Cumartesi

Peygamber “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışınız” buyurmuşlar. İslâm dini insanlığa orta yolu gösteriyor. Madalyonların iki tarafı vardır; insan varlığının bir kısmı bu dünyadadır, geri kalan kısmı ahiret dediğimiz öteki dünyada.

Yine buyurulmuştur ki: “Dünyada ne kadar kalacaksan, dünya için o kadar çalış; ahirette ne kadar kalacaksan onun için de, o kadar çalış.” Dünya hayatı fânidir, kısadır, gelip geçicidir; ahiret ise, bitmek tükenmek bilmez.

Zamane Müslümanlarının çoğu öldükten sonra dirilmeye, ahirete, hesaba kitaba, cennete cehenneme iman etmişlerdir ama, bütün gayretleri, didişmeleri, çalışıp çabalamaları dünya içindir. Akıllı, olgun, firasetli, basiretli Müslüman -dünya hizmet ve vazifelerini terk ve ihmal etmemek şartıyla- ahirete yönelik olan bir kimsedir.

Avam sınıfından, sıradan, orta dereceli Müslümanların dikkat ve gayretlerini ikiye ayırmaları gerekir. Yüzde kırk dokuz dünya için, yüzde elli bir ahiret için çalışmak… Yüzde doksan beş dünya için çalışıyor, yüzde beş de ahiret için… Bu kadar çalışma yetişmez.

Herkes memuriyetini, ticaretini, dünyevî işini gücünü yapmaya devam etsin. Ancak ahirete ait hazırlıkları da terk ve ihmal etmesin.

Ahiret ile ilgili hizmet, vazife, faaliyetler nelerdir:

1. İmanla, inançla ilgili konular. Her mü’min itikadını tashih etmelidir, yani dinî konulardaki inanç ve bilgilerinin doğru olmasına çalışmalıdır. Bu da, ehl-i sünnet alimlerinin telif ve tasnif (yazmış) etmiş oldukları güvenilir, muteber kitapları okumak, içindeki bilgileri öğrenmek ve hafızaya nakşetmekle olur. Reformcu, yenilikçi, mezhepsiz, telfik-i mezahipçi, şu veya bu bid’at, dalalet ve zındıklık meslek ve meşrebine bağlı ilahiyatçıların peşine düşenlerin itikatlarında bozukluklar başlar ve maazallah küfür uçurumuna bile yuvarlanabilirler. Söylemeye lüzum yoktur ki, bütün ilahiyatçıları kastetmedim, geleneksel İslâm çizgisinde olanları tenzih ederim; kendilerine hürmetimiz vardır.

2. Başta beş vakit namaz olmak üzere ibadetleri eda etmek. Zamane Müslümanları para, mal, zenginlik, dünya haz ve zevkleri peşinde koştukları kadar namaza ve diğer ibadetlere önem ve değer vermiş olsalardı, bugünkü zelil, esir, perişan, rezil vaziyete düşmezlerdi. Kimse kalkıp da “Efendi! Ne kadar ağır konuşuyorsun..” demeye yeltenmesin. Böyle söyleyenin kolundan tutar, bir sabah namazda kendisini herhangi bir camiye getiririm, durumu gözleriyle görmüş olur. Resulullah Efendimiz “Münafıklar sabah ve yatsı namazlarındaki feyz ve bereketi bilmiş olsalardı, sürünerek bile olsa namaza, camiye cemaate katılırlardı” mealinde buyurmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de yüce Allah’ın insanı “Kendisine ibadet (kulluk) etmesi için yarattığı” beyan buyurulmaktadır. Başka dinlere bağlı olan toplumlar hakkında konuşmuyorum, lakin bir Müslüman toplumun namazı ve cemaati terk etmesinin ona felaket, zillet, esaret, azab, musibet, uğursuzluk getireceğini söylüyorum.

3. Bu çağın Müslümanları, ahir zamanda yaşadıklarını bir an bile hatırlarından çıkartmasınlar. Ahir zaman, diğer çağlara nisbetle fitne, fesat, nifak, şikak, savaş, kütlevî ölümler bakımından daha yoğun olan bir zaman dilimidir. Son on seneden beri, yeryüzünde zelzelelerin, kasırgaların, tayfunların, büyük yangınların, kuraklıkların, kıtlıkların, açlıkların, hastalıkların, mahallî savaşların ardı arkası kesilmiyor. İnsanlık vebadan, koleradan, çiçekten kurtuldum derken bu sefer AlDS’nin, şimdiye kadar görülmemiş solunum hastalıklarının, pençesine düşmüştür. Üçüncü Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyuluyor. Uzmanlar İstanbul’da şiddetli bir zelzele olacağını haber veriyor.İklimler değişiyor, ileride kuraklık ve susuzluk tehlikesi baş gösterebilir. Böyle bir devirde madalyonun dünya tarafıyla ilgilenip, ahiret tarafını görmezlikten gelmek akıl ve vicdan sahibi Müslümanlara yakışmaz. İbadet ile, zikir ile, hayır hasenat ile, sadaka ile, büyük cihad ile Allah’a iltica etmek gerekir. İnsan çabucak gaflete, rahatlığa, zevk u sefaya düşebiliyor. Müslümanların başını çeken hocaların, şeyhlerin, üstadların, ağabeylerin, pabucu büyüklerin, tek kelimeyle sorumluların ümmet-i Muhammedi devamlı bir şekilde uyarmaları gerekir. Bu devirde bu hizmet, basın-yayın yoluyla yapılabilir. Çok tesirli, çok kaliteli uyarı, irşad, bilgilendirme broşürleri hazırlatılmalı, bunlar milyonlarca adet bastırılıp dağıtılmalıdır. Ne yazık ki, bugünkü zihniyet böyle irşad, ikaz, tezkir faaliyetlerine, cami helaları ve kaloriferleri kadar önem vermiyor.

4. Zamane Müslümanları birbirinden kopmuş, ümmet olmaktan çıkmışlardır. Halbuki İslâm toplumunun bir bütün, tek bir vücud olması gerekir. Dünyada her dinin, her tarikatın, her cemaatin, her teşkilatın bir başkanı, bir hiyerarşisi vardır; sadece Müslümanların yoktur. İslâm dini ne güçlü bir dinmiş ki, bu bahtsızlığa, bu teşkilatsızlığa, bu hiyerarşi yokluğuna rağmen ilerliyor, fütuhat yapıyor. Her Müslüman, ümmet-i Muhammed denilen bir teşkilatın üyesi bulunduğunu bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Peygamberimiz “Müslümanlar tek bir vücud gibidir; o vücudun bir azasına bir rahatsızlık gelir ise, bütün vücud hisseder” mealinde buyurmuşlardır. Müslümanlar arasında ümmet şuurunun güçlenmesi için çalışılmalıdır. Devrimizde, İmamet-i Kübra müessesesi yıkılmış olduğu için, ümmet şuuru da çok zayıflamıştır. Şimdi cemaat, tarikat, fırka, hizip, grup, şuculuk, buculuk asabiyeti güçlüdür. Ümmet şuuru olmadan bu gibi asabiyetler Müslümanlara güç, izzet, hürriyet kazandırmaz.

5. İslâm dini sadece inanç ve ibadet hükümlerinden ibaret değildir. Bizim dinimizin mükemmel bir ahlâk sistemi bulunmaktadır. Bin kere yazıklar olsun ki, ahlâk konusunda İslâm ile, Müslümanlar arasında büyük bir seviye farkı bulunmaktadır. İslâm dünyasının bir çok yerinde ahlâk fesada uğramıştır. islâm ülkelerinde diktatörlük, oligarşi, kokuşma, emanetlere hıyanet, gerilik görülüyor. Müslümanlar İslâm’ı ferdî ve toplumsal hayatlarına uygulamış olsalardı, dünyada ahlâk ve idare bakımından en temiz ülkenin Finlandiya değil, bir İslâm ülkesi olması gerekirdi. Biz Müslümanlar kendi hatalarımızı, noksanlarımızı, düşük taraflarımızı, bozukluklarımızı görmeyiz; başımıza gelen felaketleri hep karşımızdakilerin düşmanlığına yükleriz. Kurtulmak istiyorsak bu kafayı terk etmemiz lazımdır. Yapıcı olmak şartı ile özeleştiri yapmalıyız, sorgulamalıyız, aynaya bakmalıyız.

6. Günümüz Müslümanları büyük çoğunlukla ehl-i dünya olmuştur. İyi, güçlü, akıllı, üstün, firasetli Müslüman dünya ehli olmaz. O bir din insanıdır. İslâm’ın parlak zamanlarında Müslümanlar lâf Müslümanı değil, hâl Müslümanı oldukları için, Allah onlara hakimiyet, zafer vermiş, kendilerine yardım etmiştir.

Müslümanlara hitap ediyorum: Kurtulmak, yücelmek, izzet bulmak, hürleşmek, güçlenmek, üstün olmak istiyorsak daha fazla din, daha fazla ibadet, daha fazla ilim-irfan, daha fazla ahlâk ve fazilet, daha fazla hayır ve hasenat, nefsimizle daha fazla büyük cihad, daha fazla zikr ü tesbih, daha fazla vicdan, daha fazla ürperme, daha fazla gözyaşı gerekir. Bugünkü gaflet, ihmal, teseyyüb, azgınlık, zevk u sefa ile kurtuluş olmaz. 28 Aralık 2003