Pazar günlü yazı çıkmamıştır..

 

Türkiye’nin en büyük meselesi adam yetiştirme meselesidir. Adam yetiştiremediğimiz için bugünkü kötü duruma düşmüşüzdür. Kurtuluşun tek çaresi adam yetiştirmektir. Adam yetiştirmeden; sistemi değitirip meselâ başkanlık sistemine geçmekle, te’lif veya tercüme güzel kanunlar yapmakla, iyi niyetlere dayanan başka şeylerle kurtulmak, selâmete çıkmak mümkün değildir.

Nasıl adamlar?

Bugünkü ideolojik baskılarla, bugünkü eğitimle, bugünkü üniversitelerle, bugünkü zihniyetle adam yetişmez.

İnsan kişiliğinin üç boyutu vardır: Bilgi, aksiyon (amel), estetik boyutları.

Bu üç boyutta vasıflı, güçlü, üstün adamlar yetiştirilmesi gerekir.

Bu adamların çağ seviyesinde, hattâ onun üzerinde olması icap eder.

Yaşadığımız bu ülkenin ismi Türkiye’dir. Türkiye’nin kendine mahsus bir kimliği, kişiliği, kültürü, medeniyeti vardır. Bizde, bu konularda en büyük faktör İslâm’dır. İslâm’a düşmanlık ederek, İslâm’ı dışlayarak, İslâm’ı hesaba katmayarak adam yetişmez.

Peki bizim liselerimizden, üniversitelerimizden ordular gibi adam çıkıyor, bunlar işe yaramaz mı? Nâdir istisnâlar dışında bunlarla köy olmaz, kasaba olmaz. İstisnâlar kuralı bozmaz. Bizde adam yoktur.

Necip Fazıl, “Gir de bir bak ülkeme / Başsız başsız adamlar…” mısralarını boşuna söylememiştir.

Bu ülkenin hakikî sahipleri olan, ezici çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar yarım asırdan beri doğru dürüst adam yetiştiremiyor.

Şucular şucucu, ocular ocucu, bucular bucucu, filancalar filancacı, falancalar falancacı; Hoca Nasrullahçılar Nasrullahçı, Hazret-i Fehameddinciler Fehameddinci yetiştiriyor. Yahu be mübarekler, biraz da vasıflı, güçlü, üstün Müslümanlar yetiştirsenize!

Elli yıldan beri haddinden fazla Kur’an kursu açılarak hâfız orduları yetiştirildi. Hâfızlık bir meslek, bir geçim yolu, bir ticaret haline sokuldu. Şu on dört asırlık İslâm tarihinin hangi devrinde ve hangi ülkesinde bir devlet, bir toplum hâfızlar tarafından idare edilmiştir?

Elli senedir bir İmam-Hatip mektepleridir tutturdular; siyasî güç izin verseydi, böyle okullardan beş on bin adet açacaklardı. Bunlar meslek okullarıdır. Haddinden fazla gerekmez. Türkiye’nin, Müslümanların hâfız kurslarına, İmam mekteplerine değil; çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün, çok parlak liselere, kolejlere ihtiyacı vardı. Bunu düşünemediler.

Lise ve kolej açmayı düşünenler de, fen ağırlıklı okullar açtılar. Halbuki kültürün temeli edebiyat, tarih, sanat, felsefe, sosyoloji gibi sosyal disiplinlerdir.

Son elli yıl içinde Müslüman kesim dünya çapında hukukçular, mimarlar, medyacılar, düşünürler, sanatkârlar, romancılar yetiştiremedi.

Müslüman kesimdeki işe yarar adamların çoğu, ihtida (sonradan imana gelme) suretiyle kazanılmış, karşı cepheden alınmış adamlardır. Necip Fazıl, Nazım Hikmet’in arkadaşı idi. Abdülhakim Arvasî hazretleri tarafından irşad edilmiş, Müslüman cepheye kazandırılmıştır.

Doçent Nurettin Topçu, doktora yapmak için gittiği Fransa’da, Blondel’in felsefesinin tesiri altında kalarak İslâm’a dönüş yapmıştır.

Profesör Ali Fuat Başgil düzenci bir kimseyken, hidâyete ererek İslâm’ın safına geçmiştir.

Turgut Özal, Amerika’da bulunduğu yıllarda, oradaki dine saygıyı, dinî canlılığı görmüş de İslâm’a bağlanmıştır.

Cemil Meriç, marksist iken İslâm’a yönelmiştir.

Sağ olanlardan isim vermiyorum. Filan şair ve mütefekkir eskiden solcu ve ateist iken sonradan Müslümanlığı kabul etmiştir. Falan mimar ve şehirci de marksizmden İslâm’a dönenlerdendir.

Müslümanların hâfız ve imam mektepleri, nâdir istisnalar dışında ne İslâm, ne de çağ seviyesinde adam yetiştirebilmiştir.

Elli yıldan beri Müslümanların paralarını, ümitlerini, imkanlarını beton binalara, verimsiz sahalara yatıran adamlar büyük tarihî fırsatları ziyan etmişlerdir.

Bin adet yarım kiloluk şeker paketleri bir araya gelince beş yüz kilo şeker eder ama bin adet yarım adam bir tek tam adam etmez. Bir milyon yarım adam da bir tek adam etmez. Kemmiyetler bir araya getirilip toplanır, fakat keyfiyetler toplanmaz.

Türkiye’nin, Türkiye Müslümanlarının sayıları az da olsa bilgi, aksiyon, estetik boyutları vasıflı, güçlü, üstün adamlara ihtiyacı vardır. Üç kişi de olsa, beş kişi de olsa, birkaç düzine insan da olsa böyle adamların varlığı zarurîdir.

Camilere helâ yaptırmak, minarelere hoparlör taktırmak, imamlara meşruta inşa ettirmek, kutsal mâbetlere ışıldak, fırıldak, zırıldak, kalorifer koydurmak, kurban etlerini bir yıl boyunca kokmadan muhafaza edip de öğrencilere kavurmalı türlü yedirmek kolaydır ama adam yetiştirmek kolay iş değildir.

Türkiye’nin, İslâm’ın büyük adamlara, büyük hukukçulara, büyük mimarlara, büyük medyacılara, büyük edebiyatçılara, büyük şairlere, büyük mütefekkirlere (düşünürlere), büyük iş adamlarına ihtiyacı vardır. Bizde dünya çapında, bizim kendi medeniyetimiz ve kültür mirasımız çapında büyük iş adamı da yoktur. Olsaydı, şimdi başta ABD ve Almanya olmak üzere, Türkiye’nin yüzde yüz yerli ve millî otomobilleri bütün ülkelerde her yıl milyonlarca adet satılacaktı. Türkiye’nin uçak sanayii olacaktı. Elin çürük çarık, demode, çağdışı otomobillerinin montajını yapmakla birkaç aile katrilyoner olur ama ülke de böyle batar.

Çağ seviyesinde ve İslâm seviyesinde güçlü, vasıflı, üstün adam nasıl yetişir? Bunun formülünü bilen var mı?

Bu memleketi demagoji, yalan, soytarılık, hokkabazlık, arivizm, emanete hıyanet, geri zekalılık bu hale getirmiştir. Din düşmanlığının ve din sömürüsünün hâkim olduğu bir Türkiye’de elbette adam yetişmez. 22 Şubat 1999