurulur. Arkadaşımız
Kadir Evcil’in
göbeğine bir polisin tabancayı dayaması tüyler ürpertici bir manzaraydı, bundan hepimiz çok irkilip korkmuştuk, maddî varlığımızı unuttuğumuz gibi maneviyatımız da büsbütün sıfıra inmişti. Zebaniler tarafından çektirilen cehennem azabını daha bu dünyada iken tatmıştık. Arkadaşlarımızdan
Abdülkadir Akçiçek
dövülürken ‘Allah’
diye bağırıyordu. Polisler
‘Allah uçakla Ankara’ya gitti, çağır çağır da gelsin, seni kurtarsın’ diyorlardı. İşte böyle Firavunlar devrine rahmet okutan zulüm ve işkenceleri bizlere reva gördüler.”
Merhum
zayıf, nahif, nazik bir insandı. Zavallının merhametsizce döğülecek hali ve canı mı vardı?
‘ı İstanbul’da tutuklamışlar, trenle Malatya’ya götürecekler, kelepçe takmaya kalkmışlar, “Ben İstiklâl savaşı gazisiyim, kelepçe taktırmam, zorla takarsanız başımı trenin camlarına vura vura canıma kıyarım” demiş de ondan sonra takmamışlar.
bu zulümleri yaptırtacak derecede merhametsiz de değildi ama
Menderes Malatya hadisesinden sonra, biri Yeşilköy hava alanında olmak üzere iki basın toplantısı yapmış,
“Kara basının adedi otuz üçtü, 22’sini kapattık, gerisini kapatacağız” demişti. Bindiği dalı kestiğinin farkında değildi. 1959 yılı gelince azgın ve militan solcular, muhalifler iktidarını sarsmaya başlayınca birkaç milliyetçi zata telefon etmiş, “Bizi niçin desteklemiyorsunuz?” mealinde serzenişte bulunmuştu. Onlar da, “Beyefendi bizde imkân bırakmadınız ki…” cevabını vermişlerdi.
O tarihte, merkezi İstanbul’da bulunan
yurt çapında büyük alâka görüyor, her yerde şubeler açıyor, taraftarlar buluyordu.
Vatan’daki bir makalesinde “Bunlar bugün dernek adıyla faaliyette bulunuyor, yarın siyasî parti haline gelirlerse ne yapacaksınız?” diye Menderes’in ve Demokrat Parti kodamanlarının vehimlerini tahrik ediyordu.
Menderes ve şürekâsı Milliyetçiler Derneği’ni de kapattırmıştı. Ahmet Emin Yalman’ın vurulmasından sonra ülke çapında bir Müslüman ve milliyetçi avı başlatılmıştı.
Korkularından nice Müslüman ellerindeki dinî gazete kolleksiyonlarını, İslâmî kitapları atmışlar, toprağa gömmüşler, yakmışlardı. Bu hadiselerin canlı şahitleri aramızdadır. Allah kendilerine uzun ömürler versin, mutlaka hatıralarını yazmalıdırlar.
insanların temel haklarındandır. Hem uluslararası temel ve evrensel metinler, hem anayasamız, hem de kanunlar işkenceyi yasaklamaktadır. Lâkin bu yasak lafta kalıyor.
Ben polise, kolluk kuvvetlerine karşı değilim. Lâkin işkenceye şiddetle karşıyım.
Adamı soyacaksın,
vereceksin, döve döve kemiklerini kıracaksın ve sonra ağzından suçlu olduğuna dair beyan ve ifade alacaksın. Böyle şey olur mu?
Medeniyet, fen, teknik, ilim, uzmanlık çok ilerlemiştir. Bir sigara külü, maktülün tırnakları arasındaki mikroskopik deri parçaları, bir saç kılı, mektup pulundaki tükrük izi bile bir katili, bir suçluyu ele verebiliyor. Yeter ki, bu sahalarda uzmanlaşmış elemanlar olsun, laboratuvar çalışmaları yapılsın. Bunca imkân varken niçin sanıklara işkence ve vahşet uygulanıyor?
Zavallı sanık dayağın, işkencenin, vahşetin ve zulmün acısına dayanamıyor ve canını kurtarmak için “Ne istiyorsanız yazın, imzalayacağım” diyor. Böylece itiraf etmiş oluyor.
Bir hukuk devletinde yargısız infaz olmaz. Maalesef yakın tarihimizde
yapılmıştır. Elli küsur yıl kadar önce de, doğu sınırlarımızda otuz vatandaş mahkemesiz, araştırmasız kurşuna dizilmişti. Adam
dayağın şiddeti yüzünden ölüyor, cesedini pencereden atıyorlar ve
diyorlar.
Elbette suçlular vardır, elbette ifadeleri alınacak ve mahkûm olmaları sağlanacaktır. Ancak her sanık suçlu değildir, nice mâsum ve bigünah vatandaşa da işkence yapılmıştır. Allah milletimize, memleketimize, devletimize selâmet versin. İdarecilerimize akıllar, fikirler ihsan buyursun.
Ahlâklı, fedakâr, cefakâr, kanunlara hürmetkâr polislerimize bir şey dediğim yoktur. Onların çektiklerini bilmiyor değilim.
Cenab-ı Hak yardımcıları olsun. Merhametsizlerin ve işkencecilerin islahları için dua ediyorum.