Cumartesi

 

Muhterem bir şeyh efendinin, kendisini sevenlere ve nasihat isteyenlere yapmış olduğu yazılı öğütleri aşağıda bulacaksınız. Bunlar zelzele ve diğer âfetlerle ilgili olarak alınacak mânevî tedbirlerdir. Şeyh efendinin dikkat edilmesini istediği hususlar, dindar bir Müslümanın mantığına uygun gelecek şeylerdir. Dinî inancı, islâmî boyutu olan bir kimsenin işlediği günahlar için tevbe ve istiğfar etmesi, felaketlerden korunmak için sadaka vermesi ve dua etmesi, günahlardan kaçınması gerekmez mi? Kendilerini “Biz laikiz, biz çağdaşız, biz ilericiyiz, biz uygarız” diye tanıtan kişilerin ve zümrelerin, ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanların dinî inançlarına, dualarına, ibadetlerine, sadakalarına, zihniyetlerine karışmamaları, saygı göstermeleri gerekir. Dinî boyutu ve tatbikatı olmayan kimselerin bazı gerçekleri idrak etmeleri mümkün değildir… Bu mukaddimeden sonra, muhterem şeyh efendinin tâlimatını aşağıya aynen naklediyorum:

“Allah kullarına bakıyor: Kulum beni hatırlıyor mu? Kulum ne yapıyor? Ne haldedir? Bana sığınıyor mu? Benden yardım istiyor mu? Bu deprem ilahî gazap neticesidir. Bu, lütuf tecellisi değil, kahır tecellisidir. Onun için ilk yapılacak şey tövbe ve istiğfardır. Oturulamayacak evleri sağlam eve nakletmek veya evi tamir etmek zahirî tedbirdir. Bir memleketten başka memlekete kaçıp gitmek doğru olmaz. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de (Bakara suresi) anlatılır: Bir beldenin ahalisi ölüm tehlikesi var diye oradan kaçmışlar fakat ölüm hepsini yolda yakalamış.

Onun için, tövbe et, olduğun yerde dur. Gece dışarı çıkma, yatsıdan sonra kendi evinde otur. Her kim çıkarsa kendi mesuliyetini kendi taşır, biz almayız. Bizim söylediğimizi dinledikten sonra mesuliyet benim üstümdedir. Kapıdan girince besmele çek, Âyetü’l-Kürsî oku. “Ey gökleri üzerimize düşmeden tutan Allah’ım! Ey ayağımızın altındaki toprağı kaydırmayan Allah’ım, Sana teslimiz, biz ne yapalım? Tövbe ettik, ya Rabbi, sen bağışla” de ve birbirinize “Namaz kıldın mı? Namaz kıldın mı?” diye sorun. Evde secdesiz kimse olmasın. Evde kaç kişi varsa, her biri için gücüne göre birer bin lira olsa bile sadaka verin.

Çocuklar mâsumdur. Onun için çocuklarla beraber oturup:

100 kere “Yâ Latîf”

100 tane Bismillahirrahmanirrahim

100 tane salavat getirin.

Bu tertip şimdilik yetişir. Herkes kendi hizmet ve vazifesine devam etsin.

Gece temiz olarak yatmaya dikkat edin, sizi himaye edecek melâike-i kiram müvekkel olur. Kapıların üzerine “Bismillahirrahmanirrahim, Yâ Mâlikel mülk -Bismillahirrahmanirrahim, El-Mülkülillah : Biz Müslümanız” yazın. Bu, gelen melâikeye ihbardır. Onlar bakıyor, “Bu hanede müslüman var”. İçinde müslüman olan haneler ve “mülk Senindir Ya Rabbi, Senin mülkünde biz duruyoruz” diye ikrar eden kimseler mahfuzdur, onlara birşey olmaz. Dünya sallansa onlar sallanmaz, Rahmet onların üzerine iner.

Bir şiddet görülürse veya korku anında, abdest alıp seccadeyi serip herkes kıbleye karşı diz üstü otursun, oraya buraya kaçmasın. “Yâ Latîf” çeksin, olursa 100 defadan 300 defaya kadar “Yâ Vedûd” çeksin. Allah denen yerler yıkılmaz.

Evin içerisinde Allah’ın gazabını mucib olacak resim, heykel, yazı, sigara, içki varsa kendileri mesuldur. Allah’ın sevmediği kimselerin resmini koyma. Evin içinde çoluk çocuk herkes Şeriat üzerine giyinsinler, avret yerlerini kapalı tutsunlar. Çocuklar şort giymesin, erkekler göbekten diz altına kapalı olsun, hanımlar baş açık gezmesin, dekolte giymesin, bağırlarını, kollarını, bacaklarını örtsün, mümkün mertebe vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde elbise giymeye dikkat etsin. Bunların hepsi tedbirdir, Allah’ın gazabını geri çevirmeye sebeptir. Bunlara dikkat etmeyenleri, evleri yıkılmasa da, Allah korkutur.

Ve bütün bunlara riayet edenlerin bereketine Allah ayni binada kalan diğer insanları da gözetir.”

Dijital Kıyamet

Âhir zaman âlâmetleri zuhur ettikçe, akla hayale gelmeyen işlere şahit oluyoruz. Bunlardan biri de, 2000 yılının başında beklenen “Dijital Kıyamet” olacaktır. Dünyamızda artık fabrikalar, bankalar, sigorta işleri, uçak trafiği, hastahâneler, füze ve sair silahlar, şehirlerdeki su, gaz, elektrik şebekeleri ve daha birçok önemli ve hayatî işler ve muameleler bilgisayarlarla yapılmaktadır. Bilgisayar sistemi ise, yüzde seksen 2000 rakamına ve yılına hazırlıklı değildir. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere bütün ileri ve gelişmiş ülkelerde, takvimin 1 Ocak 2000 tarihini gösterdiği anda, bilgisayar sistemlerinin ve cihazlarının uyumsuzluğu ve hazırlıksızlığı dolayısıyla dehşetli bir kargaşa ve kaos meydana geleceği tahmin edilmektedir.

Mesela neler olabilir? Sular akmayabilir, elektrikler kesilebilir, trafik hercümerc olabilir, hastahanelerdeki hizmetler aksayabilir, yiyecek sıkıntısı çekilebilir.

Sabah gazetesinin 31 Ağustos 1999 tarihli nüshasındaki bir haberde, Beyaz Saray sözcüsü John Koskinen’in, 2000 sendromu için halka şu hazırlıkları yapmalarını tavsiye ettiği yazılıydı:

“En az üç günlük yiyecek, temiz su ve diğer önemli ve hayatî ihtiyaç maddelerinin stoklanması, bir jeneratör edinilmesi, bankalarda bulunan hesap ve değerli kağıtlarla ilgili dokümanların alınması.”

Bazıları bu konuda büsbütün karamsar ve kötümser tahminlerde bulunuyor ve 2000 yılında başlayacak dijital kıyametin tesirlerinin üç yıl süreceğini söylüyorlarmış. Bir kısım insanlar kırsal kesimlere göç edecekler, tarım, avcılık ile geçinmeye çalışacaklarmış. Silahlanmak da gerekiyormuş, çünkü yağmacılar zuhur edecekmiş.

Pakistan’da

İstemekle yapmak arasında büyük farklar vardır. Pakistan’da bir İslâm devleti ve nizamı olması isteniyordu. Bir devlet kuruldu ama, o hiç bir zaman bir İslâm devleti olamadı. Pakistan’daki dindarların ve İslâmcıların bilgi, aksiyon ve estetik boyutları böyle bir işi gerçekleştirmeye yetmedi. Ebû’l-Alâ Mevdudî güzel konuşuyordu, güzel kitaplar yazıyordu ama söyledikleri, yazdıkları hep teoride kaldı. Pakistan’da, “İslâm Cumhuriyeti” adı altında bambaşka bir düzen ve sistem gelişti. Şu anda orada gırtlağa kadar kokuşma, yüz milyar dolardan fazla kara para, büyük bir tefrika hüküm sürüyor. Demokrasi de doğru dürüst işlemiyor. Ülkenin elli küsur yıllık tarihinin yarısı darbe, sıkıyönetim, askerî idare ile geçti. En yüksek makamlara çıkanlar malı götürdü.

Türkiye Müslümanlarının, bizim yerli İslâmcıların, Mevdudî hayranlarının talihsiz kardeş Pakistan’da olup bitenlerden ibret almaları gerekir. Arap dünyasında, İhvanü’l-Müslimîn teşkilatı başarılı olamamıştır. Bizdeki Müslüman aydınların, kodamanların, pabucu büyüklerin Pakistan’da ve Arap dünyasında olup bitenleri dikkatle incelemeleri icab eder.

Bir ülkede islâmî hareketin başarısı, o hareketin başındaki kadronun vasıflı, güçlü, üstün olmasına bağlıdır. Vasıflılık, güçlülük, üstünlük ise şu üç boyutta olacaktır: Bilgi boyutu, aksiyon (ahlâk ve fazilet) boyutu ve estetik (sanat ve güzellik) boyutu. İslâmî hareketin başındaki zevatta bunlar yoksa o hareket mağlub olmaya, başarısızlığa mahkumdur.

Bizdeki Mevdudî’ciler, Pakistan’da başarılı olamayan Cemaat-i İslâmî metodunun, Türkiye’de nasıl başarılı olabileceğini düşünmüyorlar mı? 17 Ekim 1999