400 Milletvekili Hesabı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Pazartesi
Üst düzey AKP’lilerden biri “Seçimlerden sonra Meclis’e 400 milletvekili ile geleceğiz ve bu 400 vekil ile cumhurbaşkanını seçeceğiz…” demiş. Medya bu demeci geniş şekilde verdi.
Demek ki, bunca krizden, bâdireden sonra hâlâ sağduyulu olamamışlar.
Diyelim ki, sayın AKP’linin dediği gibi yüzde 40 oy aldılar, baraj hesaplarından yararlandılar ve Meclis’te 400 sandalyaya sahip oldular. Beride yüzde 60’lık bir karşı taraf var. Bunlarla uzlaşmayı düşünmeyecekler mi?
Cumhurbaşkanlığı seçimi kelle sayısı çokluğu ile olmaz.
Zaten yüzde 40 oy, halkın bütünü karşısında yine de bir azınlık demektir.
var.
Daha neler neler var… Yüzde 40 oy alacaksın, Meclis’e 400 vekil sokacaksın ve uzlaşmadan, anlaşmadan, mutabık kalmadan devlet başkanını kendi kafana, isteğine, arzuna göre seçeceksin… Olur mu böyle şey?..
Rivayetler duyuyorum: Vecdi Gönül cumhurbaşkanı adayı yapılmış olsaydı, karşı taraf kerhen de olsa kabul edecekti ve son büyük kriz patlak vermeyecekti deniliyor. Neler yapılamazdı ki… Kapalı kapılar arkasında toplanılır, tartışmalar, çekişmeler, müzakereler sonunda en az yüzde 70’in uzlaşmasıyla bir aday bulunabilirdi.
olabilirdi.
olabilirdi.
Ben bir Müslüman olarak
ün cumhurbaşkanı olmasını istemez miyim? Elbette isterim. İsterim ama karşı taraf istemiyor ve muhalefetleri çok sert, çok radikal, çok gözükara…
Deniz Baykal ile anlaşmak, uzlaşmak çok zor, hattâ imkânsız. CHP’nin başında
gibi bir kimse olsa, bakın onunla anlaşılabilir, uzlaşılabilir. Sarıgül’ü bir sabah camide sabah namazında, başka bir gün cemevinde görebilirsiniz. O bir uzlaşma adamıdır.
Sadece cumhurbaşkanlığı seçiminde değil, bütün ana meselelerde uzlaşma, konsensüs şarttır. Siyaset, dehşetli zor, acayip şekilde karmaşık bir
oyunudur.
Bu bir çare ve çözüm değildir, tam aksine bir çaresizlik ve çözümsüzlük formülüdür. Yüzde 10 baraj yüzünden Meclis’e girememiş partileri yok saymak siyaset değil, siyasetsizliktir.
Çağıracaksın belli başlı partilerin sözcü ve temsilcilerini, saatlerce günlerce müzakere edeceksin. Doluya koyacaksın, boşa koyacaksın ve sonunda bir çıkış yolu bulacaksın. Ben ben ben ben ben ben…. Dur biraz… Bu ülkede senler, o’lar, bizler, sizler, onlar da var. Hepsini hesaba katmak zorundasın. Bu kafayla Meclis’e 500 milletvekili soksalar, meseleyi yine de uygun ve selâmetli bir şekilde çözüme kavuşturamazlar.
Demokratik bir rejimde en çirkin ve aynı zamanda en gülünç şey yağcılık ve yalakalıktır. Bir diktatörlük, bir despotluk, bir istibdat idaresinde bir kısım insanlar mecburen yağcılık yapabilir. 1940’ların ilk yarısında merhum
bey Türk-İslâm Ansiklopedisi’ni fasiküller halinde yayınlamaya başlamıştı.
İşte böyle bir zamanda İslâm Ansiklopedisi çıkartmaya başlayan Üstad Eşref Edip, ilk fasikülün başına diktatörün büyük bir resmini basmış, altına
kelimesiyle başlayan satırlar koymuştu. Bu taqiyyeyi yapmasa o ansiklopediyi yayınlamasına izin vermeyeceklerdi…
Sovyetler Birliği zamanında Türkistan ülkelerinde birtakım milliyetçi ve Müslüman yazarlar, çar nâ çar kitaplarının, makalelerinin başına Lenin’in resimlerini, vecizelerini basmak zorundaydılar.
Zamanımızda ülkemizde, yüzde yüz olmasa bile demokrasi vardır, çoğulculuk vardır. Binaenaleyh dalkavukluk, yağcılık, yalakalık, meddahlık çok çirkin, çok ayıp, çok rezilce bir iştir. Bendeniz yağcı ve yalakaların dinsizine de çok kızarım, Müslümanına da… Hattâ Müslümanına bin kere kızarım.
Peygamberimiz meddahlığı, yağcılığı, yalakalığı zemm etmiştir (kötülemiştir). Hadîste “Meddahların suratına toprak saçınız” buyurulmaktadır. Diğer bir hadîste “Din kardeşinin gıyabında (olmadığı yerde, arkasından)
onu öğen kişi, sanki onun boynuna keskin bir bıçağı çalmış olur” buyuruluyor. Bu iki hadîs, Hüccetülislâm İmamı Gazalî hazretlerinin İhya’sında geçmektedir. Arzu edenler oraya bakabilir.
Ülkemiz bir kötülükler meşheri (teşhir yeri) ve ma’razı (sergisi) haline gelmiştir. Rüşvet bizde, talan bizde, dolandırıcılık bizde, kara para bizde, saçı bitmedik yetimlerin haklarını yemek bizde, ihalelere fesat karıştırmak bizde… Velhasıl ne kadar kötülük varsa hepsi bizde.
Böyle bir ülkede hiçbir aydın (münevver, ziyalı) Müslüman yağcılık, yalakalık, meddahlık, şakşakçılık yapamaz. Yaparsa alçak olur, aydın değil karanlık olur.
Bu yağcılar ve yalakalar niçin sayın sayın sayın deyip duruyorlar? Bir menfaat kapmak, bir rant koparmak, yağlı bir kemik apartmak için…Böylelerinin yüzlerine gerçekten toprak saçmak gerekir.
Bir yerde haksızlık, zulüm, fenalık, münker bir iş yapılacak ve Müslüman bunları yapanları alkışlayacak ve övecek… Böyle bir şey olabilir mi? Övmek bir tarafa, onları önce yapıcı bir şekilde tenkit etmesi ve uyarması gerekir. Düzelmezse şiddetli ve devirici tenkit yapması icab eder.
Namaz kılan Müslümanlar her gece kunut duasını okuyarak Yüce Allah ile bir sözleşme yaparlar. Kunut duasında “… ve nahleu ve netrüku men yefcürük…” derler, yani yer yüzünde fesat çıkartanları, fısk ve fücur (kötülük ve günah) işleyenleri makamlarından devirir, hal’ ve terk ederiz derler. Lisanıyla böyle diyen, uygulamada ise bunun tam tersini yapanlara Müslüman denilebilir mi? Onlar yağcı, yalaka, meddah, rantçı münafıklardır.
İslâm dininin temel prensiplerinden biri de emanetlerin ehline verilmesidir. Emanetlere, onları ehillerine vermeyerek hıyanet edenler gerçek Müslüman değil, münafıktır. Resûl-i Kibriya ve Fahr-i Kâinat aleyhi ekmelüttahiyyat Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “La imane limen lâ emanete leh = Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur” (Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, 1972 baskısı, 207’nci sayfada geçiyor.)
Kendilerini mücâhid, münevver, ziyalı, temiz, şuurlu Müslüman gösteren bazı kişilerin emanetlere hıyanet edenleri övmelerine, onlara yalakalık ve yağcılık yapmalarına ne buyurulur. Peygamber kâfir olurlar diyor, onlar tam tersini söylüyor. Zehi gaflet!
Başkanlıklar emanettir. Dinimiz bir kimsenin ehil olsa bile doğrudan doğruya başkanlığa tâlip olmasını haram kılmaktadır. Kendisi istemez, başkaları ona talip olurlarsa, ehil değilse kabul etmek yine haramdır. Fazla bilgi almak için Elmalılı Hamdi efendi merhumun Tefsirinin Yûsuf sûresi kısmına müracaat olunsun.
-Memuriyetler, makamlar, mevkiler, vazifeler de hep birer emanettir. Bu emanetler ehillerine verilecektir. Kur’ân’ın, Sünnetin, dinin, şeriatın emri budur. Emanetlerini ehil olanlara değil de eşe dosta, partiliye, akrabaya, çevresindekilere, hemşehrisine verenler münâfıktır, hâindir, hadîs-i şerife göre kâfirdir.
Türkiye bu hale nasıl geldi? Müslümanlar bugünkü zillete nasıl düştü? Bunca yetersizliğin, aczin, rezaletin, fesadın, esaretin sebebi nedir? Bu sebeplerin içinde “Emanetlerin ehil ve layık olanlara verilmemesi” kötülüğünün mutlaka zikr edilmesi gerekir. Evet nurlu ve ziyalı Müslüman asla yağcılık, yalakalık, meddahlık yapmaz; süflî dünya menfaatleri, haram rantlar ve kazançlar için zalimleri övmez.
İslâm’da bütün övgüler, hamdler, senalar Yüce Allah’a mahsustur. Peygamber Efendimize ve diğer Peygamberlere salat, selâm getirilir, hayır dua edilir. Ashab-ı Kiram için “Allah onlardan razı olsun” denir. Ashabtan sonra gelen hayırlı kişilere rahmet okunur.
Müslüman görünen fâsıklar, fâcirler, zâlimler asla övülmez, onlar göklere çıkartılmaz. Dünya menfaati, yağlı kemik, haram rant kapmak için yalakalık yapanlar yüksek ve aziz kişiler değil, alçak ve sefil mahlûklardır. 12 Haziran 2007