Ağlamamız Lâzım
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Salı
Son onbeş yıl içinde zenginleşmiş Müslümanlardan birkaç yüzünü yenilen içilen dinlenilen bir yerde gördüm.
* Lüks otomobillere binerek gelmişlerdi.
* Genellikle iyi beslenmişler, kilo alıp semirmişlerdi.
* Pahalı elbiseler ve ayakkabılar giyinmişlerdi ama genellikle güzel ve sanatlı bir kıyafete sahip oldukları söylenemezdi.
* Çok rahat tavırları vardı; tasasız bir şekilde gülüyorlar, konuşuyorlar, yiyip içiyorlardı.
* Para ve madde yönünden sıkıntıları olmadığı anlaşılıyordu.
* Namaz kılıyorlardı. Grup grup giderek, eğlendikleri yerin camisinde ibadet ediyorlardı.
* Kendilerinden memnun ve razı görünüyorlardı.
* Tasasızdılar, neş’eliydiler, keyifliydiler…
Evet onlar, miladın şu 2006’ncı yılında tasasız yaşayabiliyorlardı.
Şuurlu, vicdanlı, akıllı, firasetli bir Müslüman bu tarihte bu ülkede nasıl tasasız olabilir, nasıl gel keyfim gel bir hayat sürebilirdi?
Bırakın içte olup bitenleri, Çeçenistan, Irak, Filistin’de yaşanan facialar bile onların neş’elerini gidermeli, iştahını kesmeli, huzurunu ortadan kaldırmalı değil miydi?
Onlar, İstanbul’da latif bir mayıs gecesinde neş’e, haz, zevk içinde nefis yemekler yer, çaylarını içerken, 1918’e kadar bir Osmanlı şehri olan Bağdad’ta bombalar patlıyor, Müslümanların cesetleri, kolları, bacakları havalarda uçuşuyor… Filistin’de insanlığın yüzünü kızartması gereken facialar cereyan ediyor…Çeçenistan yıllardan beri kan ve ateş içinde…
Sadece bu üç ülke mi? Hayır, Afganistan da işgal altında, orada da zulüm var, kan var, ateş var… İşgal altındaki Keşmir’de de durum kötü.
Ülkemizin iç durumu parlak değil. Bir ara durduğunu sandığımız terör savaşı bütün acılarıyla, bütün merhametsizliğiyle, bütün hiddet ve şiddeti ile sürüyor. Medyada hergün şehit haberleri okuyoruz. Delikanlı yavrularının tabutlarına sarılmış ağlayan, feryad eden anneler… Bu manzaraların yüreklerimizi parçalaması, iştahlarımızı kesmesi gerekmez mi?
Yazık ki, içte ve dıştaki bunca facia bizim ne para hırsımızı gemliyor, ne iştihamızı kesiyor, ne zevk ü sefa arayışımızı durduruyor.
Bir kısım Müslümanlar, kazanmadıkları bir savaşın ganimetlerini devşirmekle meşguller.
Eskiden ganimet, usulüne göre harbî düşmanlardan toplanırmış. Şimdiki gafiller kendi ülkelerinden, kendi halklarından ganimet topluyorlar. Eski ganimetler, şer’î şekilde taksim edildikten ve humsu beytülmale teslim edildikten sonra tayyib ve helâl olurmuş, şimdiki ganimetler haram…
İçimizden bazılarının gözleri var görmüyorlar, kulakları var işitmiyorlar, kalpleri var idrak etmiyor, hissetmiyor, sanki mühürlenmişler…
Bir ateist, bir dinsiz, bir kâfir azıp kudurabilir ama bir Müslüman azamaz.
Onlar aşırı lüks ve konfor tuzağına düşebilir ama biz düşmemeliyiz.
Onlar paraya, maddeye tapabilir ama biz tapamayız.
Çünkü biz Peygambere iman etmişiz, O’nun Hak cânibinden getirdiği dini benimseyip kabul etmişiz.
Bu din bize israfı yasaklıyor, kanaat içinde yaşamamızı emr ediyor.
Bu din bize bütün mü’minler kardeştir diyor; gerçek Müslümansak kardeşlerimizin çektiği acıları hissetmemiz gerekir.
Bu din bize haram yemeyin diyor, faiz ve bey’ bi’l-bâtıl’dan kaçınmamızı emr ediyor.
Bu din bize, ihalelere fesat karıştırmayı, saçı bitmedik yetimlerin haklarını yemeyi, haram kazançlar edinmeyi kesinlikle yasak kılıyor.
Bu din bize, zengin de olsan azma, sefih (beyinsizce) bir hayat sürme, zâhid, mütteki ve kanaatli ol diyor.
Bu din bizi, şeytanın tuzaklarına karşı uyarıyor.
Bu din “Peygamberde sizin için çok güzel bir örnek ve model vardır” (âyet meâli) buyuruyor.
Aylardan beri savaş tamtamları çalınıyor. Saldırgan güçlerin önemli temsilcileri sık sık ülkemize gelip gidiyor ve kapalı kapılar ardında toplantılar yapılıyor. Neler konuşuluyor?
Türkiye’nin, komşu bir İslâm ülkesine yapılacak saldırı için üs olarak kullanılacağına dair rivayetler var.
Türkiye Müslüman bir ülkedir. Bu Müslüman ülkede birtakım egemen güçler, dindarlığı ve dindarları büyük bir tehlike ve tehdit olarak görüyor.
Dünyanın bütün (evet BÜTÜN) medenî ülkelerinin üniversite ve yüksek okullarında dindar Müslüman kızların başörtüsü ile okumaları serbest ama Türkiye’de yasak.
Fransa’nın resmî-devlet okulları dışında, dünyanın bütün medenî ülkelerinin okullarında başörtüsü serbest, Türkiye’de ise İmam-Hatip okullarında bile yasak.
Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hürriyeti bütün medenî âlemde uygulanıyor ama Türkiye’de birtakım Müslümanlar inançlarından, düşüncelerinden, görüşlerinden dolayı baskı görüyor.
İnsan hakları ihlâlleri o raddeye varmış ki, Rahşan Ecevit gibi bir kişi bile “Din elden gidiyor!..” diye feryad ediyor.
Uzun yıllar boyunca başbakanlık ve devlet başkanlığı yapmış tecrübeli bir politikacı “Başörtüsü ile okumak isteyenler Suudî Arabistan’a gitsinler…” diye haykırabiliyor.
Bazı okullarda Hz. Peygamber ile ilgili bir kompozisyon yapıldı diye bir takım Beyaz Türkler ortalığı velveleye veriyor.
Bir belediyenin bastırıp dağıttığı dinî-ahlakî broşür ve kitaplar şiddetle tenkit ediliyor.
Müslümanlar üzerinde ağır bir baskı var. Hattâ bu baskı bazen terör şeklinde tezâhür ediyor.
Ve bunca fâcia, bunca rezalet, bunca olumsuzluk içinde birtakım yeni zengin, köşeyi dönmüş, tuzu kuru Müslümanlar gel keyfim gel bir hayat sürüyor.
Onlar Çeçenistan, Irak, Filistin şehitlerine ağlamıyor. Onlar vatanımızın güneydoğu ve doğu bölgesinde şehit düşen evlatlarımız için ağlamıyor. Onlar helâlin haram, münkerin mâruf, kötünün iyi görülmesine üzülmüyor. Onlar sorumluluklarını idrak etmiyor.
Altın buzağı onları büyülemiş…
Şeytan onları lüks, israf, konfor, şatafat, gösteriş, zevk u sefa, iyi yeme ve iyi yaşama tuzaklarına düşürmüş…
Onlar fırka, hizip, cemaat, tarikat, grup ve kliklerini dinle özdeşleştirmişler, hattâ bazen dinden üstün görür hale gelmişler.
Onlar, din-başlarını erbab haline getirmiş ve putlaştırmışlar.
Onlar, Peygambere saldırılınca reaksiyon göstermiyor, kendi din-başları tenkit edilince ateş püskürüyorlar.
Onlar şeytandan fetvalar almışlar…
Birinci fetva: “Kötü düzenlerde haram işleri işlemek, haram yemek caizdir.”
İkinci fetva “Müslüman her şeyin en iyisine layıktır.”
Bu fetvaların gölgesinde her haltı yiyorlar.
Müslümana her şeyin en iyisi layıktır diyecek ve lüks, israf, şatafat, gösteriş, gurur, kibir sergileyecek…
Şu halimize bakınız: Ağlanacak bir halimiz var, ağlanacak hadiseler içindeyiz, manzara yürekler acısı ve biz zevk u sefa içinde yiyoruz, içiyoruz, giyinip kuşanıyoruz, umursamazca keyfimize bakıyoruz.
Ağlayabilsek açılacağız, ağlayamıyoruz… 17 Mayıs 2006