Sizi dün sokaktan geçerken gördüm. Kim olduğunuzu bilmiyorum, merak da etmiyorum. Siz benim için bir insansınız, benim cinsimdensiniz, bu bana yeter. Bir ses bana, size bu mektubu yazmamı fısıldadı, ben de yazıyorum. Bilmem okur musunuz? Siz okumasanız da sizin yerinize bir başkası okuyacaktır. Ha o, ha siz, maksat hasıl olacaktır.

Size nereden geldiğinizi, nereye gittiğinizi sormak isterdim. Hayır, evden büroya, daireden çarşıya veya bir iş takibine matuf olan gidiş gelişi sormuyorum. Sorum metafiziktir; geliş nereden, gidiş nereye?

Kesinlikle bilmenizi isterim ki, siz yaratılmışsınız ve sizin bir Yaratıcı’nız vardır. Sizin varlığınız O’nun varlığına bağlıdır. Varlık âlemine gelişiniz O’ndandır, dönüşünüz da O’na olacaktır.

O’nun sizi niçin var ettiğini düşündünüz mü hiç? İnsanoğlu için en fazla düşünülecek soru budur. Doğru cevabı da şudur: “O gizli bir hazine idi, bilinmek diledi, yaratıkları varlık âlemine getirdi.”

İnsan için hayatî meseleler yemek içmek, gezip tozmak, iktisadî faaliyetlerde bulunmak değildir. Bunlar, ikinci dereceden tâli şeylerdir. İşin başı, varlık probleminin doğru cevabını bulmak, yaratılışının sırrını çözmek, yaratılışına uygun bir hayat sürmektir.

Gözlerini yerden kaldır da yüceliklere bak; göklerin satırları arasında senin için mektuplar göreceksin yücelikler âleminden gönderilmiş. Okusana!

Kendine bak, onda yaratıktan Yaratan’a götürecek nice işaretler bulacaksın. Sen bir kapısın açsana, sen bir yolsun yürüsene. Düşünmen isteniyor, düşünsene.

Seni Yaratan’ı tanımak istemez misin? Niçin yaratıldığını, senden ne istediğini merak etmez misin? Şu yeryüzünde insan mevcut olalıdan beri, bu sorular da olmuştur. Bunları sormamak, düşünmemek, insanlıktan istifa etmek gibidir.

Akıl, kesin cevabı vermeğe yetmiyor. Öteler ötesinden yardım gerektir doğruyu bulmak için. Yaratan’dan haberciler gelmiştir, insana. Milad’ın 6’ıncı yüzyılında Mekke’den çıkmıştır son haberci. Mektep medrese görmemiş, okuma yazma öğrenmemiş, câhil bir toplum içinde zuhur etmişti o. Kitap getirmiştir Yaratan’dan.

Bu haberci insanlığa gönderilmiş en güzel örnektir. Ona uyarak, onu dinleyerek selâmetle geçilir varlık boğazından. O barıştır, sevgidir, adalettir, iyilik, doğruluk, güzelliktir; iyilere zeytin dalı, kötülere kılınçtır o.

Biliyorum işiniz acele, küçük bir işten küçük bir işe koşuşturuyorsunuz. Bense sizi büyük bir yolculuğu, korkulu bir macerayı düşünmeye çağırıyorum. Geliş neden, gidiş nereye?

Bugünün geçmesiyle ölümünüze bir gün daha yaklaşmış oluyorsunuz. Ha sahiden siz ne zaman öleceğinizi biliyor musunuz? Belki yarın, belki daha yakın. Ölüme hazır mısınız? Varlığınızın hesap ve kitabını verebilecek misiniz?

Ölüm yeni bir doğuştur. Burada gözlerinizi kapar, başka bir âlemde açarsınız. Toprağa hangi tohum atılmış da bitmemiş?

Bırakın şu boş koşuşturmaları. Çalgılara tıkayın kulaklarınızı birâz. Kapatın gözlerinizi, başka bir gözle bakabilmek için. Şehir çok gürültülü, hayat çok hengâmeli. Kapılmış gidiyorsunuz. Durun, düşünün birazcık. Düşünmeye başlayın, bırakamayacaksınız.

Her tarafta size haber var, işaret dolu her köşe sizin için. Tepenizdeki gökte mesaj, altınızdaki yerde mektup, esen rüzgârda, uçan kuşta, açan çiçekte uyarılar, fısıltılar hep size hep size. Şu mektup bile bir esintidir size doğru.

Düşünmemekle kesin olarak kaybedeceğiniz bir kumar oynamış oluyorsunuz. Düşünün kurtulursunuz. Nereden, nereye, niçin, hangi h’kmetle, ne yapmalıyım, nasıl yaşamalıyım, O benden ne istiyor?

O sevgidir, sizi seviyor, O’nu tanıyınca siz de seveceksiniz. O sizin herşeyiniz O’ndan nasıl gafil olabilirsiniz?

Son yaklaşıyor. Haberler bir bir gerçekleşiyor, ufukta kara bulutlar var. Tufan yakındır artık. Süslediğin evler, kurulduğun binitler, işler, tezgâhlar, paralar pullar, eşyalar, lüks, konfor, refah, hepsi elden gidecek. Tufandan kurtuluş gemiye binmekle olur ancak. Bu gemi seni bekliyor, koşsana.

Anlattıklarıma inanmakta hâlâ tereddüt ediyorsan, belki bir rüya ile aydınlatılacaksın. Uyumadan önce düşün. Mektubumu burada bitirirken sana hayır dualar ediyorum. Bir daha görüşeceğimizi sanmam. Öğüdümü tutarsan belki çok değişik bir dünyada, başka bir zamanda, başka bir zemin üstünde, başka bir âsüman altında karşılaşabiliriz. Unutma bu söylediklerimi. Selâm sana sokaktan geçen adam!

RAMAZAN YAKLAŞIYOR

  • Birinci vatandaş: Ramazan deyince hatırıma hemen iftarlar ve sahurlar gelir. Önce nefis iftariyelikler, çeşit-çeşit reçeller, peynirler, zeytinler, kaymaklar, ballar, turşular (ağzında biriken sulan yutarken gurk diye bir ses çıkartır), sonracığıma çorbalar, etliler, sebzeler, börekler, pilâvlar, sütlü ve hamur tatlıları, yemekten sonra kahveler, çaylar ah mübârek Ramazan! .
  • İkinci vatandaş: Bendeniz kitapçıyım. Dinî kitaplar yayınlıyorum. Ramazan’ı çok seviyorum. Mübârek Ramazan, canım Ramazan! . Tam ve eksiksiz namaz hocaları, duâlar, cihâdnâmeler satarım. Ramazan’ın feyzinden hayli istifâdeler yaparım.
  • Üçüncü vatandaş: Ramazan mı dediniz? Yoksa hatim mi indirteceksiniz? Talihiniz varmış. Anneniz sizi Kadir Gecesi’nde mi doğurdu? Daha şimdi bitirdiğim taze bir hatim var. İsterseniz hemen duasını yapalım. Hediyesi mi? Fazla değil iki milyon liracık.
  • Dördüncü vatandaş: Ehtiyaç çok. Câmiinin yeşil olan halılarını değiştirip yerlerine yemyeşil halılar koyacağız. Ayrıca avluda yer altına çok moderen ve lüküs bir de W.C. yaptıracağız. Hoparlör tesisatı da yenilenmeli. Tabii meşrutaya da tâmir koymak gerekir.
  • Beşinci vatandaş: Teşkilâtımız adına şaşaalı, tantanalı, ihtişamlı iftar ziyafetleri tertipleyerek zengin kardeşlerimizi çağıracağız ve yemekten sonra yardım toplayacağız. Geçen sene bir gecede beşyüzelli milyon toplanmıştı. Ramazan çok önemli bir aydır.
  • Altıncı vatandaş: Ah Ramazan’da kapağı Avrupa’ya atabilsem, biraz DM devşirebilsem. Ramazan oralarda daha bereketli oluydrmuş.

12.12.1991