Safahat’in bir yerindeki şiirin üstünde şöyle bir cümle var: “Odama kapandım, bütün gün Müslümanların haline ağladım.” Bu sözü şimal Müslümanlarından biri söylemiş. O zat kimse, Allah ona rahmet eylesin, ne mürüvvetli bir kimseymiş. Odasına kapanmak ve bütün gün Müslümanların haline ağlamak. Rabbim bize de böyle gözyaşı nasip et.

Peygamber ashabtan birine ne buyuruyor: “Ey filân, evine kapan ve ağla!” Ağlamayan bir göz ne kötü gözdür.

Önce kendi halimize ağlamak. Heba olan günlere, biriken günahlara, hatâlara, isyanlara. Sonra Âlem-i İslâm’ın perişan haline ağlamak. İmansız yetişen Müslüman evlâdı için ağlamak, şeytanın pençesine düşen tâife-i nisa için ağlamak. Resmî vesika verilerek Madam’ın hânesinde fuhuş sermâyesi yapılan bedbahtlar için ağlamak. (Onlar bizden sorulmayacak mı sanıyorsunuz?) Habeşistan’da, şurada burada açlıktan kadidi çıkmış, sinekler gibi sapır sapır dökülüp ölen Ehl-i İslâm için ağlamak. Keşmir’de mecûsî askerler tarafından ırzına geçilen Müslüman kadınlar için ağlamak. Yirmi yaşının baharında buzlu bir hudut karakolunda terörist kurşunuyla şehid olan ciğerpâre için ağlamak. Alışveriş eden annesinin kucağında iken bombalanan mağazada ölen iki yaşındaki yavru için ağlamak. Yahu ağlanacak o kadar çok şey var ki.

Hiç olmazsa kendi ölümünüz için şimdiden ağlayın. Bakarsınız siz ölünce arkanızdan bir ağlayan çıkmaz.

Ağlayın. Kederinizden ağlayın, öfkenizden ağlayın.

Ağlamak uyanıklıktır, temizliktir.

BIRAKACAKMIŞ!

Hacı beyle bir sohbette tanıştım. Bir ara başbaşa kaldık, bana şunları söyledi: Artık hayli yaşlandım, sinnim yetmişi geçti. Ben hayata işçilikten atıldım, yolumu tırnağımla kazdım ve çok zengin oldum. Hani mültimilyarder dediğiniz sınıftanım. Servetim yedi göbek torunlarıma yeter de artar. Artık işleri bırakmak, köşeme çekilmek, kendimi büsbütün ibâdete, hayır hasenat işlerine vermek istiyorum. Bir iki bitireceğim nâtamam iş kaldı Şu Aksaray’daki gökdelen yavrusu, bir dükkânlı ve yazıhâneli hanı ve pasajı bitireyim; Marmara sahilindeki beş bin dönümlük arazideki iki bin konutluk siteyi tamamlayayım; yarım kalan iplik fabrikası bitirilip çalışmaya başlasın; oğlum ve damadımla birlikte Kazakistan’da almağa çalıştığımız ihale işi de hayırlısıyla neticelensin; sonracığıma şu Kadıköy’deki süpermarket işi de var, geceleri gözüme uyku girmiyor, bir de onu açalım; Romanya ile Libya arasındaki tanker ve nakliye işleri de epey himmet istiyor; ihracat- ithalât müessesesi de randımanlı bir şekilde çalışmağa başlasın; Bakırköy’deki modern ekmek fabrikasıyla, Çatalca’daki mezbaha inşaatı bitmek üzere. Artık işten güçten bıktım, şuncağızları bitireyim, çekileceğim be…

PARAYLA

Bu ne haldir yahu! Ezan okumak parayla, namaz kıldırmak parayla, Kur’ân okumak parayla; mevlid, kaside, ilahî, dua parayla. Va’z u nasihat parayla. Tefsir, hadîs, kelâm, fıkıh, siyer, bilcümle din ilimleri parayla. Müslüman ölülerin gasli, teçhizi, tekfini ve defni parayla. Câmiye gidip abdest alacaksınız, tuvalete girmek parayla. Cuma namazından çıkınca kapıda bir masa, üstünde makbuzlar, yine para.

Cihad, o da parayla. Tebliğ, dâvet, tedris, telif, tercüme, hizmet, himmet hep parayla.

Beykoz’da Karakulak vakıf suyuna gitmiştik, bir bidon su dolduralım dedik, o da paraylaymış.

Bundan on sene kadar evvel Nuruosmaniye’de tanıdık bir Müslümanla karşılaşmıştım. Çok telaşlıydı, selâm verdi, acele Fatih’e Arapça kursuna yetişmeliyim diyerek yelyeperek yelkenkürek hızla uzaklaştıydı. Arapça dersi için bu ne aşk ve heyecan diye düşünmüştüm. Sonradan öğrendim ki, kursları tertipleyen vakıf, iştirak edenlere her ders başına para ödüyormuş.

Peygamber şu halimizi görse ne der?

EŞKIYAYA SİLÂH

Hazret-i Ali kerremallahu vecheh Efendimizin hikmetlerle dolu çok önemli bir vecizesi vardır: “Eşrâra ilim öğretmek, eşkıyâya silâh vermek gibidir”, buyuruyorlar, yâni kötü insanlara bilgi ve kültür vermek, haydutlara silâh sağlamak gibidir. Büyüklerimizin bu gibi düsturlarına riâyet etmezsek, çok zarar görürüz. Nitekim görmekteyiz.

Memleketimizde uzun yıllardan beri ehil olmayanlara ilim öğretilmekte, yüksek tahsil yaptırılmakta, ihtisas sahibi kılınmaktadır. Onlar, bu edindikleri mâlumat ve hünerleri milletin, vatanın, devletin yararına kullanmıyorlar; aksine şerre hizmet, millete hıyanet etmek için ellerinden gelen habaseti yapıyorlar. Şimdi bazı ibretli misâller vereyim:

1’inci örnek: Liseden yeni mezun olmuş, imanlı bir Türk genci, Amerika’nın New Heaven Üniversitesi’nde tahsil yapmak üzere vize almak için Ankara’daki Amerikan konsoloshanesine başvuruyor, fakat vize alamıyor. Çünkü genç, İmam Hatib mezunudur, Amerikalılar, böyle bir gencin kendi üniversitelerinde okumasını menfaatlerine  uygun görmedikleri için kabul etmiyorlar. Çünkü, bu onlar açısından izafî şer doğuracaktır. Bakın onlar kendi açılarından ne kadar uyanıklar.

2’nci örnek: Kasımpaşa’nın Hacıhüsrev mahallesinden cin gibi bir çocuk bir çilingire müracaat etse “ustacığım ben senin yanında çilingir olmak istiyorum. Bana anahtar yapmayı, kapalı kilitlerin nasıl açılacağını öğretir misin?” dese, ustanın ona bu bilgileri, bu hünerleri öğretmemesi gerekir. Çünkü, Hacıhüsrevli genç bununla çok canlar yakabilir.

3’üncü örnek: Seks manyağı, kadın avcısı birisine hipnotizma öğretilmez, çünkü o bunu karıları uyutup onlara tecavüz etmek için kullanacaktır.

Samimi, ihlâslı, karakterli olmayan bir çocuğa hâfızlık öğretirseniz, o ileride bu hâfızlığını ticaret âleti olarak kullanacak ve bu suretle Kur’an’a ihanet edecektir.

Yeterli ruh soyluluğuna sahip olmayan bir kimseye yüksek din ihtisası yaptınlırsa o, öğrendiği ilimle İslâm’a hizmet etmeyecek, aksine İşlâm’ı istihdam edecektir. Bu tür kimselerin sırf para kazanmak hırsıyla çıkardıkları kitapları görmekteyiz.

Şu anda kitapçılık piyasasında İslâm’a, Kur’an’a, mukaddesata ağır hakaretlerle dolu birtakım paçavra eserler satılıyor. Bunların yazarı eski bir müftüdür. Bizim gafletimiz neticesinde İmam Hatib mektebinde okumuş, din tahsili görmüş ve Diyanet bünyesinde vazife alarak bir vilâyet müftülüğüne kadar yükselmiştir. Bir müddet de TRT’nin dinî yayınlar bölümünü idare etmiştir. Sonra bu herif irtidat etmiş (yani dinden çıkıp kâfir olmuş) ve mukaddesatımız aleyhinde ağız dolusu küfürler, hakaretler savurmağa başlamıştır.

Bugünün eğitim sistemi fırsat eşitliği tanır. Üniversite giriş imtihanını kazanan melek de olsa, şeytan da olsa yüksek tahsil yapabilir. Lâdinî sistem para ve kazanç hususunda nasıl ki, haram helâl ayırımı yapmazsa, ilim öğretilecek gençler arasında da hayırlı veya şerli, saîd veya şakî tefriki gözetmez.

Bakırköy’de Çetinkaya mağazasını kundaklayıp çoluk çocuk, kadın ihtiyar zavallı masum vatandaşlarımızın ölmelerine sebep olanlar, üniversite genciymiş.

Bu memlekete en büyük kötülüğü tahsilli eşkiya yapmaktadır. Eskiden haydutlar okuma yazma bilmezlerdi. Dağlara çıkarlar, vasıtaları, yolcuları soyarlar, bildiğimiz klasik, gene geleneksel eşkıyalık işlerini yaparlardı. Şimdi diplomalı, yüksek ihtisaslı, masterli, kültürlü haydutlar zuhur etti. Kimisi bölücülük yapar, kimisi devlet ve millet hâzinesini talan eder, kimisi fuhuş ve deyyusluk tohumları eker, kimisi küfür, nifak, şikak propagandası yapar.

Evet, şerirlere ilim öğretmek, eşkıyâya silâh temin etmek gibidir.

UZUN HUTBELER

Geçen cuma namazını Sultanahmeddeki Nakilbend câmiinde kıldım. İmam efendi namazdan önce Kur’an- ı Kerim tilâvet etti. Ben vaaz yerine Kur’ân dinlemeyi tercih ederim, memnun oldum. Sonra cuma namazını kıldık, arkasından cumanın sünneti, dört rekât zuhr-ı âhir, iki rekât vaktin sünneti, tesbihat ve dua. Câmiden çıktım. Küçük Ayasofya’dan Kadırga’ya yürüdüm, orada biraz dolaşıp hava aldım, bir lokantaya gidip öğle yemeği yedim. Dönüşte Akbıyık’a doğru yürürken Dizdariye’den kalabalık bir kalabalığın geldiğini gördüm. Sordum, meğerse ordaki câmide namaz ancak sona ermiş, yeni dağılıyorlarmış. Şu soğuk kış günlerinde cuma hutbeleri çok uzatılmasa ne iyi olur. Uzun hutbe müessir hutbe demek değildi’

31.12.1991