Açlıktan İntihar Eden Müslüman
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Aralık 2018
Dört çocuk babası hasta vatandaş Silvan’da üç tekerlekli arabasıyla zaman zaman meyve sebze satarak, bazen hamallık yaparak geçimini sağlamaya çalışıyormuş. Bir akşam yorgun argın, aç bîilaç evine gelmiş, karısına iftara ne pişirdin demiş. Kadın, beş paramız yok, iftara yemek pişiremedim deyince adam çocuklarına sarılmış ağlamış, sonra öbür odaya geçmiş. Karısı bir müddet sonra merak etmiş, içeriye girmiş ki, kocası kendisini iple asmış. Henüz ölmemişmiş, ipi kesmişler hastaneye kaldırmışlar, bütün çırpanmalara rağmen kurtarılamamış…
Adamın bu yürekler acısı ölümünü duyan komşular 1500 lira toplayıp dul kadına vermişler. Belediye yetimlere biraz un, şeker, yağ göndermiş… İnternet sitelerinde bu konu ile ilgili yüzlerce okuyucu mesajı vardı. Birkaçında çok vicdanlı kimseler “Dört çocuk yapmasaydı” diyorlardı. Ah komşular ah komşular!.. Şu 1500 lirayı adam kendini asmadan verseydiniz de kadıncağız, kocası ve çocukları için bir çorba pişirebilseydi.
Ah Belediye ah!.. Şu unu, yağı, tuzu adam ölmeden verseydiniz de iftara bir şeyler hazırlayabilselerdi. Ah Müslümanlar ah.. Siz zekatlarınızı doğru dürüst, yerli yerinde dağıtmış olsaydınız bu memleket böyle mi olurdu? Ah cemaatler, tarikatlar, hizipler, fırkalar!.. Açlıktan intihar edenlerin hakkı olan zekatları hangi vicdanla keyfe mâ yeşa topluyorsunuz siz? Ah ah ah!.. Hazret-i Ebubekir zamanımızda Emîrü’l-mü’minîn olsaydı Kur’âna, Sünnete, Şeriata aykırı olarak zekat toplayanlara savaş açardı. Ey bu devrin Ebubekir’i, nerdesin zuhur et!..
MÜSLÜMANLARDAN zekat parası toplanacak. Bu paralar derneğin, vakfın veya başka bir tüzel kişiliğin kasasına, bütçesine konulacak, yani zekat paraları dernek havuzuna ilave edilecek. Sonra bu paralarla personel maaşları, kiralar yol ve otel masrafları karşılanacak. Bu paralarla cami, okul, yurt yaptırılacak. Bu paralarla kitap ve broşür bastırılacak…Bunlara benzer işler ve masraflar yapılacak…
Yukarıda saydığım işler için zekat alınmaz, bunlara zekat parası harcanmaz.
Bazı modern ilahiyatçıların bu konudaki fetvaları (yahut ictihadları),
Kur’âna,
Sünnete,
İcmâ-i Ümmete,
Fıkha,
Şeriata,
Sevad-ı Azama,
Cumhur-i Ulema yoluna,
Vicdana… aykırıdır.
Binaenaleyh bu gibi fetvalarla amel edilemez.
Kur’ân-ı Kerîmdeki çok açık, çok seçik beyana göre zekat sekiz sınıfa verilir. Tevbe suresinin 60’ıncı ayetinde bu sekiz sınıf açıklanmıştır:
1. Fakirlere.
2. Miskinlere.
3. İslâm devleti tarafından kendilerine zekat toplama işi verilmiş olan âmillere (memurlara, vazifelilere).
4. Müslümanlığa ısındırılmak istenen meüellefe-i kulûba.
5. Kölelere.
6. Borçlulara.
7.Allah yolunda cihad yapacak mücahidlere.
Hâtemü’l-fukaha Ömer Nasuhi BilmenHocaefendi hazretleri, Büyük İslâm İlmihalinin zekat bahsinde şöyle diyor:
“Mücahid: Bundan maksat, Allahü Teâlâ yolunda gönüllü olarak cihada iştirak etmek istediği halde nafakadan, silâh ve sâireden mahrum olan gazi demektir. Buna da, noksanlarını tedarik etmesi için zekat verilebilir. Buna “fî sebilillah infak” denir.”
8.Yolculara.
Zamanımızda müellefe-i kulûb yoktur. Köle yoktur. İslâm devleti ve veliyyülemr bulunmadığı için zekat âmili (memuru) yoktur.
Allah yolunda cihad eamm mânâda (en geniş mânâda) yorumlanamaz. Gerçek cihad yapılması, gerçekten o cihada katılmak isteyip de maddî gücü olmayan mücahid olması gerekir. (Elmalılı Hamdi Efendinin tefsirine bakınız.)
Filan dernek, filan hocaefendi, filan yazar da bir tür cihad yapmaktadır, binaenaleyh zekat onlara verilebilir fetvası veya ictihadı bâtıldır. Çünkü mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur.
Zekatın mutlaka temlik edilerek (yani mülkiyeti zekatı alan kimseye veya vekiline teslim edilerek) verilmesi gerekir. Bu temlik ve temellük şarttır. Temlik olmazsa zekat verilmiş olmaz. (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 155 numaralı yayını olan “Zekât” adlı kitabın (Yazarı: İsmail Ezherli) 54’üncü sayfasına bakınız.
Yine Diyanet’in adı geçen kitabında şöyle yazılıyor:
“Zekâtı câmi, okul hastane, çeşme, yol ve diğer hayır müesseselerinin inşasına harcamak caiz değildir.Adı geçen yerlere sarf edilen zekât, hak sahibine temlik edilmediği için zimmetten sâkıt olmaz. O, zekâttan başka bir sadaka yerine geçer.” (S. 55)
Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Hava Kurumu gibi derneklere makbuz mukabilinde verilen veya banka hesabıyla gönderilen para zekat yerine geçer mi?
Geçmez, çünkü bunlar tüzel kişidir, gelen parayı bütçelerine, havuzlarına koyarlar; Kur’âna, Sünnete, fıkha, şeriata uygun şekilde zekat verilecek kimselere fıkha uygun şekilde dağıtmazlar.
Bir kimseyi zekât vermek konusunda vekil kılabilirsiniz. Diyelim 100 TL. zekat vereceksiniz. Bu parayı bir zarfa koyarsınız. Vekilinize, “Sizi, bu zekâtı fakir veya miskin bir Müslümana vermeniz için vekil kılıyorum” dersiniz. O da vekilliği kabul ettim der. En kısa zamanda zekât alabilecek fakiri veya miskini bulur ve emaneti teslim eder.
Zekat, beş vakit namazdan sonra İslâm’ın en büyük ibadetidir. Müslüman bir toplum zekâtını doğru dürüst (Tekrar ediyorum: Doğru dürüst), yerli yerinde, Kur’âna, Sünnete, fıkha, şeriata uygun şekilde vermezse, Allaha isyan etmiş, büyük günah işlemiş olur.
Zekât almaya hakları olmadığı halde alanlar hâin ve merduttur.
İşin içinde para, mal, madde, zenginlik olduğu için zekât ile zamanımızda din sömürüsü yapılmaktadır. Herkesi suçlamıyorum, uygunsuz işler yapanları suçluyorum.
Yüce Şeriat, zekât parası ile cami bile yapılmaz diyor. Cami elbette yapılacak ama zekât parası ile değil.
Zekât konusunda şazz fetva ve ictihadlarla amel edilmez. Beşinci hicrî asırda bir âlim
demiş olsa, onun bu sözü, fetvası, ictihadı geçerli olmaz. Çünkü cumhur-i ulemânın kavillerine, fıkhın ve şeriatın kesin hükümlerine muhaliftir.
Reformcu, yenilikçi, değişimci, Fazlurrahmancı, bid’atçi, BOP’çu, ılımlı İslâmcı, kimisi Kemalist, kimisi şu veya bu ideoloji mensubu, Mason Afganîci birtakım yoldan çıkmış bozuk ilâhiyatçılara kulak vermeyiniz, kanmayınız, aldanmayınız. Zekât konusunda cumhur-i ulemâya, Sevad-ı Azama, Ehl-i Sünnet ve Cemaat fıkhına, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye tâbi olunuz.
Zekâtlarınızı öncelikle muhlisen lillah (Allah rızası için ihlasla) Müslüman miskinlere, fakirlere, ülkemize sığınmış Müslüman mültecilere veriniz.
Namazı kılınız, zekatınızı veriniz ki, Allahın yardımına, korumasına, kurtarmasına layık olasınız.
İsmet Paşa ile başlayacağım. O cumhurbaşkanı, daha doğrusu Millî Şef olduğunda ben altı yaşındaydım… 1940’ta ilkokula gitmeye başladım. Galatasaray’ın Beyoğlu’ndaki orta ve lise kısmının süslü konferans salonunda sahnenin sağında M.KemalPaşa’nın, solunda İsmet Paşa’nın yağlıboya portreleri asılıydı.
İnönü 1950’de seçimleri kaybedince okuldaki portresi de kaldırıldıydı.
Sonra Celal Bayar ve Adnan Menderes iktidara geçtiler. Biri cumhurbaşkanı, diğeri başbakan oldu. Bu saltanat on sene sürdü. 27 Mayıs 1960’da tepetaklak oldular.
Orgeneral Cemal Gürsel cumhurbaşkanı oldu. Onun pek kültürlü olduğu söylenemezdi, devr-i saltanatında halka çok zulüm yapılmıştır. Bir müddet sonra ağır bir hastalığa yakalandı, askerî hastanede bir odaya konuldu. Ne kendine gelip ayağa kalkabiliyor, ne de teslim-i ruh edebiliyordu. Yatmaktan vücudu bozulmuş diye duyuyorduk.
Siyaset sahnesinden kimler gelip geçmedi ki… Hatâları olmuştur (hatâsız insan, hele politikacı olmaz) ama Turgut Özal’ı rahmetle anıyorum. Türkiye’nin beş vakit namaz kılan ilk cumhurbaşkanıydı. Tarikat-ı aliye-i Nakşibendiye mensubu idi. Şeyhi vardı. Eşi Semra hanım… Turgut beyin annesi Hafize teyze gelini ile görüşmezdi. Oğulları Ahmet ve Efe…Her neyse..
Atatürk’ü zehirlemişlerdi. Turgut Özal’ı da zehirlediler…
Siyaset bir değirmendir, politikacı öğütür. Cumhurbaşkanlarını, Başbakanları, bakanları, milletvekillerini…
Siyasî saltanatlar miadlıdır. Bugün var, yarın yoktur.
Koskoca Napolyon bile 1815’te Vaterlo’da yenildikten sonra İngilizlere iltica etmiş, bir gemiye bindirilmiş, Sainte-Hélène adasına sürülmüştür.
Hitler’in, Mussolini’nin sonları çok kötü oldu.
Salazar, Franco rahat döşeklerinde öldüler ama saltanatları bitti.
Dünya saltanatları sebatsızdır. Adnan Menderes ülke çoğunluğunun kalbinde de saltanat kurmuştur ama onu bir katil gibi asıverdiler. Hem de, asılmadan önce sağlık muayenesinden geçirilirken prostat muayenesi de yaparak…
Dünyada kalıcı saltanatlar vardır, mânevî saltanatlar…
Resulullah’ın muhabbet ve bağlılık saltanatı…
Büyük velilerin saltanatı. Abdülkadir Geylanî’nin, Ahmed er-Rufaî’nin, İmamı Rabbanî’nin saltanatları devam ediyor.
Dünya saltanatlarıyla gurura kapılanlar ne kadar büyük bir yanlış yapıyorlar.
Allah, mağrurları, kibirlenenleri, yer yüzünde azametle güm güm yürüyenleri sevmez.
Mağrurlar Allah’ın melekûtuna giremez.
Kul dünya sultanı da olsa tevâzudan, alçak gönüllülükten ayrılmamalıdır.
Fatih, İstanbul’u almış Topkapı’dan alayla Ayasofya’ya geliyor. Yanında şeyhi Akşemseddin, sadrazam, ümera ve ulema var. Ayasofya görünüyor, Padişah atından iniyor, yerden bir avuç toprak alıyor, başından aşağı saçıyor… Gururlanmamak, kibirlenmemek için…
Devlet büyükleri için en büyük zehir ve tehlike alkışlar ve övgülerdir. Zavallı Adnan Menderes’i, içinde yüzdüğü sevgi selleri, alkışlar, yaşa varollar mahv etti.
Her kemalin bir zevali vardır.
Yükseklere çıkanların düşme ihtimalleri büyüktür. Yüksekten düşen iflah olmaz.
İnsan topraktan yaratılmıştır. Sonunda toz toprak olacaktır. Hep olmakta hayır yoktur. Mârifet hiç olmaktadır.
SORU: Birinci cami: Yüksek, büyük, geniş kubbeli, dört minareli, her minaresinde üçer şerefe, her yeri nakış, yaldız, mermer, süs, 15 milyon dolara mal olmuş bir bina. Hoparlörleri çok gür. İmamı Diyanet’in klasik imamlarından.Cumaları doluyor, vakit namazlarında bir saf cemaat bile yok… İkinci cami: Sanat ve mimarlık boyutu olmakla birlikte çok basit ve sade bir bina. Kubbeli değil, kısa bir minaresi var. 1 milyon dolara mal olmuş. İmamı, Ezher ve Oxford mezunu icazetli bir fakih. Ayrıca Tarikat-i Aliye-i (….) şeyhi.Beş vakitte doluyor. Caminin etrafında 10 kadar araştırma ve sanat enstitüsü bulunuyor. Bu iki camiden hangisi daha hayırlı, daha fazla hizmet verendir?
CEVAP: Elbette ikincisi. Çünkü cami cemaati toplayan demektir. Biz şu anda camilerin binalarına, kubbelerine, minarelerine, süs ve nakışlarına önem veriyoruz; mihrabına geçecek, minberine ve kürsüsüne çıkacak hocalarına önem vermiyoruz. Yeni bir caminin binası 5 milyon dolara mal oluyorsa, onun mihrabına geçecek imamı için de, planlı ve programlı şekilde en az beş milyon harcanmalıdır. Nasıl? İhlaslı, zeki, akıllı, kabiliyetli, ahlâk ve karakteri yüksek dindar gençler bulunacak ve bunlara en az on sene eğitim verilecek. Beş yabancı dil: Arapça, İngilizce, Osmanlıca, Farsça, Fransızca… Mısır’da veya Hindistan’da tahsil, İngiltere’de doktora… Çeşit çeşit ilim, irfan, hikmet, sanat… Türkçe, Arapça, İngilizce ilmî ve ciddî kitaplar yazacak. Geleneksel bir sanat dalında behresi olacak. Bu kadar kültürlü olursa insan azar, gurur ve kibre kapılır. Bunu önlemek için de tarikata sokulacak, istidadı varsa şeyhinden hilafet alacak.
Bu anlattığım imam, Diyanet’in verdiği maaşı kendisine harcamaz. Her ay alır, zarflara koyar dağıtır. Peki nasıl geçinir? Aileden gelen rantları yoksa telif ücretleri, ürettiği sanat eserlerinin geliriyle yaşar.
İstanbul’da en az böyle 100 imam olmalıdır. İskender Paşa Cami-i şerifi imamı ve hatibi merhum Muhammed Zahid Kotku hazretleri Nakşibendî şeyhi idi. Camii beş vakitte dolardı. Fatih’te mahalle arasında o mabed bir Kâbetü’l-uşşak gibiydi. Politikacılar, profesörler, gazeteciler, yazarlar, büyük iş adamları hocaefendiye bağlıydı. 1970’li yılların sonuna doğru bir gün “Dün gece yatsıdan sonra Alparslan Türkeş geldi, Efendi ile görüştü…” diye duymuştum. Hocaefendi siyasetle meşgul olmazdı ama siyaset onu görmezlikten gelemezdi. Zahid efendi hazretlerinin milyonlarca muhibbi vardı. Bu muhabbet intisabı insanların imanının kuvvetlenmesine, namaz kılmalarına, ahlâklı Müslüman olmalarına yol açardı.
Evet önemli olan cami binaları, kubbeler, minareler hoparlörler, yaldızlar, tezyinat değildir. Önemli olan Dine, İmana, Kur’âna, Sünnete, Şeriata, Ümmete hizmet verecek ulemâ, fukaha ve eimmedir (din âlimleri, fakihleri, imamlardır.)
Caminin binasına, maddî yapısına 15 milyon dolar verip de, mihrabına geçecek, minberine çıkacak hocasına yatırım yapmayan zihniyet ile kurtulamayız.
İstanbul’da 3 bin cami olduğu söyleniyor, belki bu rakam daha fazladır, bu mabetlerin 100’ünde, hem İslâm’ı iyi anlamış, hem çağ kültürü seviyesinin üzerinde zülcenaheyn imamlar olmalıdır. Böyle imamlar iyi bir plan programla, büyük paralar sarf edilerek yetiştirilebilir. Böyle imamlar yetiştirmek muhal veya mümteni değil, mümkündür.
Türkiye Müslümanları hem İslâm’ın, hem de çağ kültürünün gerisinde kalmıştır. Din-i mübîn-i İslâm’a ve Ümmet-i Muhammed’e gereği gibi hizmet edemiyoruz.
Caminin maddî binasına önem verip de hocasına önem vermemek, çok kaliteli hocalar yetiştirmek için planlı ve programlı şekilde, en az bina yapımına harcanan para kadar masraf yapmamak ilkelliktir. 28 Ağustos 2010