Ahlâk, Fazilet, Yüksek Karakter
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazartesi
Bazen taksi şoförleriyle yolculuk esnasında konuşuyorum. Onlar toplum yapısını en iyi bilen kimseler. Yaşlı, güngörmüş, tecrübeli, efendi şoförlerden çok şeyler öğreniyorum. Geçen gün bir koli dolusu eski (çok eski ve kıymetli değil) Kütahya çinisi ve iki metrekarelik yine eski bir halı satın almıştım. Yanımda bana yardım eden biri vardı ama bunları tramvayla taşımamız zor olacaktı, bir taksiye atladık. Yolda, efendiden biri olduğu anlaşılan şoförle konuştum. Konular mâlum, İstanbul’un artık çekilmez hale gelen trafiği, yolsuzluklar, bazı şoförlerin (hepsi değil) yakışıksız ve uygunsuz işleri… Şoföre, Amerikalı bir turistin Yeşilköy havaalanından otele 70 dolara götürüldüğünü, dönüşte aynı otelden, aynı yolla havaalanına yine taksi ile sadece 20 dolara döndüğünü anlattım.
dedi. Sonra kendi başından geçen bir vak’ayı anlattı: Otomobiline bir Japon profesörü binmiş, az buçuk Türkçe konuşuyormuş, gideceği yere vardıklarında Japon taksimetreye bakmış, cebinden 280 milyon lira çıkartmış vermiş. Halbuki cihazın ekranında 28 milyon yazılıymış. Şoför “Durunuz” demiş ve hakkını almış ve geriye kalan ikiyüz küsur milyon lirayı iade etmiş…
Bu dürüst, namuslu ve ahlaklı şoförün ismini almadığıma üzülüyorum. Kendisi tebrike şayan bir vatandaştır. Gerçi, böyle bir hâdise aslında ahlakî bir yükseklik, bir fazilet değildir ama bizde o kadar derin ve yaygın bir kokuşma var ki, bir yabancının fazladan verdiği paranın alınmamasını fazilet olarak görüyoruz. Çalmamak fazilet değildir, çok normal bir davranıştır. Haram yememek fazilet değildir, o da normaldir. Fazilet nedir? Birkaç basit örnek vereyim:
Osmanlı devletinin kuruluş ve yükseliş devirlerinde ülkeye ahlak ve fazilet hâkimdi. Bozulma ve çökme devirlerinde kötülükler olmuştur ama yine de dindarlık, ahlâk, fazilet toplumdan hiçbir zaman eksik olmamıştır.
Eskiden camiler ahlâk, fazilet ve yüksek karakter terbiyesi veriyordu. Eskiden millî eğitim sistemi ahlak, fazilet ve yüksek karakter aşılıyordu. Eskiden evler, aile ocakları birer mektep gibiydi ve çocuklara dindarlık, ahlak, fazilet, karakter terbiyesi evlerde, annelerin babaların, ninelerin dedelerin, dadıların eliyle ve diliyle veriliyordu. Eskiden çarşı pazarlar, zenaat atölyeleri, ticaret ve iş hayatı din ve ahlak kuralları ile kuşatılmıştı; ülkeyi ve toplumu ahîlik, fütüvvet teşkilâtı zabt u rabt altında tutuyordu.
Eskiden tarikat tekkeleri, tasavvuf ocakları, kendilerine intisab eden halka ahlak ve fazilet nedir öğretiyorlar, eğitip yetiştiriyorlardı. Tarikata kütük veya kereste olarak gelen kişi bir müddet sonra iyi bir insan, iyi bir Müslüman, ince ve zarif bir vatandaş oluyordu. Evlerin kapılarının kilitlenmediği o mutlu ve güzel günler artık tarihte kalmıştır. Eskiden bu halkın içinde kurtlar, eşkiya, esrar, kötü ve ahlaksız kimseler yok muydu? Elbette vardı ama bugünkü gibi yaygın değildi. Bundan yüz elli yıl önce, savaşa giden Müslümanlar, çoluk çocuklarını Ermeni komşularına emanet edebiliyorlardı.
Eskiden ahlaksızlığın, eşkiyalığın, haydutluğun faturası çok ağır oluyordu. Bu memleketin iyi ve güzel günlerinde can, mal, ırz, namus, neseb, din, iman güvenliği vardı. Sadece Müslümanlar için değil, gayr-i müslim milletler için de vardı.
Rüşvet yok muydu? Vardı ama toplum yapısını kangren gibi sarmamıştı. Kokuşma yok muydu? Vardı, ama genel değildi. Bir toplum hiçbir zaman kötülükten, münker şeylerden, suçlardan yüzde yüz arındırılamaz. Nitekim, Birleşmiş Milletler’in anketine göre temizlikte dünya birincisi olan Finlandiya’nın notu 10 değil, 9 küsurdur. (Türkiye’ninki, liste sonunda 3 küsurdur!) Eskiden hırsızlara acınmazdı. Hırsızlarına acıyan bir toplum soyulup soğana çevrildiği için ağlamasın.
Hacı Zihni Efendi,
adlı büyük ilmihal ve fıkıh kitabının nikâh bölümünde
diye yazıyor. Ülkemizdeki Yahudi cemaati, eski Osmanlı Yahudi erkek ve kadınlarını gösteren bir albüm yayınlamış, bundaki erkek resimlerinin hepsi sarıklı kavuklu, kadınların hepsi de tesettürlüdür. Evet eskiden bırakınız İslâm hanımlarını, Hıristiyan ve Yahudi hanımları bile başları örtülü gezerlerdi.
adındaki bir avukatın 1940’lı yıllarda yayınlamış olduğu
adlı kitaptan bir müddet evvel (bir veya bir buçuk sene önce) bir pasaj nakl etmiştim. O satırları altın harflerle yazıp evlerimize, işyerlerimize asmamız gerekir. Konu şuydu: Yorğaki bey Osmanlı devleti zamanında bir taşra şehrindeki Hıristiyan bir ticarethaneye gidiyor, orada otururken Müslüman bir genç geliyor,
diyor. Ticarethane sahipleri defterlere bakıyorlar,
diyorlar. Genç ısrar ediyor, Hıristiyan tacirler almamakta direniyor, nihayet Müslüman genç
diyerek hüngür hüngür ağlamaya başlıyor, Hıristiyan tâcirler,
diye israr ediyorlar. Nihayet şehrin naibine (sarıklı ulemadan kadı vekili) gidiyorlar, naib düşünüyor, Hıristiyan tacirlere
diyor ve mesele bu şekilde tatlıya bağlanıyor. Evet Osmanlının Müslümanı da Hıristiyanı da böyleydi. Bozuklar yok muydu, vardı ama onlar emsal ve örnek teşkil etmez.
Ahmed Cevdet Paşa Tezâkir’inde Bosnalı Hıristiyan tacirlere
diye sorduğunu, onların
cevabını verdiklerini nakl ediyor.
Bir toplum ribaya bulaşırsa bir daha kolay kolay iflâh olmaz. Kutsal Kitab’ta “Ribacılar Allah’a ve Resûlüne savaş ilan etmişlerdir” buyurulmaktadır.
Bir toplumun ne durumda olduğunu anlamak için şöyle bir kıstas vardır: O toplumdaki insanlar çoğunluk itibarıyla birbirinin meleği iseler durum, iş iyidir, sağlıklıdır, orada asayiş vardır. O toplumda insanlar genellikle birbirinin kurdu olmuşlarsa vah onun haline, yazık onun istikbaline.
Eskiden Müslümanları ayakta tutan prensiplerden biri de
(İyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek) farzı idi. Müslümanlar bu farzı terk edince zillete ve esarete duçar olmuşlardır. Bir toplumdaki iyiler, doğrular, vatanseverler
kötüler, vatan hâinleri, şerirler, haydutlar, soyguncular kadar
olmazlarsa o toplum bozulmaya ve çökmeye mahkûmdur.
Ahlâkı, fazileti, yüksek karakteri, fütüvveti (gönül yiğitliği) esas olarak kabul etmeyen bir İslâmcılık hareketini ve Siyasal İslâm’ı kabul etmem mümkün değildir. İslâm ahlakı emr ediyor, faziletin hâkim olmasını istiyor, o halde İslâmcılık hareketi, Siyasal İslâm da böyle olacaktır. Bütün İslâmcıları, bütün Müslüman siyasîleri kasd etmiyorum ama birtakımlarının yolsuzluk ve yamukluk yaptıkları tevâtür beyyinesi ile sâbittir. Müslüman, ihalelere nasıl fesat karıştırabilir? Müslüman nasıl saçı bitmedik yetimlerin haklarını yiyebilir? Müslüman, nasıl olur da saf ve câhil din kardeşlerini kaz gibi yolar, inek gibi sağar? Müslüman nasıl olur da, haram ve kirli parayla, doların milyarları ile zengin olabilir?
Bazı sığ düşünceliler, dar ufuklular bu ülkenin, bu halkın siyaset ve ekonomi ile düzeleceğini, selamete çıkacağını sanıyor. Zehi gaflet! Önce ahlak, önce fazilet, önce yüksek karakter, önce dürüstlük, önce bilgelik lâzımdır.
Yakın tarihimizde ahlaklı ve faziletli iki örnek kişi çıktı. İkisi de rahmetli oldu. İkisi de trafik kazasında can verdi. Bunlardan biri
Aldığı milletvekilliği maaşını ve yolluklarını vazifesini hakkıyla yapmak için harcamış, üç bin köyü gezmiştir. Diğeri vali
Adnan Kahveci çok dindar değildi, cuma namazlarına gittiğini söylemişlerdi. Recep bey dindardı, beş vakti eda ederdi. Bu iki kişiden başkası kötüdür demiyorum. Böyle bir aşırılıktan Allah’a sığınırım. Ancak Adnan ve Recep Beyler gerçekten örnek kimselerdi. Yolsuzluklara, suistimallere, haram rant yenmesine çok kızan, köpüren, ağlayanların bir kısmı
diye ağlamaktadır. Bunlar da ahlâksızdır. Bir yakınının ölümünden dolayı samimî gözyaşları döken kadın ile, para karşılığında ağlayan ağlayıcı karının sahte gözyaşları bir midir? Ahlaka, fazilete, yüksek karaktere, dürüstlüğe su gibi, hava gibi, ekmek gibi muhtacız. 03 Ocak 2006