50 Âlimden Fetvâ Alınmalıdır
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazartesi
Müslüman iken, dinden çıkmak, kâfir olmak için dinin tamamını veya önemli bir kısmını inkâr etmek gerekmez. Zarurat-ı diniyeden birini inkâr eden, dinin geri kalan kısmını kabul ve tasdik etse bile kâfir olur.
Hindistan’da bundan yüz küsur sene önce
isminde bir kişi çıkmış ve peygamberliğini ilân etmişti. Din olarak İslâm’ı, Kitab olarak Kur’ân’ı, Nebi olarak Muhammed aleyhisselâmı kabul ediyordu ama onların yanına kendi peygamberliği inancını da ilave ediyordu. Mirza Gulam’ın aşırı taraftarları beş vakit namaz kılarlar, Ramazan’da oruç tutarlar, zekât verirler, hacca giderlerdi. Onların topluca yaşadıkları Rabwah şehrine giden bir Alman Müslümanı söylemişti:
Hindistan ve Pakistan uleması bu taifenin Müslüman olmadığına dair nice fetvalar vermiştir. Şair Muhammed İkbal’in, Ebu’l-Hasen Nedvî’nin, Mevdudî’nin Kadıyanîler aleyhinde kitapları bulunmaktadır, Türkçeye de çevrilmişlerdir. Benim kütüphanemde, Moris Adası’nda basılmış bu dine ait Fransızca bir ilmihal kitabı bulunuyor. Kelime-i Şahadet’i Arapça şöyle yazmışlar: “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah… Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah… (hâşâ diyerek devam ediyorum) ve eşhedü enne Mirza Gulam Ahmed nebiyyen…” İşte, bu ilaveleri onları dinden çıkartmış, daire-i İslâm’dan ayırmış, daire-i küfr içine sokmuştur.
Artık onların namazları, oruçları, zekâtları, hacları, Kur’ân tilâvetleri kendilerine fayda vermez. Çünkü, İslâm’ın “Muhammed aleyhisselâm Hâtemü’l-Enbiya’dır, kendisinden sonra artık Kıyamet’e kadar peygamber gelmeyecektir, kutsal kitap indirilmeyecektir” temel hükmüne aykırı bir inanca sahip olmuşlardır.
İslâm dünyasında zuhur eden bazı bid’atler vardır ki, onlar bağlılarını dinden çıkartmazlar, sadece bid’atçi Müslüman yaparlar. Lâkin zarurat-ı diniyeden birini inkâr eden kesinlikle dinden çıkmış, küfre sapmış olur. Neuzübillah! Kelime-i Tevhid’e, dine aykırı üçüncü bir cümle ve hüküm ilâve etmek nasıl küfür ise, o iki cümlenin birini kesin bir şekilde veya zımnen inkâr etmek de böyledir. Meselâ
demek asla caiz olamaz.
İki kelimeyi meskûtün anh geçmek (sessizlikle örtmek) İslâm’ın tamamını inkâr mânâsına gelir. Muhammed Resulullah hükmünü kaldırırsanız (veya kâfirleri üzmemek için söylemezseniz) geriye İslâm’dan ne kalır? İslâm elbette Tevhid dinidir. İslâm’da elbette Allah inancı esastır. Lâkin Tevhid olması, Allah inancının kâmil olması için mutlaka Hâtemü’l-Enbiya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin risaletini ve dâvetini kalp ile tasdik, lisan ile ikrar gerekir.
Putlara tapan cahil ve kâfir Arap müşrikleri Allah’a inanmaz değillerdi. Bugün Hindistan’da yaşayan Mecusîler, 10 bin puta tapıyorlar, onların üstünde bir de Ram ismini taşıyan büyük ilah olduğuna inanıyorlar. Velhasıl her dinde Allah inancı vardır. Lâkin bu, mü’min olmak için yetmiyor. Muhammed aleyhisselâmın Allah elçisi ve habercisi olduğuna iman edeceksin, O’nun bildirdiği Kur’ân-ı Azimüşşanın Allah’ın kitabı olduğunu kabul edeceksin, O’nun getirdiği din ve şeriatı kabul edeceksin ki, Allah’a hakkıyla iman etmiş olasın. İslâm’daki Allah inancının iki özelliği vardır:
-Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih eder.
-Allah’ı bütün kemal sıfatlar ile tavsif eder.
Bu ancak ve ancak Muhammed aleyhisselâmın tebligatı ve talimatı ile olur. İmdi, hiçbir Müslümanın, kâfirlerin gönlünü hoş etmek, onlara şefkat ve merhametle yaklaşmak için dinin esaslarından tâviz (ödün) vermeye hakkı yoktur. Böyle bir hakka, Âdemoğullarının Seyyidi olan Muhammed aleyhisselam da sahip olmamıştır. Peygamber, hiçbir ilâve ve çıkartma yapmadan Kitabullah’ı insanlara aynen ve tamamen tebliğ buyurmuşlardır.
Resulullah Efendimizin hayatının son devrinde “Bugün sizin dininizi ikmal ettim (tamamladım)“ buyurulmuştur. Muhammed aleyhisselâtü vesselâmın gelmesiyle yepyeni bir din gönderilmemiştir. Hazret-i Âdem’den, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan, İsa’dan beri (hepsine selâm olsun!) devam edegelen İslâm dini kemâlini bulmuştur.
Hazret-i İbrahim “Yahudi veya Nasranî değildi; o hanifti, müslimdi.” Kur’ân böyle diyor. Kur’ân’ın bu açık beyanı karşısında “Üç ibrahimî din…” safsatalarının hiçbir kıymeti yoktur.
Hazret-i Musa’nın dini de İslâm idi. Hazret-i İsa’nın dini de İslâm’dan başka bir şey değildi. Muhammed aleyhisselâmın gelmesiyle, ondan önceki dinlerin ve şeriatların hükümleri kalmamıştır. “Üç hak din…” gibi sözler Kur’ân’ın ruhuna, Resûl-i Kibriya Efendimizin beyanatına ve İslâm dininin temel ve esaslarına tamamen aykırıdır. Dinlerarası diyalog olabilmesi için mutabakat şartı gerekir.
Bu şartlar altında nasıl diyalog yapılabilir? Birtakım saf, cahil, gafil genç Müslümanlara çok acıyorum, hallerine çok üzülüyorum. Birilerinin peşlerine düşmüşler, çok vahim vartalara giriftar olmuşlar. Görmedim, “Müslüman Hıristiyanlar” adında bir kitap yayınlandığını bile duydum.
Allah İbrahim Halilullah aleyhisselâm efendimiz için “O Yahudi ve Nasranî değildi, hanif ve müslimdi” buyururken biz Nasranîler için nasıl ibrahîmidir, Müslümandır diyebiliriz?
Bırakın bugünkü Hıristiyanlıkları, Hazret-i İsa’nın tebliğ etmiş olduğu hak din bile, Muhammed aleyhisselamın gelmesinden sonra hükümden kaldırılmıştır. Gerçekten çok büyük bir fitne karşısındayız. Siyonistler ve Haçlılar, birtakım islâmî sektler vasıtasıyla Müslümanların içlerine girmişlerdir. Diyalog ve Hoşgörü işinde milyarlarca dolar döndüğü söyleniyor.
Zahiren İslâm’a benzeyen yeni bir din türetmek istiyorlar. Ilımlı İslâm, Light Islam, Ehlî (Evcil) İslâm… İlimleri olduğu halde bu işlere bulaşanlara fazla acımıyorum. Benim acıyıp üzüldüklerim körü körüne bağlı olan câhil fanatiklerdir.
Diyalog ve hoşgörü konusunda Müslümanlar arasında çok derin, çok köklü, uzlaşma ihtimali olmayan bir ihtilâf vardır.
1. Ehl-i Sünnet Müslümanları, cumhur-i ulema böyle bir şey olamaz, bu küfürdür diyorlar.
2. Bir kısım islâmî sektler ise caizdir, biz yaptık oldu diyorlar.
Diyalogçuların yirmi-otuz ana konuda küfre düştüklerine dair iddialar bulunuyor.
Âcilen yapılması gereken şudur:
İslâm dünyasının büyük din otoritelerine müracaat edilerek bu konuda onların fikirleri sorulmalıdır, fetva istenmelidir.
En az elli büyük (icazetli, ehliyetli, sünnî) din âliminin fetvaları bir araya getirilip kitaplaştırılmalıdır.
Mısır’da, Suriye’de, Arabistan’da, Pakistan’da, Hindistan’da, Habeşistan’da, Lübnan’da, Fas’ta ve diğer bilâd-ı islâmiye’de çok derin hocalarımız, muktedir müftülerimiz bulunuyor. Onların bu konuda verecekleri raporlar ve fetvalar büyük önem taşıyacak, zihinlerin karışıklığı giderilecektir.
Bu işi kim yapacaktır?
Elli büyük hocaya yazılar yazılacak, sorular sorulacak; diyalogçuların ve hoşgörücülerin iddiaları, alıntılar yapılarak bildirilecektir.
Birkaç soruyu yazıyorum:
1) İslâm’a göre “üç ibrahimî din” demek câiz midir?
2) Hazret-i Muhammed’i, Kur’ân’ı inkâr edenler ehl-i necat olabilir, Cennet’e girebilirler mi?
3) Kâfirleri üzmemek için Kelime-i Tevhid’in ikinci kısmını meskutün anh geçmek câiz midir?
(Şiî kardeş ve vatandaşlarımız için dünyanın önde gelen Şiî ulemâsından da fetvalar alınmalı, kitabın sonuna eklenmelidir.) Bu işin sekreterliğini kim yapacak? Masraflarını kim karşılayacaktır? 14 Mart 2006