Bizim ceza kanunumuzdaki 312’nci maddeye benzeyen maddeler İsveç, Norveç, Avusturya, İsviçre, Danimarka ve diğer medenî ülkelerin ceza kanunlarında da var. Var ama Türkiye 312’nci madde ile ilgili mahkumiyet kararları dolayısıyla temel insan haklarını ihlâl ettiği için Strasburg’taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından çok sayıda kınamaya ve tazminat ödeme cezasına mahkum olmuştur da öteki ülkelerin başına böyle şeyler gelmemiştir. Niçin?

1. 312’nci maddede din, mezhep, ırk, bölgesel farklılık bakımından halk arasına alenen kin tohumları ekmek, onları tahrik etmek yasaklanıyor. Bu elbette devletin, halkın, ülkenin güvenliği, selameti açısından vahim bir suçtur, kanun ihlalidir. Ancak bizde 312’nci madde kanun koyucunun maksatları, amaçları dışında uygulanmakta; siyasî rejimi, siyasî iktidarı, yönetimi, resmî ideolojiyi tenkit edenler, daha fazla hak ve hürriyet isteyenler bu kanunla sindirilmeye çalışılmaktadır. AİHM de mahkumiyet kararlarını, devletimize tazminat ödemek cezası vermek suretiyle cezalandırmaktadır.

2. Bizim 312’nci maddemizde bu suçun alenen işlenmesi şartı vardır. Yâni açıkça işlenmiş olacaktır; çeşitli halk kitleleri açıkça tahrik edilmiş, birbirlerine karşı kin beslemeye açıkça kışkırtılmış olacaktır. Diyelim ki, ülkemizdeki iki büyük İslâmî grubu teşkil eden Sünnîler ve Alevîler, bazı aşırılıkları yüzünden tenkit edilse, hattâ bu tenkitler şiddetli olsa, acaba 312’nci maddedeki aleniyet unsuru ortaya çıkmış olur mu? Elbette olmaz. Tenkit etmek, kınamak, uyarmak, yanlışlarını beyan etmek, bunların düzeltilmesini istemek niçin suç olsun? Şayet “Ey Sünnîler, ey Alevîler harekete geçin, birbirinize karşı cepheleşin…” gibi propagandalar yapılırsa, iki mezhep taraftarları düşmanlığa, kine, birbiriyle çatışmaya teşvik edilirse o zaman aleniyet şartı ve unsuru zuhur etmiş olur ve iş yargıya intikal eder.

3. Ülke yönetiminin başında bulunanlar, siyasî iktidar ve siyasî rejimi tekel haline getirmiş olanlar temel haklar ve hürriyetler, bilhassa din, inanç, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetlerini ihlâl ederlerse ve bazı aydınlar, gazeteciler bu ihlâlleri tenkit ederlerse 312’nci maddeyi çiğnemiş olurlar mı? Elbette olmazlar. Bazı savcılar dindar halka yapılan baskıları tenkit edenleri, “Halkı inananlarla inanmayanlar diye ikiye ayırıp bu zümrelerin arasını açmak, aralarına kin ve nifak sokmak” şeklinde yorumluyor. Yöneticileri, siyasî iktidarı tenkit etmekle halkı inananlarla inanmayanlar diye ikiye ayırıp tahrikte bulunmak arasında hiçbir mantıkî bağ yoktur. Hukuk tefekkürü ve mantığı bakımından bu gibi tenkit ve kınamalarla 312’nci maddede belirtilmiş suç arasında bir illiyet rabıtası kurmak mümkün değildir.

4. Modern ceza hukuku nazariyesinde “âdil yargı” kavramı diye bir kavram vardır. Buna göre suçlanan bir kimseye suçu hakkında gerekçeli bilgi verilmesi lazımdır. “Şu yazıyı yazdı ve dolayısıyla şu suçu işledi…” Böyle iddia ve mütalaa olmaz. İddia makamı (Savcılık) iddianamesinde ve esas hakkındaki mütalaanamesinde mutlaka suç hakkında gerekçeli bilgi vermelidir ki, suçlanan (sanık) kendisine atılan suçu bilsin, kendini savunsun. Gerekçesiz iddia ve mütalaalar sanığın müdafaa hakkının dolaylı olarak ihlali mahiyetindedir. Bütün medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş, evrensel ve temel insan haklarına bağlı ülkelerde sanıklara suçları gerekçeli olarak, hukuk mantığı ve tefsirinin ışığında, açık ve seçik olarak beyan edilmektedir. Bizde bu konuda ve sahada büyük bir aksaklık ve boşluk bulunmaktadır. Bu da Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesinin, medenî milletlerin standartlarının altına düşürmektedir.

5. Eğer bir ülkede demokrasi varsa, çoğulculuk varsa, temel insan haklarına ve hürriyetlerine bağlılık varsa orada mutlaka tenkit hakkı da vardır. Tenkitlerin hepsinin doğru olması gerekmez. Yanlış da olsa, şiddetli de olsa tenkit tenkittir ve edenin bunu güvenlik içinde yapabilmesi gerekir. Hattâ en demokratik ve en fazla “hukuklu” ülkelerin büyük hukukçuları, yönetimin yanlışlıkları hakkında yapılan tenkitlerin şiddetli olmasını temenni etmektedir.

6. Demokrasiyi hazmedememiş, insan haklarını içine sindirememiş baskıcı ve tekelci zihniyetler devlet ile siyasî rejimi ve iktidarı özdeşleştirirler. Halbuki devlet ile rejim, düzen, sistem kesinlikle ayrı şeylerdir. Yine bazı yöneticiler kendilerini 14’üncü Louis gibi devlet sanmakta, “Devlet benim!” havalarına girmektedir. Devleti temiz tutmak, herkesin kabul ettiği, saygı duyduğu, bağlı bulunduğu bir değer olarak korumak istiyorsak yönetim ile onu asla özdeşleştirmememiz gerekir. Kötü yönetimin kötülükleri, hatâları, yanlışlıkları devlete ait değildir, yöneticilere aittir. Devlet ile siyasi rejimin ve yönetimin özdeşleştirilmesi Nazizm, Faşizm, Frankizm, Salazarizm, Bolşevizm gibi diktatörlüklerde, tek parti idarelerinde görülür. Demokrasilerde böyle bir şey olamaz. Devleti güçlü tutmak istiyorsak, yönetimi, siyasî iktidarı korkusuzca tenkit edebilmeliyiz.

7. Gerçekten demokratik, insan haklarına bağlı, hukukun üstünlüğü ilkesini ana ilke olarak kabul etmiş devletlerde yargı bağımsızdır. Mahkemeler siyasî rejim, siyasî ideoloji adına ve lehine hüküm vermezler; adalet namına, millet namına hüküm verirler. Hiçbir politikacının, siyasî ideoloji ağasının, parti-aşiret babasının mahkemelere tâlimat vermeye hakkı yoktur. Mahkemeler yüzde yüz bağımsız olmalıdır; çünkü âdil kanunlara göre âdil hükümleri ancak bağımsız olarak verebilirler.

8. Türkiye’nin her konu ve sahada dertleri, sıkıntıları, krizleri olduğu gibi hukuk ve yargı konusunda da vardır.Kısa bir müddet önce emekli olan Yargıtay Başkanı Sami Selçuk çeşitli konuşma ve beyanlarında bunları açık, samimî ve pervasız bir şekilde dile getirmiştir.

9. Birtakım zümreler ülkemizi babalarının ve atalarının çiftliği ve mandırası gibi görüyorlar ve kendi menfaatlerine, sultalarına, hakimiyetlerine ters düşen fikirlere, davranışlara, tenkitlere, temennilere, çare ve çözümlere, tekliflere karşı şiddetli ve baskıcı tepki gösteriyorlar. Meselâ Sabataycıları tenkit etmek, onları itidale çağırmak, Türkiye’nin onların babalarının çiftliği olmadığını söylemek asla bir suç değildir.

10. Fikirler, tenkitler, kınamalar yanlış ve isabetsiz bile olsalar bunların sadece kamuoyunda tartışılması gerekir. Fikirler, tenkitler kanunları alenen, açık ve sarih şekilde ihlal etmedikçe onların sahipleri mahkemelere sevk edilmemelidir.

11. Temel insan hakları ve hürriyetlerinin birinci maddesi din, inanç, vicdan, fikir, inandığı gibi yaşamak hürriyetidir. Bütün demokrasiler ve ileri ülkeler din ve inanç hürriyetini en temel değer olarak kabul ediyor. İnsanlar inançları, dinî görüşleri yüzünden cezalandırılamaz. Dindar bir Müslüman elbette ki, zelzele Allah’ın yaratması, istemesi ve hikmeti ile olmuştur diyecektir. Hiçbir mahkeme böyle düşünen, böyle söyleyen ve yazan bir vatandaşı muhakeme etmemeli, suçlamamalı, mahkum etmemelidir. Bırakın, vatandaşlar inandıkları gibi konuşsunlar, yaşasınlar, güvenlik içinde bulunsunlar. Böyle bir ortam meydana getirilirse onlar devleti sevecekler, devleti koruyacaklardır. 01 Temmuz 2002