Çarşamba

 

(1) İtalya’nın yüzölçümü 301 bin kilometrekare; nüfusu 58 milyon. Yıllık geliri 1 trilyon 18 milyar dolar (1998 rakamı). Fert başına düşen gelir 21 bin dolar. Yüzölçümü ve nüfusu bizden az olan bu ülke bu kadar gelirli ve zengin de, biz niçin bu kadar fakir ve geriyiz?

(2) Güney Kore’nin yüzölçümü 98.5 bin kilometrekare; nüfusu 47.5 milyon. Millî geliri 585 milyar dolar. Fert başına düşen gelir yılda 12600 dolar. Bizim yüzölçümümüz, nüfusumuz, imkanlarımız Kore’ninkinden çok daha fazla olduğu halde bizim millî gelirimiz 185 milyar dolar, fert başına da 2600 dolar düşüyor. (Bu rakamın da abartılı olduğu söyleniyor.) Güney Kore sanayide, tarımda, ihracatta, üretimde, ticarette, hayvancılıkta Türkiye’yi nasıl bu kadar geride bırakabilmiştir? Bu sorunun cevabını verecek yok mudur?

(3) Birkaç gün önce İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi profesörlerinden bir zat “Bizim eğitimimiz ve üniversitemiz ahmak yetiştiriyor” dedi. Öğrencilerin beyni ne kadar dumura uğramış ki, birine “Adın ne?” diye sorulsa “Bu sorunun kaç şıkkı var?” diyormuş… Türkiye’yi bugünkü geriliğe, acze, iflâsa, perişanlığa, fakirliğe, yuvarlayan işte bu kötü eğitim, bu kötü üniversitedir. Biz uzun zamandır okullarımızda ve üniversitelerimizde vasıflı, güçlü, üstün; bilgili, kültürlü, ahlâklı, faziletli, sanatlı, estetikli genç nesiller yetiştirmek yerine ideoloji çocukları yetiştirdik ve sonunda belâmızı bulduk.

(4) Fertleri iyi yetişmemiş toplumların zenginliği, fakirliğinden daha fazla dert ve problem getirir. Son krizden önce iyi para kazanan bir kesim halk israfta, sefahatte, saçıp savurmada çok ileri gitmişti. Gösteriş, lüks, israf, azgınlık tarih boyunca nice toplumun, nice devletin batmasına yol açmıştır. Akıllı, vicdanlı, iz’anlı işadamı sermayesini lüks meskene, lüks otomobile, lüks eşyaya, lüks hayata yatırmaz.

(5) Türkiye’nin batmasında popülist ve beyinsizce politikaların büyük rolü ve tesiri olmuştur. Gençlik tembelliğe alıştırılmıştır. Teşebbüs-i şahsî (bireysel girişim) ruhu öldürülmüştür. Okuyacak, diploma alacak ve sonra sigortalı, emeklilik haklı bir iş bulacak, hayatını böyle sürdürecek… Bizi bu felsefe batırdı. Kendi ayakları üzerinde dik duran ve yürüyen, kendi gayretiyle çalışıp kazanan kesimin sayısı yeterli değildir. Ülkemiz muazzam bir Dârülaceze haline getirilmiştir.

(6) İç ve dış borçlarımızın yekûnu 215 milyar dolar. Bunlar için çok yüksek faiz ödeniyor. 2003 yılında devletin bütçesi bu borçların faizlerini ödemeye yetişmeyecekmiş. Türkiye iyi idare edilmiş olsaydı bu kadar borç olur muydu? Peki alınan borçlarla fabrikalar, sanayi ve üretim işyerleri, tarımın ve hayvancılığın geliştirilmesi gibi hayırlı şeyler mi yapılmıştır? Hayır, bu paralar çarçur edilmiştir, zaten büyük bir kısmı da önceki borçların faizlerini ödemek için alınıp kullanılmıştır. Yine önemli bir kısmı yağmacıların, talancıların, soyguncuların, kapanın elinde kalmıştır.

(7) Teşebüs-i şahsî ne demektir? Kısa ve basit târifi şudur:Devlete, topluma yük olmadan kendi imkanlarıyla, kendi aklı ve emeğiyle çalışmak ve başkalarına yardımcı olmak. Böyle olabilmek için de iki ana şart gerekir: Birincisi, kişiliğinde girişimcilik istidadı (yatkınlığı) olacak; ikincisi, başarılı olmak için gerekli eğitimi görecek. Türkiye’de birinci şarta sahip milyonlarca genç vardır ama onlara uygun eğitimi verecek kurum yoktur.

(8) Şu anda ülkemizde onbinlerce Çinli bulunuyor. Bunların bir kısmı bavul ticareti yapıyor. Bazı büyük pazarlarda Çin’den getirdikleri ufak tefek eşyayı satan çekik gözlüler görebilirsiniz. Bir kısmı da İngilizceleriyle başta seyahat büroları olmak üzere bazı işyerlerinde çalışıyor. Bir buçuk yıl önce Saraybosna seyahatimde Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’ta yüz bin Çinli bulunduğunu öğrenmiştim. Çinlilerde ticaret, şahsî girişimcilik ruhu ve zihniyeti var. Bizde yok. İşsiz bir Türk’e bavul ticareti yap deseniz, “Ölürüm de yapmam” cevabını verecektir.

(9) Bazı milletler, toplumlar, ırklar ticarete, sanayie, üretime, alım satıma çok yatkındır. Meselâ Lübnanlılar binlerce yıldan beri ticaret yaparlar. Eski Fenikeliler ilkel gemilerle bütün Akdeniz havzasında ticaret yapıyordu. Hattâ Cebelitarık Boğazını aşıp Atlantik sahillerine bile gitmişlerdir. Yunanlılar da ticarete yatkındır. Cenevizliler, Venedikliler yelkenli gemilerle nerelere gidip ticaret yapmamıştır. Ticaret kafasına sahip olmayan bir toplum sürünmeye mahkûmdur. Merhum Turgut Özal zamanında Türkiyelilerin ticarete atılması, dünyaya açılması konusunda iyi işler yapılmış, becerikli ve cin fikirli Türkler çok uzaklara gidip büyük küçük ticaretler, işler yapmışlardı ama bu iyi gelişme baltalandı. Düşmanlarımız bizim ticaret yapmamızı, sanayi kurmamızı, üretimimizi, zengin olmamızı istemiyor.

(10) Türkiye’de şahsî teşebbüsü, ticareti sanayii baltalamak için her fenalık, her hıyanet, her sabotaj yapılmıştır. Bu yüzden işadamları yurt dışına kaçıyor. Türk sanayicileri Bulgaristan’da, Romanya’da, Etyopya’da ve başka ülkelerde fabrikalar kurmuşlardır. Türkiye’deki baltalamalar yüzünden verimli olmayan nice fabrika yabancı ülkelere taşınmıştır. İzmir’de iflâs eden büyük bir tekstilci, Etyopya’da üç bin kişinin çalıştığı bir kumaş fabrikası kurmuş, başarılı olmuş, ürettiği malları ABD’ye ihraç etmiştir.

(11) Türk sanayiini çökerten faktörlerden biri de bizdeki çarpık sendikacılık anlayışıdır. Birkaç milyon sendikalı işçinin maaşlarını artırmaktan başka birşey düşünmeyen sendika ağaları yüzünden binlerce fabrika, işyeri, işadamı bitmiş, iflâs etmiştir. Besim Tibuk “İktidara gelirsek, sanayi hamlesi yapmak için dışarıdan ucuz işçi getireceğiz” diyor. Çok isabetli düşünüyor.

(12) Güney Kore Avrupa’daki otomobil pazarının yüzde birini eline geçirmiştir. Avrupalı olduğunu iddia eden Türkiye ise ileri ve zengin Avrupa ülkelerine bir tek otomobil bile satamıyor. Niçin: Çünkü otomobil sanayiinde otuz kırk yıldan beri büyük bir hıyanet vardır. Biz kırk yıldan beri Güney Koreliler gibi kaliteli otomobil üretmeye uğraşsaydık şimdi dünyanın her yerine yılda bir milyon otomobil satabilirdik.

(13) Üç çeyrek asırdır Türkiyelileri sersemletmek, uyutmak, afyonlamak, uyuşturmak, aptallaştırmak, câhil bırakmak, çağdaş standartların çok altında tutmak için şeytanî planlar tatbik edilmiştir.

(14) Edebî-yazılı lisanını yitiren bir toplum çökmeye, batmaya, geri kalmaya mahkûmdur. Atalarının bin yıl boyunca kullanmış olduğu bir yazıyı okuyamayan; bu millî yazı ile yazılmış ve basılmış kitapları, belgeleri, kitabeleri, mezar taşlarını sökemeyen, okuyabilse bile lisan çok değiştiği için mânâsını anlamayan bir toplumun dejenere olmasından daha tabiî bir şey olamaz.

(15) Yeni seçimler yapılacak ve ondan sonra her şey düzelecek… Bu ümid de zekâ özürlülere mahsustur. 03 Ekim 2002