A’dan Z’ye bozuk değil, Bombozuk sistem
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Cuma
Tanıdığım öğrencilerden biri lisan öğrenmek maksadıyla Amerika’ya gitti. Orada bir sene kaldı, şoförlük ve tezgâhtarlık yaptı; yirmi kadar eyaleti dolaştı, sonra yurda döndü. Birkaç gün önce ziyaretime geldi, sohbet esnasında şunu anlattı:
Tezgâhta mal satarken Amerikalının biri ona hangi ülkeden geldiğini sormuş, Türkiye’den deyince,
Maalesef ahlâk ve dürüstlük notumuz pek parlak değil. Oturduğum semte çok turist geliyor, yerli vatandaş olarak bazı taksilere kesinlikle binemiyorum, kenarda yolcu bekleyen boş bir arabanın şoförüne soruyorum: “Boş musunuz?” Başını yukarı kaldırarak “Hayır” diyor. Beni niçin kabul etmiyor? Bu sorunun cevabını siz veriniz.
İstanbul’da birtakım şoförler (bütün şoförleri kasd etmiyorum) turistleri aldatıyorlarsa, 20 dolarlık yere 70 dolara götürüyorlarsa
Sayınİstanbul Valisi Beyefendi’yi, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı Beyefendi’yi, Sayın İstanbul Emniyet Müdürü Beyefendi’yi afv ve müsamahalarına (hoşgörülerine) sığınarak uyarıyorum: Bu işin vebali ve sorumluluğu öncelikle onlara aittir.
Bundan senelerce önce her sene Arap dünyasından Sarıyer’e yaz tatilini geçirmek için binlerce aile geliyordu. Evler kiralıyorlar, yiyorlar, içiyorlar, ülkemize para bırakıyorlardı. Bunlar üstelik din kardeşimizdi. Bütün Sarıyerlileri suçlamıyorum, ancak bazı açgözlü, kötü insanlar o turistleri kaçırdılar.
Ülkemizde sadece turistler aldatılmıyor. Yine tanıdığım öğrencilerden biri şehrin çok merkezî bir yerinde bir lokantada garsonluk yaptı ve sadece iki gün dayanabildi. Lokantanın önünde elliye yakın levha varmış. Döner ekmek şu kadar lira, lahmacun bu kadar lira, iskender kebabının fiyatı şu, kuşbaşılı pide bu… Geçenler fiyatların ucuzluğuna aldanıyorlar, içeri giriyorlar ve yemek yiyorlar, ödedikleri para, dışarıda yazılanların çok üstünde. Ne hükümet karışıyor, ne belediye. Adam şehrin göbeğinde göz göre göre vatandaşı kazıklıyor ve cezasız kalıyor. Bazı müşteriler hesaba itiraz ediyorlar ama nafile, eski hamam eski tas.
Defalarca yazmışımdır, tekrar dikkatinize sunayım. İstanbul’da binlerce lokantada “döner” satılmaz, “nefis döner” satılır. Acaba bu “nefis dönerlerin” kaçta kaçı gerçekten “nefistir.” Maalesef 50’de biri bile değildir. Döner diye kıyma, soya fasulyesi “eti”, tavuk derisi ve sakatatı, iç yağı satılıyor, buna da “nefis döner” deniliyor. Burada bir aldatma vardır. İslâm dininin kurallarına göre nefis olmayan, kalitesiz, karışık “şâibeli”, gayri nefis bir döneri nefis diyerek satmak suçtur, ahlâksızlıktır, günahtır ve bu yolla kazanılan para haramdır.
Eskiden Kapalı Çarşı’da Sevim Lokantası vardı, nefis döner orada bulunurdu. O lokanta da kapandı. Hiç yok demiyorum, 50’de bir… Ülkeyi ve şehri idare edenlerin bu gibi dolandırıcılıklara, kandırmalara, yalanlara mâni olmaları gerekir. Döner satan lokanta ve büfeler, dönerlerinin muhteviyatını (içindekileri) müşterilerinin görebilecekleri ve kolayca okuyabilecekleri bir şekilde yazmakla mükellef (yükümlü) tutulmalıdır.
Nitekim marketlerde satılan konservelerin, hazır yemeklerin üzerinde içindekiler açıkça belirtilmektedir. Şehirde sık sık rastladığım bir usulsüzlüğü de yazmak istiyorum: Özel otobüslerde bilet verilmiyor. İlgililerin dikkatini çekiyorum. Yıllardan beri halkımıza hormonlu sebze ve meyve yediriliyor, ilgilenen yok. Halbuki Sağlık Bakanlığı’nın, Büyükşehir Belediyesi’nin, İlçe belediyelerinin bu husus üzerinde durmaları ve kansere yol açan hormonlu gıda maddeleriyle mücadele etmeleri gerekir.
İki sene önce bir ilgiliden sorup öğrenmiştim: Büyükşehir Belediyesi’nin sebze ve meyvelerdeki hormonları tesbit ve tahlil edecek cihazları yokmuş. Bu cihazlar o kadar pahalı değilmiş. Peki niçin alınmıyor? Geçen hafta İstanbul’un merkezî ve tarihî bir anacaddesinden geçtim. Kaldırımlar değiştiriliyordu. İş daha bitmemişti ama şu ana kadar yapılmış kısım, iş bitmeden bozulmuştu.
Soruyorum: Bu bir hıyanet, rezalet, vazifeyi su-i istimal değil midir? Günde yüz binlerce insanın geçtiği bir yolun üst malzemesini nasıl döşüyorlar?.. Düzgün olmayan zemin üzerine kum döküyorlar, o kumu biraz düzlüyorlar ve üzerine şap şap, yalap şalap, Çin’den ithal edilmiş (o ithal de ayrı hikaye ya) malzemeyi yerleştiriyorlar… Yahu böyle yol yapışır mı?
Bundan iki bin sene önce Romalılar yollar yapmışlar, bunların bir kısmı hâlâ sapasağlam duruyor. Bizde anlattığım şekilde döşenen İstanbul yolları iş bitmeden bozuluyor.
Osmanlı Devleti yükseliş devrinde, 16’ncı asırda İstanbul Boğazı’ndan geniş olan Tuna Nehri’ne bir günde köprü kurmuş ve üzerinden büyük bir orduyu geçirmiştir. Askerleri, atları, develeri, topları, arabaları, öküzleri ile bir ordu. Bir ülkedeki idarenin, sistemin, düzenin derecesi; barajlarla, hava alanlarıyla, limanlarla, oto yollarla, gökdelenleriyle, cep telefonlarıyla, televizyonlarla ölçülmez. Bu konudaki ölçüler ve kıstaslar şunlardır:
Eski Başbakanlardan Dr.Refik Saydam, “Bu memlekette A’dan Z’ye kadar her şey bozuktur” demişti. Bu sözler 60 küsur yıl önce söylenmişti. Şimdi herşey bozuk değil, bombozuktur. Bu bozukluğun vebâli ve sorumluluğu kimlere aittir?
Ey mâlumlar ve mâhutlar!.. Cart curt ve zart zurt etmeyi bırakınız da şu zavallı memleketin, şu zavallı halkın, şu gadre uğramış devletimizin haline bakınız. Halimiz perişan, istikbalimiz karanlık! Hangi âkıbete sürükleniyoruz? Nasıl düzeleceğiz? Bu konuda bir fikriniz var mı?
“Allah bize yardım eder…” diye ümitlenen Müslümanlara sesleniyorum: Allah’ın ilâhî yardımının bize ulaşması için, bizim öncelikle kendimize yardım etmemiz gerekir. Kendimize nasıl yardım edebiliriz:
Alman şairi
ne demiş?
31 Aralık 2005