Pazar

 

Korktuğumuz başımıza geldi!.. Avrupa Birliği yetkilileri dinî işlerimize de karışmaya başladı. AB liderleriyle görüşmek için Belçika’nın başşehri Brüksel’e giden Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül’e, AB teşkilatı ileri gelenleri, Türkiye’de okunan bir Cuma hutbesinden dolayı şikâyetlerini bildirmişler. 11 Martta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camilerde okuttuğu ve içinde “Allah katında tek (hak) dinin İslâm olduğu” görüşünün “dinsel ayrımcılığa teşvik ettiği” ve bu sebeple Avrupalılarda endişe ve kaygı uyandırdığı söylenmiş. Yine AB yetkilileri aynı hutbede Misyonerlik faaliyetlerine atıfta bulunarak “Özellikle etnik ayrımcılıktan, mezhep farklılıklarından, ekonomik ve siyasi sıkıntılardan, hatta deprem, sel ve benzeri afetlerden yararlanarak çocuklarımızın imanını çalmaya çalışmaktadırlar” denilmiş olmasının hoşa gitmeyen bir tavır olduğu söylenmiş.

Bu işin sonunun böyle olacağı belliydi. Adamlar ve Madamlar artık resmen bizim dinimize, ibadetimize, namazımıza, hutbemize karışmaya başladılar.

“Allah katında yegâne (hak) din İslâm’dır” denilmesinden memnun olmamışlar, endişelenmişler… Bu sözdeki hükmü biz çıkartmadık. Allah, Kur’ân-ı Kerim’de böyle buyuruyor. Biz Kur’ân’ın ilahî vahiy olduğuna, ondaki bütün hükümlerin kesinlikle gerçek olduğuna inanıyoruz. Gayr-ı müslimler inanmıyorlarmış. Olabilir, Kur’ân onlara “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize…” diyor.

AB yetkililerinin, Türkiye Müslümanlarının Cuma hutbelerine karışmaya hakları var mıdır? Elbette yoktur. Hutbelerden endişe duymaları biz Müslümanların din, inanç, vicdan hürriyetimize dolaylı bir tecavüz sayılır.

Türkiye’de bir hoca, cami kürsüsünde veya minberinde, savaş halinde olmadığımız gayr-i müslimlere karşı agresif bir lisan kullanmış olsa, terörizme teşvik etse şikâyete, endişelenmeye hakları olabilir. Lakin ortada böyle bir durum yok. Hutbede Kur’ân’daki bir âyetin meâli söylenmiş.

AB yetkililerine soruyoruz:

1. Katolikler “Kilisenin dışında selamet, felah ve necat yoktur” demiyorlar mı?

2. Türkiye’deki on binlerce agresif, militan, fanatik, Evangelist misyoner, halkımızı Teslis dinine çağırırken ayrımcılık yapmış olmuyor da, Cuma hutbesinde “Allah katında tek (hak) din İslâm’dır” denildiği vakit mi yapılmış oluyor?

3. Herkesin bildiği realite şudur: Hıristiyanlar Müslümanları kâfir olarak kabul ederler, Müslümanlar da onları. Bu teolojik bir meseledir. Avrupa Birliği’nin bu gibi teolojik ihtilaflara karışmaya hakkı ve selahiyeti yoktur.

4. Onlar bizim Peygamberimizi gerçek Peygamber olarak kabul etmiyorlar. Kur’ân’ı Allah kelamı kabul etmiyorlar. İslâm’ı hak din olarak kabul etmiyorlar. Biz Müslümanlar ise, bütün Peygamberlere iman ediyoruz, Allah’ın Tevrat ve İncil adında kutsal kitaplar göndermiş olduğuna iman ediyoruz. Bu durumda ayrımcılığı biz mi yapıyoruz, onlar mı?

Sayın Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül Beyefendi, Cuma hutbesinden şikâyet eden AB yetkililerine ne cevap vermiştir, bilmiyorum. Ben onun yerinde olsaydım:

– Mösyö, biraz ciddi olunuz!..

derdim.

Onlar, bizim Müslümanlığımızdan razı ve hoşnut değildirler. Onların tedirginlik ve endişesi, Cuma hutbesinde söylenen bir cümleden ileri gelmiyor. Onlar bizim Müslümanlığımıza topyekûn muhaliftirler. Türkiye Müslümanları gerçekten çok zor durumdadır, ateş çemberleriyle sarılmış vaziyettedir, adeta örsle çekiç arasında kalmış durumdadır. Türkiye’ye karşı amansız bir Haçlı Seferi başlatılmıştır. On binlerce misyoner, binlerce kilise-ev, yüzlerce bağımsız ve ihtişamlı kilise binası, her yıl dağıtılan milyonlarca propaganda broşürü… Geçtiğimiz Cuma sabahı Vanlı bir vatandaşımızla görüştüm. Oradaki eski kiliselerin tamiri ve yenilerinin inşası için 250 milyon dolar gönderildiğini söyledi.

Agresif misyonerler alabildiğine hür, serbest, pervasız… Müslümanların ise elleri kolları bağlı. Daha iki hafta olmadı, İstanbul’un büyük gazetelerinden biri Yargıtay’ın verdiği bir kararı bahane ederek “Şeriat En Yakın Tehlike” başlığını attı. Bu ilerici, çağdaş, materyalist, pozitivist, devrimci gazete acaba “Teslis En Büyük Tehlike” diye yazar mı? Bizimkiler Avrupalılardan zılgıt yiyince, belki de Diyanet’e söylenmişlerdir. Dilinizi tutsanız da, Mösyöleri, Madamları kızdırmasanız olmaz mı?

Siyasi, sosyal, kültürel yangınlar bildiğimiz yangınlara benzemez. Bildiğimiz yangında ateş zuhur eder, duman çıkar. Siyasi, kültürel, sosyal yangınların ateşi, alevi, dumanı fizikî değildir. Şu anda Türkiye siyaset, kültür ve sosyal açılardan dehşetli bir yangın içindedir. Bu yangın ülkeyi, milleti, devleti tehdit etmektedir. Milletçe fesat ateşlerini söndürmeye çalışmamız gerekir, hem de var gücümüzle. Aksi taktirde yanarız.

Savunma hakkı kutsal bir haktır. Müslüman Türkiye halkının dinini, imanını, millî kimliğini, millî kültürünü, mukaddesatını, bütün yasal vasıta ve yollarla savunması gerekir. Bu savunmayı yapmazsak tarihten siliniriz.

Halkın bir kısmında gerçekten tedirginlik, üzüntü, infial, endişe var. Onlara mukabil, kendilerini “Diyalogcu ve Hoşgörülü” olarak tanıtan bir zümre, Müslümanlardan rahatsız olanlarla canciğer dostluk bağları kurabiliyor, onlarla işbirliği yapabiliyor. Adamlar, “Allah katında tek hak din İslâm’dır, diyerek ayrımcılık yapıyorsunuz” diyenlere, “Üç din de İbrahimîdir… Üç dinin de Amentüsü birdir…” diyorlar.

Diyalog ve hoşgörü ideolojisine kapılanların merhum üstad Bediüzzaman Saidî Nursî Hazretlerini alet etmeye çalışmalarını üzüntüyle, teessüfle karşılıyorum. Bediüzzaman Hazretleri dinden, imandan, Kur’ân’dan, Şeriat’tan, fıkıhtan en ufak bir taviz vermemiştir. Bir keresinde, ağır ceza mahkemesi duruşmasına başında İslâmî imame olarak çıkmış, Reis “Başındakini çıkar…” deyince, Hazret, şu cevabı vermiş: “Reis bey, benim başımdaki bu İslâmî serpuşu siz ancak başımla birlikte çıkartabilirsiniz…”

Böylesine tavizsiz, böylesine medenî cesareti olan bir kimse Tevhid inancından asla taviz vermez. Diyalogcular ve toleransçılar, onun bir cümlesini dillerine dolamışlar, istismar ediyorlar. Bedîüzzaman Hazretlerini tenzih ediyoruz.

Müslüman kardeşlerime min gayr-i haddin (haddim olmayarak), naçizane tavsiye ve tekliflerim vardır:

1. Yüce dinimizden, imanımızdan, Kur’ânımızın ahkâmından, Resulullah Efendimizin Sünnetinden en ufak bir ödün bile vermeyelim. Buna hakkımız yoktur. Bu din bize emanettir, bizden sonraki nesillere bütünüyle ulaştıralım.

2. Diyalog ve Hoşgörü tuzağına düşmeyelim.

3. Domuzdan post, inkârcıdan dost olmaz… Bunu unutmayalım…

4. Biz doğru yolda olursak, Allah’ın yardımı, Peygamber Efendimizin ruhaniyeti, diğer Enbiya-i izam Hazeratının ruhaniyetleri bizimle birlikte olacaktır.

5. Dinimizi bütün meşru vasıtalarla ve var gücümüzle savunalım. Belki biz görmeyeceğiz ama şayet dünya batmazsa, en geç 2050 yılında Avrupa ve Amerika inşaallah Müslüman olacaktır.

6. Misyonerler Teslis için ne kadar çalışıyorsa, biz de Tevhid için onlardan daha fazla çalışalım.

7. Biz inkârcılardan üstünüz, çünkü hiçbir ayırım yapmadan bütün Peygamberleri kabul ediyoruz, hepsine birden iman ediyoruz. İslâm inancı Hazret-i Muhammed’le başlamamıştır, Hazret-i Âdem’den beri olan tek geçerli din İslâm’dır. Değişiklik füruatta ve Şeriattadır. Usûlde hiç değişiklik olmamıştır.

Osmanlılar zamanında devlet, dini koruyor ve savunuyordu. Şimdi böyle bir durum yok. İş başa düşmüştür, Müslümanlar dininize sahip çıkınız. 28 Mart 2005