Türkiyemizin çok acı realiteleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 11 Kasım 2018
Türkiyemizin acı ve üzücü realitelerinden 15’ini aşağıda kısaca beyan etmek istiyorum.
Birinci acı realite:
Türkiye Müslüman bir ülke ama artık maalesef İslâm ülkesi değil, sadece Müslüman bir ülkedir. Müslümanlar çoğunlukta, onların büyük çoğunluğu sosyolojik Müslüman. Halk özet de olsa İslâmı iyi ve doğru olarak bilmiyor. İlmihalini yeterli derecede bilenlerin sayısı yüzde bir. Bu, gerçekten vahim bir realitedir.
İkinci realite:
İtikad bakımından çok büyük çok vahim, helak edici cahillikler görülüyor. Ehl-i Sünnet kasıtlı şekilde yıpratılıyor, dinamitleniyor. Onlarca sapık fırka ve sekt zuhur etmiş.
Üçüncü realite:
Sahih bir imandan sonra dinimizin ikinci temeli olan beş vakit namaz terk edilmiş. Günlük namazları kılanların sayısı yüzde onun altına düşmüş. Çok vahim bir tablo. Müslümanlar günlük farz namazları terk ederlerse dinlerini bizzat yıkmış olurlar.
Dördüncü realite:
Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, dört fıkıh mezhebinin ittifakıyla farz namazları cemaatle kılmak ya farz ya farza yakın bir vecibedir. Namaz kılanlar yüzde onun altına düşmüş, cemaate katılanlar yüzde birin altında. Hadis-i şerifte “Cemaat rahmet, tefrika (bölünüp parçalanma) azaptır.” buyruluyor.
Beşinci realite:
Din kitaplarında yazılıyor ama pratikte, realitede ümmet diye bir şey yok. Müslümanlar büyük orta küçük, birbirinden kopuk bin parçaya ayrılmışlar. Bu yüzden, sayıca çok olmalarına rağmen güçlerini, tesirlerini yitirmişler, zillete duçar olmuşlar.
Altıncı realite:
1924’te son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han Hazretlerinin yurtdışına sürülmesinden sonra Müslümanların başında kendisine biat ve itaat edilen bir İmam, Emîr yok. Bu realitenin en acı tarafı Müslümanların böyle korkunç bir yokluktan haberleri olmaması ve üzülmemeleri.
Yedinci realite:
Türkiye Müslümanlarının, çocuklarını ve genç nesillerini Müslümanca yetiştirecek kendi eğitim sistemleri, okulları yok. Son elli yılda elli bin yeni cami yaptırıldı ama bir tek gerçek İslâm Mektebi açılamadı. Bir takım hayırsever Müslümanların özel okullar, kolejler açması elbette sevindiricidir, lakin bunlar bahs ettiğim boşluğu dolduramaz. Çünkü lâik ve kemalist okullardır. Bir okulun İslâm okulu olması için, buluğa ermiş bütün öğrencilerinin, bir eksiksiz, farz namazları cemaatle kılması gerekir. Eskiden Galatasaray Sultanisi’nde (lisesinde) böyleymiş.
Sekizinci Realite:
Müslüman kadın ve kızların yarıya yakınının açılıp saçılmaları, İslâmî ölçütler açısından çok acı bir realitedir. Biz bu realitenin farkında olsak ağlamaktan üzülmekten, kahrolmaktan baygın düşerdik. Yüzde ellisi dedim, başını örten yüzde elli kadınların büyük kısmının tesettürü de ayrı bir faciadır. Allı zilli, püsküllü, alaca bulaca, davullu zurnalı, ciğer kırmızılı, bana bak bana, rüküş ve şeytani tesettür.
Dokuzuncu realite:
Türkiyenin iç barışı, sosyal mutabakatı (uzlaşı) uzun yıllardan beri sinsice yıkılmaktadır. Halkımız Türk Kürt, Sünni Alevi, dindar lâik, kamplarına ayıldı. Çeşitlilik içinde birlikte yaşamak havası kalmadı. Dehşetli bir kopukluk oluşturuldu. Bu realite Türkiyenin geleceğini tehdit etmektedir. Müslüman kesimin önderleri iç barışı ve sosyal mutabakatı güçlendirmek için ellerinden geleni yapmalıdır. Daha önce üç kere yazmıştım. İstanbul Pendik’te Alevi kardeşlerimize hizmet veren bir cemevi varmış bunun başında ki muhterem zat oraya bir mescit yaptırtmış, “Sünni kardeşlerimizden gelen olursa namazını burada kılsın.” diyormuş. İşte Sünnilerle Aleviler arasındaki münasebet böyle olmalıdır. Kavgayla, kinle, düşmanlıkla bir yere varamayız.
Onuncu realite:
Ülkemizin en acı realitelerinden biri, artık kendimize yetecek miktarda ekmeklik buğday üretemememizdir. Halbuki yakın tarihte Türkiye ihtiyacından fazla buğday üretip dışarıya ihraç ediyordu.
On birinci realite:
Besicilik hayvancılık konusunda da çok kötü durumdayız. Hayli büyük yüzölçümü olan vatanımızın yaylalarında, meralarında, otlaklarında ihtiyacımızı karşılayacak besicilik yapamıyoruz. Son otuz yıl içinde tarım arazilerini, otlakları inşaata yapılaşmaya betonlaşmaya açtık. Bu, milli bir felakettir. Rezalete bakın: Türkiye Sırbistan’dan et alıyor.
On ikinci realite:
Çok acı çok utanç verici çok rezil bir realite; Müslüman halkımıza büyük miktarda yaban domuzu, evcil domuz, eşek eti yedirilmesidir. Bu felaketin yanında bir de İslâmi usullere göre kesilmeyip içi boşaltılmadan kaynar suya atılıp murdar hale getirilen tavuk leşlerinin tükettirilmesidir. Bunu yapanların, buna göz yumanların Allah belasını versin.
On üçüncü realite:
Cep telefonu yakın çağın teknolojik bir harikasıdır. İhtiyaç varsa elbette alınacak ve kullanılacak. Lakin Türkiyemiz cep telefonu konusunda dehşetli bir statü hastalığına, bağımlılık çukuruna düşmüştür. Nüfus sayısına oranla dünyada en fazla cep telefonu bizdeymiş. İçmeye ayranı olmayan geçim sıkıntısı çeken insanlar bile ne yapıp yapıyor borç harç pahalı lüks gösterişli telefonlar alıyor. Sokaklarda yampiri yampiri yürüyerek cep telefonuyla konuşanın haddi hesabı yok. Üç bin liralık telefon almış, işini fazlasıyla görüyor, yeni modeli çıkmış, altı bin lira, öncekini atıp yenisini alıyor. Cep telefonu bağımlılığı uyuşturucu kullanmaktan çok daha tehlikeli.
On dördüncü realite:
Ülkemizin en büyük iktisadî sektörünün inşaat, mesken, yapılaşma, betonlaşma faaliyetleri olması tarih çapında muazzam bir felakettir. Japonlar gibi mütevazı evlerde oturup, tasarruf edeceğimiz yüz milyarlarca hatta bir trilyon dolarla otomobil ve elektronik fabrikaları kurmuş olsaydık daha akıllıca hareket etmiş olmaz mıydık?
On beşinci realite:
Çok utanç verici, çok rezil, çok kepaze, yüz karası bir realite: Resmi, yasal seks köleliği. Devletimiz uluslararası kadın hakları sözleşmelerine imza koyarak, kadınları seks kölesi olarak çalıştırmayacağını taahhüt etmiş olduğu halde, bu acı realite karşımızda korkunç bir gulyabani gibi duruyor. Devlet bir takım kadınlara seks köleliği vesikası veriyor. Bunlar devletin ruhsatıyla çalışan genelevlerde hijyenik (!) seks yapıyor. Bu seksten KDV ve gelir vergisi alınıyor, devlet bütçesine konuyor. Kapılarında da resmi güvenlik memurları var. Bana inanmayan Sabah Gazetesi’nde yayınlanmış olan “Bir Genelev Polisinin Anıları” başlıklı yazıyı internetten indirip dikkatli bir şekilde okusun. Bir defa mı okusun? Hayır… En az ayda bir kere okunmalı. Lütfen çok rica ediyorum bu ateş gibi yakan yazıyı çevrenize de okutunuz.
***
On beş acı realiteyi sizlere arz etmiş bulunuyorum. Yazı hem uzadı, hem de içime fenalık geldi, şimdilik bu kadar. 08.02.2018