Cumartesi

 

Sezgiye, hadse (intuition), bazı rivayetlere ve gizli ilimlere dayanan tarihlerden bahs etmek istiyorum. 2005 mi desem, 2006 mı desem, 2007 mi desem; içinde yaşadığımız Ortadoğu’da büyük bir kıyamet kopacaktır.

“Efendim ben kıyamet falan istemiyorum. Benim tuzum kurudur. Gelirim hayli yüksektir. Çok güzel bir evde yaşıyorum. Gerçi eşim oturmama izin vermiyor ama saray yavrusu gibi bir salonum var. Otomobilim dillere destan, pahalı ve lüks bir arabadır. Yazlığım var. Gardrobum o kadar dolu ki, içinde yeni bir lüks elbiseyi koyacak bir santimlik yer kalmamıştır. En pahalı ve gösterişli lokantalarda tıkınmaktan çatlayacak vaziyete gelmişimdir. Ben kıyamet mıyamet istemem…”

A gafil!.. A cahil!.. A şaşırmış!.. Kıyamet, musibetler, zorluklar, çetin şeyler gelmek için senden izin istemezler. Bu dünyadaki ilâhî kanun ve sünnet böyledir. Bir rahatlık olur, bir darlık, bir kolaylık olur, bir zorluk; bir günlük güneşlik olur, ertesi gün bir fırtına kopar ki, cihan yakılacak sanırsın; bahar olur, yaz olur, ardından dehşetli bir kış gelir. Bu kararsız ve fanî dünyaya hiç güven olmaz. Tufan olur senin tuzun da elden gider.

Ne diyordum? 2005’te, 6’da veya 7’de kıyamete benzer hadiseler olacaktır.

Dünya fenalıklarla dolmuştur. Şirk, küfür, ilhad, zındıklık, fısk, fücur, nifak, şikak, isyan, günah, tuğyan, zulüm, haksızlık almış yürümüştür. Temel insan hakları ayaklar altına alınmıştır. Gayr-i meşru savaşlarda kanlar dökülmektedir. Sivil halka saldırılmaktadır. İşgal kuvvetleri savaşla ilgili uluslararası hukuka riayet etmemektedir. Bunca kötülük içinde sen rahat yaşayacağını mı sanıyorsun? Tufan olursa senin evin barkın da sular altında kalır. Yangın genelleşince seni de yakar.

Bir ülkenin, bir bölgenin bir toplumun üzerine belâ ve musibet gelince sadece kötülerin ve suçluların üzerine gelmez, genel gelir. Hem sen kendini Zemzemle yıkanmış, pir u pâk bir insan mı sanıyorsun? O kocaman servetin, o bol gelirin şer’i şerif hüküm ve ölçülerine göre helâl ve tayyib midir?

“Bırakın huzur ve keyif içinde yaşayayım” diyorsun. Şu memleketinin, şu halkının haline baksana. Memleket elden gitmiş, halk perişan vaziyette. Nice iyi, güzel, farz şeyler yasaklanmış; nice kötü, çirkin, münker şeyler teşvik ediliyor. Aklar kara, karalar ak olmuş… Ayaklar baş, başlar ayak…

Bir Müslüman olarak bunca kötülük içinde sen nasıl huzur içinde olabilirsin? Sende hiç mi vicdan yok? Türkiye’nin şu haline acımayan kalplere, ağlamayan gözlere yazıklar olsun!

Millet Meclisimizin duvarında “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazıyor. Gerçekte böyle midir? Millet, arzu eden dindar kız öğrencilerin ve hanımların başörtüsü takmasını istiyor. Lakin bu isteği yerine getirilmiyor. Milletin seçtiği iktidar ne diyor? “Bizim başörtüsü meselesi diye bir meselemiz yoktur…” Siz bu lâfı seçimlerden önce söyleyebilir miydiniz?

Bu memleketin, bu halkın başına büyük sıkıntılar ve çileler gelmesi için başlıca yüz kadar kötülük vardır ki, bunların her biri bir ülkenin batmasına tek başına yeter de artar.

Bir ülkedeki iyi, vatansever, haklı vatandaşlar; en az kötüler ve haksızlar kadar cesur olmazlarsa o ülke batmaya mahkûmdur.

Bunca kötülük, münker şeyler oluyor da milyonlarca insandan bir inilti bile çıkmıyor.

“Ben iyiyim, ben iyiyim, ben iyiyim…” Bırakalım artık bu yalanları. Emr-İ maruf ve nehy-i münker yapmıyorsak biz nasıl iyi Müslümanlar olabiliriz?

Kötülüklerden, haksızlıklardan nefret etmiyorsak, dilimizle ve kalemimizle onları kötülemiyorsak, onlara engel olmaya çalışmıyorsak biz iyi değil kötü insanlarız demektir.

Anayasamız, kanunlarımız, çoğulcu siyasî yapımız bize, kanunlar çerçevesi içinde kötülükleri protesto etmek, idarecileri uyarmak imkânını tanıdığı halde biz bir protesto mektubu veya dilekçesi bile yazıp postalamıyoruz. Böylesine vurdumduymaz, âciz, iradesiz, mıymıntı, pısırık, pasif olmuşuz.

Bir zalimlerdeki cesarete, girişkenliğe, aktifliğe bakınız bir de bizim uyuşukluğumuza, ruhsuzluğumuza. Üzerimize ölü toprağı mı serpilmiştir nedir! Mektupla, telgrafla protesto etmekten kolay ne var?

Bir devlet, hükümet, idare büyüğü yanlış bir iş yaptı diyelim. Bunu takip eden on gün içinde birtakım resmî makamlara en az bir milyon protesto mektubu, dilekçesi, telgrafı gönderilmelidir. Adresli, imzalı, terbiyeli, vakur, sert fakat hakaret etmeden yazılmış, yapıcı, uyarıcı mektuplar, dilekçeler…

“Sayın Feşmekân…Filân beyanınız veya icraatınız insan haklarına, anayasaya, kanunlara, adalete, sağduyuya, bilgeliğe, millî menfaatlerimize, medeniyete, millî kimliğimize, millî değerlerimize aykırıdır…” mealinde.

Müslümanlar emr-i maruf ve nehy-i münker yapmazlarsa üzerlerine azab gelir. Ben söylemiyorum. Din alimlerine sorunuz, muteber din kitaplarına bakınız, emr-i mâruf nehy-i münker konusundaki mufassal kitapları okuyunuz, dediklerimin doğru olduğunu anlayacaksınız.

Rahat ve keyifli bir hayat süren, yan gelip yatan, gel keyfim gelMüslümanları!.. Uyanınız, kendinize geliniz.

Kötülükleri, felâketleri, musibetleri, afetleri, azabı geri çevirmenin yolları vardır :

-İyi Müslümanlar, iyi insanlar, iyi vatandaşlar olmak için ne yapmak lazımsa onları yapınız. Namaz kılmakla, hacca gitmekle, tarikata girmekle iş bitmiyor.

-Müslümanların mutlaka ve mutlaka emr-i maruf ve nehy-i münker yapması gerekir. Allah rızası için bu farizayı yerine getirmek de bir ibadettir. Ancak, bu iş o kadar kolay değildir.

-Serveti ve geliri bol Müslümanların her türlü azgınlıktan, israftan, kibir ve gururdan, Nemrudluk ve Firavunluktan, gafletten, gösterişten kaçınması gereklidir.

-Elimizden geldiği kadar sadaka vererek, hayır ve hasenat yaparak belâ ve musibetleri uzaklaştırmaya çalışmamız icab eder.

-Namaza kütlevî bir yöneliş olmalıdır. Elden geldiği kadar farz namazlar camilerde cemaatle kılınmalıdır.

-Din sömürücüleri, münafıklar, din baronları dışlanmalıdır.

-İtikadda, ibadetlerde, fıkıhta, muamelâtta, ahlâkta Kitabullaha, Sünnet’e, Ehl-i Sünnet ilke, hüküm ve ölçülerine sımsıkı sarılmak gerekir. Her türlü reform, yenilik, zındıklık, mezhepsizlik fitnesinden uzak durulmalıdır.

İçinde yaşadığımız günler yan gelip yatacak, keyif sürecek günler değildir; korku, ümit ve gözyaşı içinde Allah’a sığınılacak günlerdir. 29 Haziran 2003