350 Bin Dolar İftirası
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Bugün gazetesini 1966 yılına isabet eden Ramazan ayının birinde çıkartmaya başladım. Binası falan yoktu. Cağaloğlu Nuruosmaniye Caddesi’nde bulunan Yeşilay Derneği’nin eski binasının bodrum katını mürettiphane, birinci katını da idare yeri olarak kullanıyorduk. Tabiî kiracı olarak. Mobilyamız birkaç kırık dökük masa, sandalye, dolaptan ibaretti. İki telefonumuz vardı, santral yoktu. Teleks cihazımız olmadığı için bir elemanımız her çeyrek saatte yakındaki Anadolu Ajansı binasına giderek haber bültenlerini oradan elden alır getirirdi.
Alt katta erimiş kurşunla çalışan iki külüstür dizgi makinamız bulunuyordu. Yazılar onlarla dizilir, sayfalar yapılır, hamallar bunları Sirkeci’deki Tan matbaasına taşır ve gazete öyle basılırdı.
Biraz uzaktaki Hürriyet gazetesi ile Bugün arasında ne büyük farklılıklar, tezatlar vardı. O, şahane ve büyük bir binada, zamanın en modern tesislerinde çıkartılıyor, elemanları ve işçileri her türlü imkana sahip bulunuyordu.
Gazetenin gelirleri giderlerini karşılamadığı için büyük maddî sıkıntı çekiyordum. Kağıdı günübirlik alabiliyorduk. Çok defa para bulamıyor ve geceleyin basacak kağıt bulabilmek için çırpınıp duruyorduk. Saçlarım o tarihlerde onca sıkıntı yüzünden vaktinden önce ağardı.
Gazetenin yayınlarında İslâm’dan hiç tâviz vermezdik. Basılmak için yurdun her yerinden kız Kur’ân kursları öğrencilerinin fotoğrafları gelirdi. Bunlar önce ressama verilir, başörtülerinin altından birazcık da olsa saçı görünenler varsa, onlar rotuş edilirdi.
Bütün bankalar bize ilân vermezlerdi. Verenleri de biz basmazdık. Bir gün büyük bir maddî sıkınıtı içinde olduğum sırada İskender Paşa Camii İmamı Şeyh Mehmed Zâhid Efendi’ye giderek, malî bakımdan darlık içinde olduğumu, banka ilânlarını basıp basamayacağımı sormuştum. Fetvasını alabilirsem, bu yolla üç beş kuruş gelir elde ederim diye düşünüyordum. Hocaefendi, “Kesinlikle olmaz” demişti. “Ama gazete gelirsizlikten batar” dediğimde de, “Batarsa batsın, sen yine de banka ilanı alma” cevabını vermişti. Onun bu tavsiyesini tutmuş, günlük gazetelerime kesinlikle ve bir defa bile banka ilânı basmamıştım.
Gazete başlangıçta tutunmamış, çok az satmıştı. Sonra zamanla tanınmış, benimsenmiş ve büyük rağbet ve destek görmüştü. İlân, abone, karz-ı hasen şeklindeki maddî desteklerin hepsini gazete için kullandım. Bunlar yetişmedi, hayli de borçlandım. Basit ve mütevazı bir kira evinde oturuyordum. “Kendine bir daire al” diyenler oldu, böyle bir şeyi asla düşünmedim. Nâçizane bir hizmet yapıyordum, gazete zarar ediyordu, böyle bir durumda kendime mülk almam hıyanet olmaz mıydı?
Bugün gazetesinin büyük hizmetlerinden biri büyük cemaatle kılınan sabah namazları olmuştur. Meselâ 1968’de Haziran ayının bir pazar günü halkı Sultanahmed Camii’nde sabah namazı kılmaya çağırmıştık. Bayram falan değildi, sıradan normal bir pazardı. O sabah o ulu mâbette otuz bin kişi toplanmıştı. Cami dolmuş, cemaat üst kata çıkmış, dışarıya taşmış; namaz kılınmış, dua edilmiş ve sonra sessizce dağılmıştı.
Valilik, emniyet, 66’ncı tümen alarmda bekliyordu. Sanmışlardı ki, cemaat namazdan sonra Ayasofya’ya hücum edecekti. Biz böyle bir şeyi hatırımızdan geçirmemiştik.
Bu toplu sabah namazları Bugün gazetesi 12 Mart 1971 darbesinden sonra Nihat Erim’in kukla hükümeti tarafından kapattırılıncaya kadar İstanbul’da ve büyük şehirlerimizde zaman zaman pazar günleri devam ettirilmiştir. Bazıları “Dinimizde toplu namaz diye bir şey yoktur, bu bir bid’attır” diye tenkit ve itiraz etmişlerse de Müslümanların binde dokuzyüz doksan dokuzu bu hareketi desteklemişler, tasvib etmişlerdi.
Bugün’ü çıkarttığım yıllarda Ramazan kış aylarına rastgeliyordu, akşam ezanı erken vakitte okunuyordu. Patron olarak dışarıda bir lokantada iftar etmektense mürettiphaneye pide, helva, peynir, zeytin getirtiyor, işçi ve gazetecilerle birlikte iftar ediyordum. Herkese üç çay bendendi. Daha fazla içmek isteyen kendi hesabından içerdi. Bizim gazete fakirdi, işçilerimize yemek falan veremezdik.
1968’de Babıâli’de Sabah gazetesini de devraldım, iki günlük gazete sahibi oldum. O zamanın kızıl gazetelerinden biri “Şevket Eygi kartel kuruyor” diye yazmıştı. İki günlük gazete sahibi olarak benim evimde telefonum bile yoktu. Buzdolabım da yoktu.
Bugün’ün yayınları Farmasonları, ateistleri, nomenklaturayı çok rahatsız etmeye başlamıştı. Aleyhimde dâvâ üzerine dâvâ açılıyordu. Bir dâvâdan ağır hapse mahkûm olmuş, hapis cezasını çektikten sonra da sürgün cezasına çarptırılmıştım. Sırada bir sürü dâvâ daha vardı. 1969 yılının birinci ayında hacca gitmek için yurtdışına çıktım. Ben İstanbul’dan ayrıldıktan sonra bir gün sonra Yargıtay’ın tasdik kararı gazeteye tebliğ edilmiş.
Haccettim, Arabistan’da üç ay kaldım. Oradan Ürdün’e geçtim. Onbeş gün orada dolaştım, ardından Beyrut’a gittim. Bir ev tuttum üç ay da orada oturdum. Daha sonra Avrupa’ya geçtim. Beş yıl kadar Almanya’da sürgün hayatı yaşadım. Yazılarım Bugün’de basılmaya devam ediyordu. Sahibi yurt dışına kaçınca gazete batar sanıyorlardı, batmadı. Nihayet 12 Mart 1971 hareketi oldu. Şalcı Erim başvekilliğe geçirildi, Bugün gazetesi İstanbul sıkıyönetim kumandanlığı tarafından süresiz olarak kapatıldı. 12 Mart islâmî harekete, Müslümanlara karşı yapılmamıştı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve arkadaşlarının başını çektiği kızıl teröre karşı olan bu darbenin başındakiler, solcuları ve solculuğu destekleyen kızıl bir gazeteyi sadece yirmi gün kapatmakla yetinmişlerdi.
1974’te genel af çıktıktan ve ağır cezalardaki yüzlerce dosyam kaldırıldıktan sonra Türkiye’ye döndüm. Bedir Yayınevi dışındaki bütün müesseselerim batmıştı. Gazeteciliğe sıfırdan başlamış, sıfırın altında bitirmiştim. Bugün’ün idare müdürü aziz dostum İsmail Özdoğan bey, benim için 18 bin lira saklamış, döndüğümde onlarla kitaplarımı koymak için birkaç dolap yaptırtmıştım.
Yurt dışında bulunduğum sırada aleyhimde bir komplo tertiplenmiş, iki temelli senatörün entrikalarıyla “Şevket Eygi Suudî Arabistan’dan 350 bin dolar aldı, Cidde’den Almanya’ya banka ile yolladı” şeklinde gülünç ve uyduruk bir balon uçurulmuştu. O zaman bu yalan ve iftiralara karşı Bugün’de haftalarca süren çok ağır neşriyat yapmış, “İsbat ederseniz gazeteciliği bırakacağım ve müesseselerimi size hibe edeceğim, isbat edemezseniz af dileyin, onu da yapmazsanız siz namussuz ve şerefsiz insanlarsınız” diye yazıp durmuştum. Tabiî ki, isbat edemediler, af da dilemediler…
Yurt dışındayken nasıl mı geçindim? Allah rahmet eylesin, Almanya’da Kerküklü dostum Dr. Yusuf Zeynelâbidin’den 30 bin mark civarında borç aldım (bilahare ödedim). Ayrıca gazetenin Almanya ve Avrupa’daki abone bedellerini tahsil edip ihtiyaçlarımı o paralarla karşılıyordum. Bedir Yayınevi’nden gönderilen kitapların karşılığı da bende kalıyordu.
Şu sıralarda birkaç çatlak ses, bundan otuz sene önceki iftirayı, şu 350 bin dolar yalanını tekrar ortaya atmışlardır. Bunlardan ikisini mahkemeye verdim. İddialarını isbat ederlerse evimi, kütüphanemi, yazlığımı onlara hibe edeceğim, gazeteciliği de bırakacağım. Edemezlerse özür beyan etsinler, af dilesinler. Bunu da yapmazlarsa…….. ve …………. insanlardır.
Ben, hangi dâvâ, ideoloji, dine mensup olursa olsun fikir ve aksiyon adamlarının mal beyanında bulunmalarını, servetlerini açıkça bildirmelerine taraftar bir kimseyim. Bir dairem, bir bağ evim, kitaplarım, 1951 modeli külüstür bir otomobilim vardır, servetim bunlardan ibarettir. Aleyhimde 350 bin dolar mavalını uyduran müfterilerin malbeyanında bulunmaya cesaretleri var mıdır? 07 Temmuz 2000