Cuma

 

Şiî âlimlerinin ileri gelenlerinden ve meşhurlarından Necefli Hüseyin bin Muhammed Takıyy en-Nuri et-Tabersî

“Faslu’l-Hitab fî İsbati Tahrifi Kitabi Rabib’l-Erbab”

adlı bir eser telif etmiştir. Konu, ona göre -hâşâ- Kur’ân-ı Kerîm’in eksiltildiği yâni bazı yerlerinin çıkartılıp atıldığı, metnine bazı ilâveler yapıldığı, bazı yerlerinin tahrif edildiğidir. Bu eser İran’da yayınlanınca büyük gürültü kopmuş, bunun üzerine yazarı

“Faslü’l-Hitap Kitabı Üzerine Bazı Şüphelerin Reddi”

ismiyle ikinci bir eser kaleme alarak evvelki iddialarında israr etmiştir.

Şiîlerin çok muteber gördükleri meşhur hadîs kitapları el-Kâfî’de Hazret-i Fâtıma hazretlerinin bir Mushafı bulunduğu ve bunun şimdi elimizde olan Kur’ân’dan üç misli büyük olduğu yazılıdır.

Yukarıda verdiğim bilgileri tartışma ve fitne çıkartmak için yazmadım. Bugün Türkiye’de Şiî mezhebine bağlı İranlı Cemalüddin Afganî’yi Müslümanlara kurtuluş önderi olarak gösteren, “Biz bu zatın ve onun talebesi, Muhammed Abduh, Reşid Rıza gibi âlimlerin peşlerinden gidersek kurtuluruz” diyen, kimisi telfik-i mezahib taraftarı bulunan, kimisi mezhepsizliğini ilân eden, bazısı Sünnet’i inkâr eden bir grup İslâmcı, İlâhiyatçı, köşeyazarı, düşünür mevcuttur. Bunlar yıllardan beri yaptıkları propagandalarla bir Afganî efsanesi meydana getirmişler, halktan ve gençlikten nicesinin zihinlerini karmakarışık etmişlerdir. Afganî Şiî olduğuna göre takiyye yapmıştır. Yani asıl mezhebini, itikadını, görüşlerini, maksadını Müslümanlardan gizlemiştir. Peki bu zat, Faslu’l-Hitab kitabını yazan Tabersî gibi, Kur’ân’ın eksiltildiğine, tahrif edildiğine, metnine ilaveler yapıldığına inanıyor muydu?

Bazı Afganiciler,

“Biz Kur’ân’dan başka bir kaynak tanımayız. Mezhepleri, Ehl-i Sünnet’i de kabul etmeyiz. Peygamber bir postacı idi, ölmüş ve işi bitmiştir. Biz ne diyorsak onu kabul edin…”

şeklinde propagandalar yapıyor. Bu adamlar, Müslümanların inandığı ve bağlı bulunduğu İslâm’a

“İlmihal Müslümanlığı”

adını veriyor, kendi anlattıkları doktrine de

“Kur’ân Müslümanlığı”

diyor. Ehl-i Sünneti sinsice yıkmak isteyen bu gibi kimseler, milletimize Afganî gibi bir Farmasonu, Şiî’yi, mâceraperesti, aktivisti, şâibeli ve bulaşık kimseyi nasıl önder, rehber, kurtarıcı olarak gösteriyor?

Afganî bizi kurtaracaksa, onun reçetesini hayata uygulayarak selâmete çıkabileceksek, necat ve felâh bulabileceksek hep birlikte bu adamın eteğine sarılalım, metodunu tatbik edelim.

Lâkin şu ana kadar Afganîciler hiçbir İslâm ülkesinde başarı kazanamamıştır. Onun reçetesinin, metodunun, doktrininin faydası yoksa niçin uygulayalım?

Kendisini müctehid ilân eden ve taraftarları tarafından da böyle kabul edilen bir İlâhiyat profesörü yıllardan beri bıkıp usanmadan

Afganî, Abduh, Reşid Rıza

propagandası yapmaktadır. Bu zat gerçekten müctehid midir? Türkiye’de müctehid yetiştirecek hakikî İslâm medreseleri, mektepleri, darü’l-ulûmları kalmış mıdır? Maalesef bugün ülkemizde bırakınız müctehid yetiştirmek,

tabakat-ı fukahanın en alt derecesi ve rütbesi olan ashab-ı fetvâ

yetiştirecek İslâm medreseleri bile kalmamıştır. Osmanlı’nın son devrinde medreseler zayıflamıştı ama yine o İslâm okullarından

Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Düzceli Zâhid el-Kevserî, Elmalılı Hamdi Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen

ve benzerleri büyük ulema yetişmiştir. Daha sonra

Medaris-i İslâmiye, Darü’l-Fünun İlâhiyat Fakültesi, Darü’l-Hikme

gibi müesseseler kapatılmış, islâmî eğitim çökertilmiştir. O devirde ehlullahtan, hem dersiâm, hem de şeyh olan bir zat,

“Keşke camileri kapatsaydılar da medreselere dokunmasaydılar. Çünkü medreseler, âlim yetiştirerek camileri tekrar açtırırlardı. Fakat ilim çökünce her şey çöker”

meâlinde bir söz sarfetmiştir.

Bugün bizdeki kaosun, kargaşanın, zaafların asıl sebebi

İslâm eğitiminin olmayışı,

icazetli âlim yetiştiren müesseselerin kapatılmış bulunmasıdır. Böyle bir ortamda maalesef müctehid değil, müctehid taslağı yetişir ancak. Nitekim yaptıkları ictihadlar, verdikleri fetva ve ruhsatlar bu iddiamı teyid etmektedir.

Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum:

Ehliyetsiz, icazetsiz sahte müctehidlere aldanmayınız. Dinimizi muteber ve güvenilir ilmihal ve fıkıh kitaplarından, büyük âlimlerin telif etmiş oldukları mübarek ahlâk ve mev’ize eserlerinden öğreniniz. Şüpheli, şâibeli şahıslara, kitaplara rağbet etmeyiniz.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin buyurduğu gibi bu devir fırtına ve felâket devridir. Şimdi ictihad zamanı değildir. 1400 yıldan beri devam eden geleneksel sünnî Müslümanlığı muhafaza etmeliyiz.

Yapılacak işler şunlardır:

1. İtikadımızı tashih etmek, ehl-i sünnet ve cemaat imamlarının itikadı üzere olmak.

2. Başta beş vakit namaz omak üzere ibadetlere sarılmak, onları titizlikle eda etmek. Farz namazları cemaatle kılmak. Bazı imamları beğenmiyorsak, beğendiğimiz imamların cemaatine katılmak.

3. Nefslerimizi terbiye etmek, ahlâkımızı düzeltmek; kurtarıcı iyi huylara sahip olmak, helâk edici kötü huyları terketmek.

4. Hem din kültürüne, hem de genel kültüre sahip bilgili, irfanlı Müslümanlar olmak.

Ben gençliğimde Afganî’yi çok seviyordum. Okudukça, gerçekleri öğrendikçe soğumaya başladım. Sultan Abdülhamid Han Hazretleri Afganî’den çekinmiş ve kendisini Teşvikiye’de bir köşkte, halk ile ihtilât etmeden yaşamaya mecbur kılmıştır. Bu onun için bir nevi altın kafes hapsi olmuştur. Sultan Abdülhamid Hazretleri’nin yakınlarından, müşavirlerinden Rufaî şeyhi ve üç yüzden fazla eser sahibi Ebü’l-Hüda es-Sayyadî Hazretleri de Afganî’ye muarızdı. Meseleleri iyice incelemeden yaldızlı propagandalara kapılmayalım. Müslümanlar tarih boyunca nice defalar Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuşlar, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır. Kendimize rehber arıyorsak bari Farmason olmayan, ehl-i sünnet mezhebine bağlı güvenilir ve sadık şahıslardan birini seçelim.

Afganîcilerin, telfik-i mezahipçilerin, mezhepsizlerin, selefilerin ellerinde büyük maddî imkânlar vardır. Onlar bu imkânları i’lâ-i kelimetullah yapmak, Sevad-ı A’zam Müslümanlığını güçlendirmek için kullanmaktan çok,

Afganîcilik, Abduhçuluk, Reşid Rızacılık telfik-i mezahibçilik için kullanıyor.

Afganîcilere ve diğer bozuk fırkalara merhum Ahmed Davudoğlu Hocaefendi “Dini Tâmir Dâvâsında Din Tahripçileri” adlı kitabı ile gereken cevapları vermiştir.

Yalancı ve sahte müctehidler kaypak hareket etmesinler, cesaretle ortaya çıksınlar ve “Evet biz müctehidiz, meydan okuyoruz, müctehidliğimizi isbat etmek üzere tartışmaya ve müzakereye hazırız” desinler. Ehl-i Sünnet âlimleri de onların bu iddialarını çürütsünler.

Kendi işlerine gelen bütün sapık, bozuk, hatâtlı kitapları sattırmak, onları tenkid eden kitapları sattırmamak… Onların yaptığı budur.

Farmason Afganî’nin yaptıkları ve yapamadıkları ortadadır. Denenmişi denemekte fayda yoktur. Ülkemizde zaman zaman diplomasız doktorlar ve dişçiler yakalanmaktadır. İcazetsiz müctehidler de bunlar gibidir. 18 Mart 2000