Ağlamak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Pazar
Aşksız, şevksiz, neş’esiz, vecdsiz islâmî hayat, hareket, hizmet olmaz. Hüccetülislâm İmamı Gazalî hazretlerinin İhyâu Ulûmi’d-din’inde okumuştum; ehlullahtan büyük bir zat rüya âleminde Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in huzurunda Kur’an-ı Kerim’i tilâvet etmiş; bitirdikten sonra Efendimiz, tebessüm buyurarak “Yâ filan, güzel okudun ama, hani gözyaşı…” buyurmuş.
Bugün, bilhassa yüksek Müslüman tabakada aşk, şevk, vecd, gözyaşı, neş’e kalmamış gibidir. Vicdanlar nasırlaşmış, herşey maddeye endekslenmiş; zâhirde büyük görünen koca koca insanlar para, menfaat, makam, mevki, ün, alkış gibi dünya kuruntularına yönelmiştir.
Birtakım sapıklar, kendi meşreb, cemaat, hiziplerini İslâm ile özdeşleştirmişler; kendi daireleri içinde olmayanları yahut kendilerini desteklemeyenleri küfürle itham etmeye varacak derecede insaf ve itidali kaybetmişlerdir.
Ağlamak, manevî sıkıntıları izale ettiği gibi maddî dertlere de şifa veren bir haslettir. Ağlamak gönüllerdeki pasları siler atar. Ağlamak vicdanların nasırlarını eritir. Şu zamanda ağlanacak şu kadar konu varken, islâmî kesimdeki bu gözyaşı eksikliğinin sebebi nedir?
Bunca felâket içinde, dini imanı para, menfaat, şöhret, riyaset ve benlik olan birtakım adamlar hâlâ para toplamakla, alkış istemekle, şahsî ikballeri için destek aramakla meşguller. Bunlar gözyaşsız, kuru, sığ adamlardır.
Bunca kötülük, zulüm, fitne, fesat, nifak, şikak içinde ağlamak bizim en tabiî hakkımızken bu hakkı bile kullanamayacak derekelere düşmüş olmamız ne ayıptır. Acaba korkudan mı ağlayamıyoruz, yoksa bizde ağlayacak vicdan ve irfan kalmadığı için mi?
İslâm dinine inandığı halde dindar olmayan, günah işleyen bir Müslümana kâfir denemez. Kâfirler, dinsizler o kimselerdir ki, inkâr ederler, açıkça İslâm’a saldırırlar, düşmanlık yaparlar. Türkiye gibi halkının ezici çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede yaşayan hiçbir medenî, aydın, efendi, aklı başında kimseye İslâm’a ve Müslümanlara savaş ilân etmek yakışmaz. Kişi inançsız olabilir, İslâm’a inanmayabilir. Bu ayrı bir şeydir, Müslüman bir ülkede İslâm’a saldırmak ayrı şeydir.
Türkiye’deki bu savaş bir inanç ve inançsızlık savaşı mıdır, yoksa başka sebepleri mi vardır? Savaşın asıl sebepleri şunlardır:
1. Ülkemizdeki gizli bir Yahudi tarikati veya cemaati büyük bir güç, nüfuz, iktidar elde etmiştir. Bunu Müslümanlara kaptırmak istememektedir.
2. Savaş zâhirde dine karşı gibi görünüyorsa da, perde arkasındaki asıl sebeplerden biri rant savaşıdır. Küçük bir egemen azınlık Türkiye’nin kaymağını yemekte, kanını iliğini sömürmekte; ülkenin, devletin, milletin servetini hortumlamaktadır. Açtıkları savaş bu menfaatleri Müslüman çoğunluğa kaptırmamak içindir.
Türkiye’deki dinsizler ve inkârcılar, vaktiyle 19’uncu asırda İngiliz ve Fransız sömürgecilerinin yaptığı gibi:
(a) Müslümanları câhil bırakmak.
(b) Birleşmelerini engellemek.
(c) İktisat, ticaret, sınaat (endüstri) sahalarında ilerlemelerini önlemek (irticâî sermâye…).
(ç) Bilhassa dindar Müslüman kızların üniversitelerde okuyup yüksek tahsil yapmalarına mâni olmak.
(d) Millî kimliğe dayalı bir idare sistemi kurulmasına izin vermemek gibi konularda faaliyet göstermektedir.
Peki, İslâm düşmanları bu stratejiyi, bu siyaseti nasıl yürütüyor?
(A) Doğrudan doğruya İslam’a saldırarak, Müslümanlara baskı yaparak.
(B) Müslümanlar içine ajanlar, adamlar, hocalar sokarak islâmî hareketi dejenere etmek, Müslümanları çıkmaz sokaklara sokmak, dindar kesimi parçalamak, Ümmet’in enerjisini, imkânlarını, gücünü verimsiz sahalara yöneltmek suretiyle.
Ülkemizdeki büyük Müslüman kütle bu dönen dolapların farkında mıdır? Maalesef farkında değildir. Milyonlarca Müslüman yıllardan beri afyonlu zehirlerle sersemletilmiş, sâlim ve mantıkî düşünceden mahrum bırakılmıştır. Şu anda Müslümanların içinde sinsice faaliyet gösteren belki de binlerce ajan, provokatör, kitleleri ve grupları manipüle eden eleman vardır. İslâm düşmanları, dinî kesimdeki bazı isimleri avuçlarına almışlardır. Kimini korkutarak, kimini satın alarak…
Bizdeki bu din ve dinsizlik ne zaman sona erecektir?
Ülkemizde hukukun üstünlüğü, millî kimlik, temel insan hakları, gerçek demokrasi, adalet, hikmet üzerine oturan bir düzen ve sistem kurulduğu zaman. Peki böyle bir sistemi kurmak kolay mıdır? Mümkün müdür? Ne kolaydır, ne de mümkündür. Bu işin kolay olduğunu iddia edenlere, milleti yıllardan beri ucuz reçetelerle oyalayıp afyonlayanlara inanılmamalıdır. Her şeyin bir ücreti ve faturası vardır. Türkiye’yi soyan, babalarının çiftliği gibi sömüren, iliğini ve kanını kurutan egemen güçler menfaatlerini ucuza satmazlar.
Din rantı yiyen, bozuk düzenin kemiklerine köpek gibi saldıran, mukaddesat sömürüsü yapan, trilyonları, katrilyonları hortumlayan sözde ve sahte İslâmcılar tasfiye edilip, Peygamber, Ashab, Selef-i Sâlihîn metodlarıyla, İslâm ahlâkıyla çalışan vasıflı, güçlü, üstün, ahlâklı, faziletli hizmet kadroları kurulmadıkça Müslümanlar zillet, zebunluk, esaret, hakaret içinde sürünmeye devam edeceklerdir. 09 Ağustos 1999