Cuma

 

28 Şubat’tan sonra Türkiye Müslümanları değiştiler mi, değişmediler mi? Bazıları bu soruyu sıkça sormaya başladı. Mehmet Metiner’in, Neşe Düzel’in kendisiyle yaptığı röportajda ortaya koyduğu bir takım düşünceler, görüşler, onda büyük bir değişim olduğunu gösteriyor. Eskiden pek aşırı bir uçtaymış, şu anda başka bir aşırı uca gitmiş, ortada kalamamış.

Türkiye Müslümanlarının büyük, ezici çoğunluğu orta yolda olan Sünnî ve ılımlı Müslümanlardır. Onların büyük değişimlere ihtiyacı yoktur. Değişim, daha çok aşırılarda görülüyor.

Metiner gençliğinde hızlı, radikal, müfrit, aşırı bir İslamcı iken arkadaşlarıyla birlikte Nemrud dağındaki heykelleri dinamitleyip, berhava etmek istemiş.Hazret-i İbrahim’in putları kırması gibi.

Taliban da Afganistan’da devâsa Buda heykellerini yıkmıştı. Talibandan önce Afganistan’da Müslümanlar yok muydu? Elbette vardı. Ancak onlar ılımlı Müslümanlardı, Buda heykellerinden fazla rahatsız olmuyorlardı. Türkiye’de de bin yıldır Müslüman var, onlar da Nemrud heykellerine ilişmemişlerdi. Müfritlerle, aşırılarla mutedil (ılımlı), ayakları yerde, akılları başlarının içinde Müslümanları birbirine karıştırmamak gerekir.

28 Şubat’tan sonra Müslüman kesim demokrasiyi keşfetmiş… Bu da isabetsiz iddiadır.

Demokrasi bir din gibi, vazgeçilmez bir ideoloji olarak algılanırsa İslâm ile kesinlikle uyuşmaz ve bağdaşmaz. Lakin demokrasi bir metod, teknik, sistem, idare şekli olarak kabul edilirse pekâlâ İslâm ile bağdaşıp uyuşabilir.

İmam-ı Maverdi’nin “el-Ahkâmu’s-Sultaniye” adlı kitabında Halifenin seçimle işbaşına gelmesi meşru olduğu gibi, başkanlığın saltanat yoluyla babadan oğula, yahut hanedanın bir üyesinden başka bir üyesine geçmesi de meşru görülmüştür.

Müslümanlar bir ara sütü pek sıcak içmişler ve ağızları yanmıştı. Bunun neticesinde yoğurdu bile üfleyerek yemeye başladılar. 28 Şubat’tan sonra bırakın yoğurdu üflemek, dondurmayı üfleyerek yiyorlar.

Bazıları 28 Şubat’ın faydalarından bahsediyor. Böyle bir hareketin faydası maydası olmaz. Ancak, “bir musibet, bin nasihatten evladır” hikmetli sözü mucibince Türkiye Müslümanları 28 Şubat dersinden hayli ibret almışlardır. Ancak aldıkları ibret yeterli midir acaba? Bence değildir.

Müslüman kesimde büyük değişiklikler olduğunu iddia eden bir zat, buna örnek olarak geçenlerde hanımı başörtülü olan bir bakanın, eşiyle birlikte İstanbul’un Etiler semtindeki, ismi frenkçe, gece kulübü gibi bir yere gitmesini gösteriyor. Eskiden Müslümanlar böyle yerlere gitmezlerdi. Şimdi gitmeye başladılar, terakki var, değişim var diyor. Böyle yerleri bilen birine sordum, orada bir yemek adam başına yüz elli milyon TL imiş. İki kişi, üç yüz milyon. Bahşişi mahşişi de var.

Eşi tesettürlü bakan beye sormak gerek?

1. İslâm dini, İslâm şeriatı, İslâm ahlâkı böyle içkili, fısk u fücur ve sefahat yuvası yerlere gitmeyi caiz görüyor mu?

2. Ülkede yirmi milyon işsiz varken, on milyonlarca halk sefalet, fakr u zaruret içinde kıvranırken; nice yoksul aile ayda üç yüz milyon liralık bir gelire hasret iken, Müslüman bir şahsiyetin hanımıyla böyle bir yerde üç yüz milyon liraya yemek yemesi doğru mudur?

Resulullah Efendimiz (salat ve selam olsun ona) “Ahir zamanda Müslümanlar, Yahudileri ve Hıristiyanları öylesine taklid edecekler ki, onlar kertenkele deliğine girseler peşlerinden gidecekler” buyurmuştur.

Dindar, vicdanlı, aklı başında, hikmetli bir Müslüman başörtülü hanımını alıp da, içinde içki içilen, İslâm dininin fısk, fücur, günah, isyan olarak gördüğü haram işler yapılan bir yere gitmez. Bu husus tartışmaya bile açık değildir, iki kere ikinin dört etmesi kadar açık bir gerçektir.

28 Şubat’ın Türkiye Müslümanları üzerinde yaptığı önemli bir değişiklik takiyye meselesidir. Ehl-i sünnet Müslümanlığında takiyye son derece sınırlıdır, zaruret olmadıkça yapılmaz. Şiada ise, takiyye namaz kılmak gibi temel bir farzdır. Onların imamları “takiyyesi olmayanın dini de yoktur” demişlerdir. Şu anda bazı politikacı Müslümanlar akıllarınca takiyye yapıyorlar. İslâm dini onlara bu takiyye konusunda izin ve icazet vermez. Fetvalarını şeytanlardan mı alıyorlar?

Bence İslâmî kesimin değişimden çok, sorgulamaya ihtiyacı vardır.

Her Müslüman önce kendisini sorgulamalıdır. Sonra İslâmî hizmet yapan birtakım adamları, grupları, cemaatleri sorgulamalıdır. Herkesin sorgulama yapacak kapasitesi, ilmi, irfanı, birikimi yoktur. Müslüman kesimdeki gerçek din alimleri, gerçek tarikat şeyhleri, gerçek aydınlar, fikir ve kalem sahipleri bir sorgulama çığırı açmalıdır. Halka, gençliğe, okur yazarlara sorgulama hususunda ışık tutulmalıdır.

Sorgulama çok geniş bir kavramdır, müsbeti, menfisi (olumlusu–olumsuzu) vardır. Tabii ki yıkıcı değil, yapıcı bir sorgulama seferberliği başlatılmalıdır. Lakin bu hususta kimsenin gözünün yaşına bakılmamalı, hatır–gönül dinlenilmemelidir. Eskiden bu memlekette Müslümanlık vardı, sonra İslâmcılık cereyanı, siyasal İslâm hareketi çıktı.

İslâmî kesimde, resmî Diyanete paralel birtakım “Özel Diyanetler” kuruldu. On kadar büyük, yüz kadar orta, binlerce küçük özel diyanet peydahlandı. İslâmî kesimde Hazretler, Hocaefendiler Hocalar, Üstadlar, Ağabeyler, Efendiler zuhur etti. İslâmiyet getirilecek, Müslümanlar kurtarılacak diye akıl almaz miktarda paralar toplandı, birtakım faaliyetler yapıldı. Özel Diyanetler arasında birlik, beraberlik, anlaşma, uzlaşma, işbirliği olmadı. Her biri kendi başına buyruk hareket etti. Bazen birinin ak dediğine, öteki kara dedi. Dehşetli bir kopukluk oldu, en az otuz sene boyunca Müslümanların ümitleri, enerjileri, maddi imkanları harcandı, israf edildi. Bunlar hep sorgulanmalıdır; edeb, itidal, insaf dairesinde. Sorgulama yapanların hem savcılık, hem hakimlik, hem cellatlık taslamamaları gerekir.

Başı örtülü hanımını yanına alıp da gece kulübüne giden bakan örneği, yüzeysel, önemsiz bir hadisedir.

Birtakım Müslümanlar rant peşinde koşuyorlar, onların gözünde ne din, ne ülke, ne halk, ne devlet var. Gayeleri rant devşirmek, menfaatlenmek, sebeplenmek; ikbal, ün, alkış kazanarak benliklerini tatmin etmektir. “Adamların beynine, kalbine mi girdin ki böyle konuşuyorsun?” denilebilir. Konuşurum, yaşım ilerledi, ben saçlarımı değirmende ağartmadım. İslâm tarihinde, geçmiş asırlarda nice samimi, muhlis, gerçek din hizmetkârları gelip geçmiştir. Bir onlara bakıyoruz, bir bugünkü bazı (herkesi itham etmiyorum) sözde hikmet edicilere bakıyoruz, aradaki farkı görüyoruz. 06 Mart 2004