Adalet ve Din Hürriyeti
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Pazar
Ülkeler ve topraklar, üzerlerinde yaşayan kavimlere ve onları idare eden yöneticilere Allah’ın bir emanetidir. Allah, dilediği yeri dilediği zaman geri alır, O’nun hükmüne kimse karşı gelemez.
Halkların ve idarecilerin bir mülk üzerinde kalabilmelerinin birinci şartı adalettir. Bunun içindir ki, “mülkün temeli adalettir” denilmiştir. İslâm uleması ve hükeması, gayr-i müslim bir devlet adalet ile hükmediyorsa pâyidar olur, ayakta kalır; bir İslâm devleti adalet ile hükm ve idare etmezse yıkılır demişlerdir ki, tarih bunun şahididir.
Atalarımız adaletle hükmettikleri zaman güçlenmişler, mülklerini büyütmüşler; izzet, şan ve şeref ile yaşamışlar; adalet konusunda zaafa uğradıkları vakit de devlet ve şevketleri sarsılmış, en sonunda yıkılmışlardır.
Mülk Allah’ındır, insanların ve toplumların sahipliği emanet sahipliğidir.
Biz bugün yaşadığımız bu topraklarda bin yıldan beri varız. İstanbul’daki varlığımız ise bin yıl bile değildir, bu şehri 1453’te fethetmişizdir. Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri âdil, sâlih ve müttaki bir Sultan idi. Bizans’ın son imparatoruna elçi göndermiş, şehri sulhen teslim etmesini teklif etmişti. Bu taktirde ganimet toplama ve halkı esir alma olmayacak, imparatora da Mora taraflarında bir prenslik verilecekti. Bizans hükümdarı Konstantin bu teklifi kabul etmemişti. Bunun üzerine şehir savaşla alınmış, o zamanın hukukuna göre askerin üç gün ganimet toplama hakkı meydana çıkmıştı. Bu üç günün hitamında Fatih hazretleri şehirde İslâm-Osmanlı adaletini tesis etmiş, her millete (dinî cemaate) hürriyet bahş etmiş, Ortodoks Rumların Patrikliğine nasb ettiği Gennadius’a patriklik fermanını vermiş; can, mal, kimlik, din, inanç, inandığı gibi yaşamak, suç işlemediği taktirde korkusuz bir hayat sürebilmek gibi temel hakları ve güvenlikleri sağlamıştı. Tarihler Fatih hazretlerinin en fazla önem verdiği şeyin adalet olduğunu yazıyor. İnsanlar, hürriyet kısıtlamalarına tahammül edebilirler ama adaletsiz ve güvensiz bir hayata dayanamazlar.
Fatih hazretlerinin İstanbul’u alışı ile, Birinci Haçlı Seferi sonunda Ehl-i Salib kuvvetlerinin Kudüs’ü alışları arasında bir karşılaştırma yapılacak olursa, İslâm adaleti ile Haçlı adaleti arasındaki fark anlaşılır. Haçlılar Kudüs’e girince yetmiş bin Müslümanı katletmişler, Kubbetüssahra ve Mescid-i Aksa avlusunda masum ve mazlum Müslüman kanları vahşi Haçlı süvarilerinin atlarının ayaklarını kıpkırmızı boyamıştı.
Adalet evrensel bir değerdir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi metinlerde adaletin temeli olan haklar, hürriyetler, şartlar, değerler açıkça yazılmıştır. Bunların olmadığı yahut vahim şekilde kısıtlandığı ülkelerde adalet tehdit ve tehlike altındadır.
İnsanlığın en büyük değeri din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetidir. Eğer bir ülkenin halkı dinlerine ve inançlarına uygun bir hayat süremiyorlarsa orada gerçek mânada hürriyet yok demektir. Teorik olarak komünist rejimler de din ve inanç hürriyetini kabul ediyorlar ama inananlara, inançlarına uygun bir hayat sürme hürriyetini, imkanını, fırsatını vermedikleri için onlardaki din hürriyeti bir edebiyattan ve propagandadan öteye geçemiyor.
Günümüz dünyasında en fazla din ve inanç hürriyeti olan ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. Orada din ve devlet ayrıdır ama din ile siyaset içiçedir. Amerika’da bir tek dominant din bulunmadığı, çeşitli dinler ve mezhepler bulunduğu için devlet herhangi bir dinle bağ kurmamıştır. Amerikan halkından toplanan vergilerden bir doları bile bir kiliseye veya dine verilemez. Lakin siyaset konusunda durum böyle değildir. Yeni seçilen başkan Kitab-ı Mukaddes’e el basarak yemin eder. Bu tören esnasında ülkenin büyük dinlerinin temsilcileri bulunur ve onlar kendi dinlerine göre dua okur. Yakın tarihimizde, Amerika’nın en nüfuzlu ve güçlü şahsiyeti protestan vaizi Billy Graham idi. Bu zat, kaç başkanın yanına randevu almadan giriyordu. Baba Bush Körfez Savaşı düğmesine bastığı gün, akşam yemeğini Bill Graham ile birlikte yemişti. Oğul Bush’u inançlı bir protestan haline getiren de bu vaizdir.
Amerika’da o kadar geniş ve mutlak bir din hürriyeti vardır ki, bu hürriyetin kısıtlanmaması için, anayasasının 1789 ekinde “Senato din konusunda kanun yapamaz” maddesi yer almıştır.
Başta, dünyanın tek gerçek laik ülkesi olan Fransa gelmek üzere bütün medenî, hukuklu, demokrat ülkelerde din hürriyeti vardır. Fransa, 2001 yılının sonlarında ülkedeki Müslümanlarla, onların din ve devlet münasebetlerini, dinî teşkilatlarının tanzimini sağlamak için anlaşmıştır. Şu anda Fransa’da bir İslâm okulunda imam, hatip, vaiz, fakih yetiştirilmekte, başka dinlere mensup olanlar buna karışmamaktadır.
Laik bir devlet din işlerine karışmaz, dinî hizmet ve faaliyetleri idare etmez. Laik bir devletin, Diyanet Başkanlığı ve başkanı olmaz. Laik bir rejimin kabinesinde din işlerinden sorumlu bakan bulunmaz. Laik bir devletin beş yüz küsur imam-hatip mektebi, on yedi ilahiyat fakültesi olmaz, laik bir devletin resmî memur statüsünde yüz bin imamı, müezzini, hatibi, müftüsü, din dersi öğretmeni olmaz. Laik bir devlet dine ve dindarlara baskı yapmaz.
Eğer siyasî bir rejim dinî müesseseleri ve dinî faaliyetleri sıkı kontrol altında tutuyorsa bunun adı laiklik değil, “Devlet dini” sistemidir.
Din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyetinden sonra, adaletin diğer belli başlı temel değerleri şunlardır:
– Rüşvet, hortumlama, kokuşma, devlet bütçesini birtakım çetelerin talan etmesi gibi kötülükler olmayacak.
– Yargı organı devletin, siyasetin, resmî ideolojinin üzerinde olacak. Yani bağımsız olacak. Hakimler ve savcılar vasıflı ve âdil olacak.
– Vatandaşlar inançları, fikirleri, vicdanî kanaatleri yüzünden rahatsız edilmeyecek, mahkemeye verilmeyecek, hapse atılmayacak.
– Her değerin üzerinde bir resmî ideoloji olmayacak.
– Devletin, millî iradenin, Meclis’in, hükümetin, hukukun, kanunların, millî kimliğin üzerinde bir derin devlet heyulâsı olmayacak.
– Birtakım çeteler, mafyalar, güçlü zümreler devleti, milleti, ülkeyi soymayacak.
Bazı popülist ve demagog politikacılar “İşte Ezan’lar okunuyor, arzu edenler camiye gidiyor. Gitme diyen mi var? O halde ülkemizde din ve inanç hürriyeti vardır…” şeklinde konuşuyor. Bir İslâm ülkesinde tam bir din ve inanç hürriyeti olması için, oradaki Müslümanların, inançlarına ve dinlerine uygun bir hayat sürebilmeleri, hiçbir baskı ve tehdit altında bulunmamaları, çocuklarını kendi istekleri doğrultusunda ve kendi İslâmî kimliklerine bağlı olarak yetiştirebilmek için her türlü hürriyete, imkana, serbestiye sahip bulunmaları gerekir.
Yazımın başında adalet mülkün temelidir, adaletsiz bir mülk elden gider demiştim. 18 Şubat 2002