AB’ye Girmek veya Girmemek
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Çarşamba
Türkiye Avrupa Birliği’ne girerse, başta din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti olmak üzere birçok hürriyet ve serbestlik gelecektir. Hem Avrupa Birliği üyesi olacaksın, hem de temel hak ve hürriyetleri kısıtlayacaksın. Böyle bir şey mümkün değildir.
Ancak şu husus da bir an için olsun hatırdan çıkartılmamalıdır ki, AB’ye girmenin birtakım maslahatı (faydalı, iyi tarafları) olduğu gibi mefsedetleri de (kötü, fesatlı tarafları) vardır. Bunun hesabını iyi yapmak gerekir.
Şu anda birtakım güçler Türkiye’nin parçalanması hesaplarını yapmışlar, uygulamaya geçmişlerdir.
Batı Avrupa ülkelerinde Hıristiyanlık din olarak geriliyor ama bir kimlik, kültür, kişilik, medeniyet unsuru olarak hâlâ canlılığını koruyor. Hıristiyan Avrupa, Anadolu’yu tekrar Hıristiyanlaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Şu anda:
– Misyonerler en az otuz bin vatandaşımızı son birkaç yıl içinde Protestan yapmışlardır.
– Büyük şehirlerimizde gizli kiliseler açılmıştır. Polis ve istihbarat bunları biliyor ama bir şey yapmıyor. Müslümanlar, devlet denetimi dışında özel bir cami açsalar ona karışırlar, kiliselere güçleri yetmiyor.
– Alanya’da yaşayan Almanlar için yeni bir kilise yapılması izni verilmiştir.
– Şu anda hiçbir Hıristiyan vatandaşımızın yaşamadığı birtakım şehirlerde dört duvardan ibaret kalmış eski kilise harabeleri tâmir ve restore edilmektedir.
Türkleri İslâm’dan kopartmak, dinimizi Şeriatsız ve fıkıhsız bir hümanizma haline getirmek için sinsice çalışan dış emperyalist güçler yazılı-edebî lisanımızı da bitirmişlerdir, bitirtmişlerdir. Türkler Türkçe’yi kaybederlerse kimliklerini, kişiliklerini, kültürlerini de yitireceklerdir. Ana dilleri Türkçe olan Müslümanları iki büyük güç ayakta tutuyor: Bunların birincisi din ve inançtır. İkincisi yazılı ve edebî lisandır, Türkçedir. Bizde bu ikisi de suikasta uğramaktadır.
Bazı sığ fikirli, kültürsüz, firasetsiz sözde dindarlar “Türkçe ile İslâm dininin ne alâkası olabilir?” diyebilirler. Biz Müslüman Türkler zengin, edebî bir Türkçe olmadan varlığımızı sürdüremeyiz. İnsan lisan demektir, cemiyet lisan demektir. Birkaç yüz kelimelik günlük konuşma dili fertleri ve toplumları yüceltmez, ayakta tutmaz. Mutlaka büyük, zengin, engin bir dilimiz olması gereklidir. Osmanlılar zamanında âlimler, münevverler, okur-yazarlar, yüksek tabaka üç dil biliyordu: Arapça, Farsça, Türkçe. Osmanlı’yı üstün kılan sadece orduları değildi. Ordulardan önce lisanın güçlü olması gerekir. Yirminci asrın ilk çeyreğine kadar Türkçe, üç büyük lisanın (Arapça’nın, Farsça’nın, Türkçe’nin) bütün güzelliklerini, zenginliklerini bünyesinde toplamış emperyal bir lisandı.
Bugün Türkiye’de islâmî hareket istenilen seviyede değilse bunda lisansızlığın da büyük tesiri vardır. Güdük, çapsız, küçük, sığ, dar ufuklu bir lisanla büyük işler, büyük hareketler başarılamaz.
Türkiye’yi hangi dış güçler parçalamak istiyor? Onların planları ve programları nelerdir? Şimdiye kadar ne gibi kötülükler yaptılar?.. Biz bu soruların cevaplarını aramak için ilmî araştırma kurumları bile kurmamışızdır. İlimsiz, irfansız, araştırmasız, stratejisiz burnumuzun ucunu bile göremeyiz.
İki sene öncesine kadar Sabataycılık nedir, bilen kaç kişi vardı? Şimdi Sabataycılığı duyduk ama bu konuda büyük, ilmî, derin, ciddî araştırmalar yapılıyor mu?
Ülkemizde Bahaîlik diye bir din vardır. Bu dinin bir “Türkiye Ruhanî Mahfili” bulunmaktadır. Yüksek tabakadan bazı kimseler, önemli ve güçlü şahsiyetler bu dine mensuptur. Bu konuda elimizde ciddî bir rapor mevcut mudur?
Başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa devletleri Kürt hareketini destekliyor. Bu desteği, Kürtlerin kara gözleri için vermiyorlar. Bir hesapları, planları vardır. Bunları bilenimiz var mı?
Bir buçuk sene önce Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi binasında aleyhimde açılmış bir davada bulunmak için bekliyordum. Mahkeme binasının önündeki oto parkta lüks kordiplomatik otomobilleri vardı. Bekleme salonunda birbirleriyle İngilizce konuşan basın ataşeleri, kültür ataşeleri, konsolosluk mensubu yabancılar vardı. Onlar oraya benim davamı takip için gelmemişlerdi. Orada bir Kürt aydınımız muhakeme edilecekti. Ona destek vermek, onu korumak ve kollamak için gelmişlerdi.
Samsun’dan Hopa’ya kadar olan bölgede eski Pontus’u ihya etmeye çalışan güçler vardır. O bölgeye mensup hayli Türkiyeli gencimiz burslar verilerek Yunanistan’a götürülmüştür.
Türkiye’de iki dinli halk toplulukları olduğu iddia ediliyor 1915’te tehcirden kurtulmak için bir kısım Osmanlı Ermenileri kerhen Müslüman olmuşlar. Ülkemiz Avrupa Birliği’ne girince bunlar eski dinlerine ve kimliklerine dönebilirler. Nitekim, 1950’den sonra, Demokrat Parti iktidara geçince gazetelerde birtakım isim değiştirme ilanları görülmeye başlamıştı. “Ayşe olan ismimi Hayganuş’a, İslâm olan dinimi Gregoryen Hıristiyanlığa çevirdim…” şeklinde. Arzu edenler, eski gazete arşivlerini tarayarak bunları görebilir.
Bu memlekette kendi kimliğimize, kişiliğimize, kültürümüze bağlı olarak yaşamak istiyorsak mutlaka ve mutlaka şu iki konuda hürriyete ve vasfa kavuşmamız gerekir. Din kültürü ve edebî Türkçe. Bunlarsız yücelmemiz, kurtulmamız, varolmamız mümkün değildir.
Sabataycılar öyle değil de böyle olmasını istiyorlarmış. İsteyebilirler. Onların istekleri, iradeleri beni bağlamaz. Ben Müslüman bir Türkiyeliyim. Benim ideallerim, hedeflerim, gayelerim onlarınki ile paralel değildir. Sabataycıların Türkiye için, Türkiye halkı için, Türk devleti için düşündükleri bu ülkeye, bu millete, bu devlete fayda sağlamaz. Onların başka dünyaları, başka inançları, başka kimlikleri vardır. Onların yolu kendilerine menfaatlidir ama bize menfaatli değildir.
Ne zaman uyanacağız ve aklımızı başımıza toplayacağız? 25 Temmuz 2002