AB Tuzağı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Salı
Halkın tepesine yağmur gibi bilgi ve haber yağıyor. Gazeteler, televizyonlar haber dolu. Peki Türkiyeliler olup bitenleri öğreniyor ve biliyor mu?
Heyhat!
Sokaktaki vatandaşların bir kısmı Avrupa Birliği’ne ya girdik, yahut girmek üzereyiz sanıyor.
Halbuki işin doğrusu şudur:
Avrupa Birliği’ne alınmamız için müzakereler başlayacak ve bunlar belki de onbeş sene sürecektir.
Avrpulalıların istediği şartları yerine getiremezsek alınmayacağız.
Avrupa devletleri bizi Birliğe almak hususunda samimî niyetlere sahip midir?
Hiç zannetmiyorum.
Ankara rejimini ümitlendiriyorlar ve bizden tâviz (ödün) üzerine tâviz kopartıyorlar.
Belçikalı bir zat ağzından baklayı çıkarttı, Akşam gazetesine verdiği demeçte:
“Türkiye’de kilise yapmak, cami yapmak kadar kolay olmadıkça Birliğe giremezsiniz” dedi.
Bugünkü iktidar, Avrupalıları razı ve memnun etmek için kilise açılmasını teşvik edip duruyor.
Avrupalılar bununla yetinecek mi?
Hiç yetinirler mi?
Binlerce büyük kilise açılacak, onların yanında onbinlerce ev-kilise kurulacak. Daha şimdiden, kısa zaman içinde Siirt’te iki kilise açılmış bulunuyor.
Bunlar yetmez diyecekler.
Daha ne istiyorsunuz?
Ayasofya’yı, Zeyrek Camii’ni, vaktiyle kiliseden çevrilmiş diğer camileri de kilise yapacaksınız, oralarda çanlar çaldıracaksınız.
Bu da yetmez…
Rum Ortodoks Patriği’ni ekümenik patrik olarak kabul edeceksiniz.
Heybeliada’daki Rum Ortodoks Ruhban yüksek okulunu açacaksınız ve cayır cayır, harıl harıl papaz yetiştireceksiniz.
İlâhiyat fakültelerinize Hıristiyanlık kürsüleri koyacaksınız.
Ülkenizin vaktiyle Rum nüfusunun yaşamış olduğu bölgelerini Rum yerleşimine açacaksınız.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Ermenilere açacaksınız.
Okullardaki din derslerinde Hıristiyanlığı da öğreteceksiniz.
Bunları hayalimden yazdığımı zannetmeyin, hepsi istenmiştir.
Adamların isteği şu:
Türkiye’den Müslümanlığı ve Müslümanları büsbütün kaldıramasalar bile birkaç milyon Hıristiyanın yaşadığı karma bir ülke olmasını istiyorlar.
Bazı büyük politikacılarımız Haçlıları memnun etmek için birkaç camiyi (vaktiyle kiliseden çevrilmiş) tekrar kilise yapmayı planlıyorlar ama halkın tepkisinden çekiniyorlar. Çekinmeseler hemen yaparlar.
Türkiye Avrupa Birliği’ne girebilir mi, alınır mı?
Çok şüpheli, çok zor…
Alınsa bile bugünkü haliyle kesinlikle alınmaz.Önce kuşa çevrilir, sonra alınır.
Yine halkın bir kısmı:
AB’ye girersek gökten para yağacağını sanıyor.
Hava alırlar…
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi demek tarımının, hayvancılığının, küçük sanayiinin, esnafın çökmesi demektir.
AB pahalılık demektir.
ABhalkın ezilmesi demektir.
Birliğe girersek Avrupalılar yılda üç milyar Euro yardım yapacakmış…Bu yardımı herhalde kara gözlerimize âşık oldukları için yapacak değiller. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Kaşığıyla yedirirler, sapıyla göz çıkartırlar.
Türkiye’den yılda otuz hattâ yüz milyar Euro kazanacaklarsa niçin üç milyar yardım yapmasınlar.
Avrupalılar:
-Bizden daha kültürlüdür.
-Ticaret, finans, sanayi, iktisat işlerini bizden iyi bilirler.
-Onların, sömürgecilik/kolonyalizm konusunda büyük birikimleri, engin tecrübeleri, geniş uzmanlıkları vardır.
-Avrupalılar, ister gerçek Hıristiyan, ister sosyal kimlik bakımından Hıristiyan olsunlar, yüzde doksanında Haçlı ruhu ve zihniyeti vardır.
AB’ye giren ülkelerde pahalılık artar.
Zengin, varlıklı, tuzu kuru küçük bir azınlık bundan zarar görmez.On milyonlarca fakir ve orta halli halkımız ise büyük zarar görür.
Evet medyamız halkı AB konusunda yeteri kadar bilgilendirmiyor.
AB’ye girmenin hem faydalı, hem zararlı tarafları vardır.
Bunların çok açık, çok seçik şekilde listesi yapılmalı ve halkın anlayacağı şekilde anlatılmalıdır.
AB’ye girmemizin, faydadan çok zararı varsa bundan vazgeçilmesi gerekmez mi?
Düne kadar AB’ye hayır diye yırtınan birtakım politikacıların bugün hararetli AB taraftarı olmalarının sırrı ve hikmeti nedir?
Niçin fikir değiştirmişlerdir?
Bunu samimî ve gerekçeli şekilde açıklamalıdırlar.
Halkın iradesini temsil eden milletvekillerinin çoğunluğuna AB konusunda konuşma yasağı getirilmiştir. Demokraside böyle yasak olur mu?
Meclis’e girmiş bir vekil, şu veya bu vilayetin, şu veya bu partinin milletvekili değil, bütün Türkiye’nin vekilidir. Mutlaka hür ve serbest bir şekilde konuşması lazımdır.
“Avrupa’da cami açmak ne kadar kolaysa, Türkiye’de de kilise açmak o kadar kolay olmalıdır…” sözü bir demagojiden, safsatadan ibarettir.
Çünkü:
-Biz Müslümanlar Hazret-i İsâ’ya iman ederiz, onu severiz. Hıristiyanlar ise bizim Peygamberimizi inkâr ederler, ona, -hâşâ- yalancı derler.
-Avrupa’da din, inanç, inandığı gibi yaşamak, dinî dernek kurmak, dinî eğitim vermek, din okulları açmak hürriyeti vardır. Bizde ise bu hürriyetler ya yoktur, yahut son derece kısıtlıdır. Meselâ bizde bir grup Müslüman özel bir cami açamaz. Çocuklarına özel din dersi verdiremez. Müslüman kızlar okul ve üniversitelerde başları kapalı olarak okuyamaz. Müslümanlar din derneği kuramaz. Bizdeki Diyanet Başkanlığı bağımsız, hattâ özerk bile değildir. Elbette bu şartlar altında, yani Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında hürriyet ve imkân eşitliği olmadığı için bizde kilise açılması doğru değildir. Belçikalı çokbilmiş zat, önce Türkiye Müslümanlarına gereken insan haklarını ve din hürriyetini sağlasın ondan sonra konuşsun.
Sırası gelmişken, Diyalog ve Hoşgörü tuzağına da temas etmek istiyorum. Birtakım cemaatler ve kişiler, Türkiye’de yaşayan din kardeşlerinin haklarını korumak yerine Hıristiyanlarla garip bir muhabbet ve işbirliği içine girmiş bulunuyorlar.
“İslâm ile Hıristiyanlık arasında esasta fark yoktur…” diyenler yalan söylüyor.
Çok büyük farklar, ihtilâflar, uçurumlar vardır iki din arasında.
-İslâm Tevhid dinidir, Hıristiyanlık teslis dini.
-Hıristiyanlara göre Hazret-i İsâ Allah’tır.Müslümanlıkta ise böyle demek küfürdür. Hıristiyan akaidine göre Hazret-i İsâ’nın uluhiyetini (tanrılığını) inkâr eden kâfir olur.
İslâm dini, Hazret-i Muhammed’in en son ve en büyük Peygamber olduğunu beyan eder. Bu inancı inkâr eden kâfirdir.Hıristiyanlar ise O’nun Peygamberliğini kabul etmezler.
-İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm’dir. Hıristiyanlar o kitabı da inkâr ederler, O’na -hâşâ- “‘uydurmadır” derler.
Şimdi birtakım Diyalogçulara, Toleransçılara soruyorum:
Bu ihtilâflar, bu anlaşmazlıklar büyük ve derin değil midir?
“İki din arasında esasta fark yoktur…” demek yalan değil midir?
Demagoglar şöyle cevap verebilir:
-Biz de onlar da Allah’a iman ediyoruz…
Onlara deriz ki:
-Eski Mekke müşrikleri (putperestleri, Allah’a ortak koşanlar) da Allah’a inanıyordu!
Yetmiş iki millet Allah’a inanmaz değil. İnanıyorlar ama nasıl?
İslâm, hiçbir şekilde Allah’a eş, ortak, oğul koşulmasını kabul etmez.
Biz Müslümanlar Diyaloğa hayır, toleransa evet diyoruz.
Nasıl bir tolerans?
Ecdadımız şanlı Osmanlıların toleransı…
Başkasını kabul etmeyiz.
Hiçbir Hacının, Hocanın, Hocaefendinin, Hazretin, Müslümanları Diyalog tuzağına düşürmeye hakkı yoktur. 22 Aralık 2004