Ağalık Sistemi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Kemal Sunal’ın, Şener Şen’in filmlerinde karikatürize edilen köy ağaları, köy ağalığı, ağaların esiri ve ırgatı köylüleri hepimiz biliriz. Kocaman Türkiye’nin de uçsuz bucaksız bir köy olduğunu, bu büyük köyün de ağaları ve ırgatları olduğunu pek düşünmeyiz.
Türkiye’nin bir takım ağaları var. Onlar bu memleketi babalarından kalmış bir çiftlik gibi görüyor; halka da Ortaçağ Avrupası’ndaki derebeylerin köleleri köylüler, bir zamanların Rusya’sındaki serfler gibi bakıyor.
Eskiden bu ülkede eğitim ve mektepler bugünkü gibi değildi. 40’lı yıllarda, Akşam Kız Sanat Okulları dahil bütün ülkede kırk kadar lise ayarında okul vardı. Üç de üniversite bulunuyordu: İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi. Bunların kalitesi yüksekti ama çok az genç lise ve yüksek tahsil yapmak imkanına sahipti. Zamanla, kalitesi feci şekilde düşse de liselerin sayısı çoğaldı, yetmişe yakın üniversite açıldı. Ağa köylülerinin çocukları da okumaya, kültürlenmeye başladı. Mevcut düzene karşı iki muhalefet gelişti. Biri Marksist-Komünist muhalefet, ötekisi İslâmcı muhalefet.
Sistemin ağaları doymak nedir bilmeyen bir hırsa ve iştihaya sahipti. Önce doların yüzbinleriyle zengin oldular, sonra milyonuna sahip oldular, en sonunda bazı ağalar dolar milyarderi oldu. Devşirdikçe, kazandıkça, zenginleştikçe daha da kuduruyorlardı. Sonunda çala çala, hortumlaya hortumlaya, vura vura, tokatlaya tokatlaya, yağma ede ede ülkenin kaynaklarını bitirdiler ve bugünkü korkunç krize sebebiyet verdiler.
Az buçuk akla, insafa, vicdana sahip bir ağa, köylülerine bakar, geçimlerini asgarî ölçüde de olsa temin ederdi. Bizim modern ağalar öyle azmışlar, öyle kudurmuşlar, öyle şaşırmışlardı ki, büyük köyün on milyonlarca ırgatını işsiz, aşsız, ekmeksiz bıraktılar.
Ağalar saltanatı Türk parasını bitirdi: Cumhuriyet’in kuruluşunda ancak 0,80 TL. eden dolar çıldırdı ve ben şu yazıyı kaleme aldığım sırada bir milyon beşyüzbin lira oldu. Ağalar, ülkenin kendi imkanları ve potansiyeli yetmediği için, büyük miktarda borç almışlar ve onları da çarçur edip, büyük bir kısmını da zimmetlerine geçirmişlerdi.
Bir kısım ağaların ABD, İngiltere, Batı Avrupa üniversitelerinde tahsil yaptıktan sonra ülkeye muteber prensler olarak dönen çocukları ağalıkta, yağmacılıkta babalarını geçtiler.
Ağalar şu canım Türkiye’nin canına okudular. Memleketin şu hal-i perişanına bakınız: Fabrikalarının bir kısmı kapanmış, bir kısmı can çekişiyor, tersaneler çökmüş, finans ve bankacılık sektörü öldürücü darbeler yemiş. Eğitim ve üniversiteler dejenere olmuş. Bütün temel müesseseler yozlaşmış. Halk birbirine düşman kutuplara ve kesimlere ayrılmış. Sağcılar solcular, Türkler Kürtler, Sünnîler Alevîler arasında fitne ve fesat sokulmuş. Velhasıl memlekette yerinden oynamamış tek çivi kalmamış.
Bütün bu hengâme içinde birtakım ağa gazete ve televizyonlarının ayda on bin dolardan fazla maaş alan, Boğaziçi yalılarında, manzaralı tepelerdeki lüks sitelerde krallar gibi lüks ve saltanatlı bir hayat süren kalemşörleri, yorumcuları, köşeyazarları haftanın yedi gününün en az üçünde “Din, Şeriat, Kur’ân tehlikesine” dair feryatlar kopartıyor, uyarılar yapıyorlar.
Haramzade ve talancılar ikiyüz milyar dolardan fazla kara ve kirli para sahibi olmuşlar, siyaset kirlenmiş, iktisat ve finans batmış ama ağalık sisteminin en büyük derdi başörtülü kızlardır, din mektepleridir.
Şu hususu da açıkça beyan etmek isterim ki, bütün politikacıları, bütün büyük bürokratları, bütün medya ileri gelenlerini suçlamak ve karalamak gibi bir niyetim ve kasdım yoktur. Namuslu, şerefli, dürüst, doğru, ehliyetli, vazifeşinas, âdil, sorumluluğunu müdrik kimselere ancak saygı beslerim. Benim kasdettiklerim hırsızlar, talancılar, yağmacılar, hortumlayıcılar, bu memleketi babalarının çiftliği sanan ağalardır. İyi ve dürüstlere ne kadar saygı besliyorsam, ötekilere de o kadar lânet ediyorum.
2000’li yılların başında Türkiye’nin başına gelen felâket, birtakım Afrika ve Güney Amerika muz veya ananas cumhuriyetlerinde görülen felaketlerden de beterdir. Tarih sayfalarına bir cihan imparatorluğunun, evrensel bir devletin ve nizamın efsanesini yazmış olan bu millet ve ülke nasıl olur da böyle feci bir duruma düşebilir?
Devleti ve Cumhuriyet’i de tenzih ediyorum. Cumhuriyet, temeli fazilet olan bir sistemdir. Bu ülkede devlete ve Cumhuriyet’e en büyük fenalığı ağalık sistemi yapmaktadır.
Helâl ticaret, üretim, ziraat kasıtlı ve planlı bir şekilde çökertilmiştir. Ticaret ve sanayi kösteklenirken faizcilik, rantçılık, reformculuk, hırsızlık, hortumlama, vurgun, haram yeme, kokuşma, rüşvet teşvik edilmiştir.
Silah kaçakçıları, uyuşturucu babaları, haramyiyiciler yıllar boyunca dehşet saçmışlar, kimse onların üzerine gitmeye cesaret edememiştir.
Uğur Mumcu bu konularda çok şeyler bildiği ve bazı gerçekleri yayınlamaya hazırlandığı bir sırada, otomobiline konulan patlayıcı madde ile havaya uçurularak öldürüldü, susturuldu. Mumcu öldüğü vakit timsah gözyaşları dökenler, katilleri niçin bulmadılar?
Susurluk vak’asıyla ortaya çıkan karinelerin üzerine gidildi mi? Dedikodu mahiyetinde on binlerce sayfa yazı yazıldı ama netice kocaman bir sıfırdan ibaret.
Türkiye’nin büyük ağaları gerektiğinde, kendilerini kurtarmak, dosyaları kapattırmak için beş milyon, on milyon dolar vermekten çekinmiyorlar. Milyar dolar götürenlerin katında beş on milyon doların lafı mı olur?
Bir hafta kadar önce, Ümraniye’de oturan bir vatandaşın yürekler sızlatan halini öğrendim. Bir temizlik firmasında asgarî ücretle çalışıyormuş, iki aydır maaş alamamış. Bakkala 67 milyon lira borcu birikmiş. Bakkal, “Daha fazla veresiye veremeyeceğim” demiş. Adamın ailesi ekmek bulamamış. Bereket versin komşusu durumu biliyormuş, aileyi akşam yemeğine çağırmış da karınlarını doyurmuşlar. Peki, yarın, öbür gün, ondan sonraki günler ne yiyecekler? Bizde, ABD’de olduğu gibi beş parasız kalanlara bir tas çorba ile bir sandiviç ekmeği veren teşkilat da yok…
Bu milleti, bu ülkeyi bu hale getirenleri biz affetsek bile Allah affetmeyecektir. Çünkü Yüce Yaratan kul hakkını affetmez. Büyük lanet ülkeyi soyan, milleti perişan eden ağaların üzerine olsun. 01 Eylül 2001