Adamsızlığın Cezasını Çekiyoruz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Çarşamba
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) “Ölümden başka her hastalığın ilacı ve çaresi vardır” buyuruyor. Bu hastalıklar ve çareler sadece tıb sahası ile değil; hayatın bütün sosyal, kültürel, siyasi sahaları ile ilgilidir.
Meselâ bugün Türkiye’nin büyük sıkıntıları, illetleri, dertleri vardır. Bunların hepsinin ilacı, çaresi, çözümü mevcuttur. Yeter ki, insanlar bunları araştırsınlar, bulsunlar, hayata geçirebilsinler.
Sanırım ilacı ve tedavisi olmayan şey mevcut bozuk sistemdir. Onu bu haliyle ayakta tutmak, yaşatmak mümkün değildir. Değişmesi, yerine ihtiyaçlara cevap veren daha iyi, daha müsait, daha sağlam bir sistem gelmesi gerekir.
Ülkemizin şu anda en büyük derdi ve hastalığı işleri yürütecek vasıflı, güçlü, üstün, başarılı elemanların ve kadroların bulunmamasıdır. Bizim belimizi bu yetersizlik bükmektedir.
Türkiye bugünkü eğitim sistemiyle, bu okullarla, bu üniversitelerle kesinlikle düze ve selamete çıkamaz. Bunlardan yetişenler işte ortadadır, görünen köy kılavuz istemez.
Mensubu bulunduğum Müslüman kesim çırpınıp duruyor. Darbe üzerine darbe yiyor, zulme ve haksızlığa uğruyor, kendi öz vatanında parya muamelesi görüyor, haklarını ve hürriyetlerini koruyamıyor. Bunun ana sebebi insan meselesidir. Müslüman kesimi temsil eden kişiler ve kadrolar yeteri kadar güçlü değildir.
Zamanımızda güç nedir? İlimdir, irfandır, uzmanlıktır, kültürdür, ahlâktır, fazilettir, sanattır, hikmettir. Bunlar bizde yeterli miktarda mevcut değil ki, bu duruma düşmüşüz.
Bir ülkede bir Yahudiye bir fiske vurulsa, Yahudilerin temsilcileri, önderleri, sorumluları cihanı ayağa kaldırabiliyor. Biz Müslümanlar böyle bir güce, hassasiyete, şuura, üstünlüğe sahip değiliz. Bizi temsil eden kişiler ve gruplar temsilcilik ve vekalet hizmetlerini başarıyla göremiyor.
Bir şikâyettir, bir feryattır, bir ağlama sızlamadır gidiyor islâmî cephede. Masonlar, dinsizler, ateistler, zâlimler bizi eziyormuş, haksızlık yapıyormuş, temel haklarımızı çiğniyormuş… Behey gafiller, hayat bir mücadeleden ibarettir. Vasıflı, güçlü, üstün olacaksın ki, hiçbir kuvvet sana zulmedemesin.
Müslümanlar müsabaka (yarışma) zihniyetine bile sahip değiller.
Yenilen müsâbık (yarışmacı), tek kişi veya ekip olsun, hiç bir zaman yenilginin suçunu, vebalini, kabahatini karşı tarafta bulmaz.
80’li yıllarda, merhum Turgut beyin iktidarı zamanında Müslümanlar İngiltere, İsviçre, Kanada gibi ileri ülkelerde, dünya standartları seviyesinde birkaç kolej açmış ve buralarda yetiştirdikleri gençleri daha sonra dünyanın en büyük üniversitelerinde siyasî kültür ve medya sahasında, sosyal konulu branşlarda mükemmel bir şekilde yetiştirmiş olsalardı bugünkü zillete, hezimete, esarete, hakarete düçar olmazlardı.
Bizdeki düzen İmam-Hatip okulları açacak, Müslümanlar buralarda çocuk yetiştirecek ve bunlardan kuracakları kadrolarla selamete çıkacaklar… Bu plan yürümemiş, bu çare sadra şifa olmamıştır.
İngiltere, İsviçre, Kanada gibi ileri ülkelerde Müslümanlar lise açabilirler miydi? Elbette açabilirlerdi. O ülkelerde İslam’ı kabul etmiş büyük düşünürler, büyük eğitimciler, büyük şahsiyetler bulunmaktadır. Onlarla işbirliği yapılarak Eton ayarında kolejler pekâlâ kurulabilirdi. Bizde bunu gerçekleştirecek para olmuştur ama gerekli akıl, fikir, feraset, hikmet olmamıştır.
Yıllardan beri Türkiye’deki islâmî cemaatler, tarikatlar, hizipler, fırkalar dünya çapında vasıflı, güçlü, üstün Müslüman elemanlar yetiştirmek yerine “Efendi hazretlerine bağlı, şuçu veya bucu, beyni yıkanmış hizip militanı” yetiştirdiler. Sonunda da bu gibi elemanlarla bu hallere düştük.
Bazıları isyan edip, “Yahu hiçbir sahada gücümüz, yeterliliğimiz, üstünlüğümüz yok mudur?” diyeceklerdir. Soruyorum:
1. Medya sahasında yani gazetecilik, dergicilik, televizyonculuk sahasında biz mi önde koşuyoruz, yoksa karşıtlarımız mı? İslâmî medya organları birinci ligte mi oynuyor, yoksa ikinci, üçüncü liglerde mi?
2. Hukuk mimarlığı, hukuk tefekkürü sahasında durumumuz nedir? Biz bu ülkede çoğunluğu teşkil ediyoruz diye kuru sıkı atıp tutuyoruz. Peki barolar niçin Müslümanların kontrolunda değil?
3. Kitap yayıncılığı, kültür faaliyetleri konusunda rakiplerimizden önde miyiz, yoksa çok gerilerde mi bulunuyoruz?
4. Sanat faaliyetleri sahasında ne yapıyoruz?
5. Mimarlık ve şehircilik sahasındaki ağırlığımız nedir?
6. Sanayi, büyük ticaret, büyük finans sahasında biz mi üstünüz, yoksa bize karşı olanlar mı?
Bütün bu geriliklerin, yetersizliklerin, mağlubiyetlerin suçu kimlere aittir? Birtakım adamlar cart curt ediyorlardı. Konuştukları zaman mangalda kül bırakmıyorlardı. Laf önemli değildir, işe bakmak gerekir. İş sahasında niçin bu kadar beceriksiziz?
İslâm davası, dinî hizmetler Titancılık metodlarıyla yürümez. İslâmî hizmet ve faaliyetler yalancılıkla, emanete hıyanetle, ehliyetsizlikle yürütülemez.
Söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Bizim hizmetlerimiz ehliyetli, liyakatli, güçlü, vasıflı, üstün, başarılı elemanlarla ve kadrolarla yürütülebilir.
Eski muhaddisler, bir zatı hadîs ravisi olarak kabul etmemişler. Çünkü o adam bir keresinde yürümemekte inat eden atını yürütmek için hayvana bir tutam ot göstermiş, at otu görünce yürümüş, adam ise onu hayvana yedirmemiş. Muhaddisler, “Atı aldatanda hayır yoktur, ona güvenemeyiz” demişler.
İslâmî kesimde söz söyleyince yalan söyleyen, vaad edince vaadinden dönen, kendisine bir emanet verilince o emanete hıyanet eden birtakım adamlar vardır ki, Müslümanlar onlara hâlâ güveniyor, hâlâ onların peşlerinden gidiyor. Elbette iflah olmazlar, selamete çıkmazlar, burunları pislikten kurtulmaz.
Bir iki iyi sıfat ve hasletle İslâm temsilcisi olunmaz. Sıfat ve hasletlerin listesi çok uzundur. İslâm temsilcisi ihlaslı ve istikametli olacaktır. Bir adam ki, ihlas ve istikametten mahrumdur, onda hayır yoktur. Sonra hikmetli ve ferasetli olacaktır. Bu iki kelime ve kavram zamanımızda ne kadar az kullanılıyor.
Nefsi, nefs-i emmâre derecesinde bulunan adamdan da hayır gelmez.
Allah için kurban, küp için kavurma zihniyetiyle hareket ederek, islâmî hizmet ve faaliyetler yaparken küplerini dolduran adamlar yüksek Müslümanlar değil, alçak Müslümanlardır. Bunların da faydası yoktur, zararları çoktur. Velhasıl bize adam lazımdır adam… 11 Kasım 1999