Ahlâk ve Bilgelik
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
İSTANBUL’da vazife gören öğretmen dostlarımdan birinin yakın bir akrabası okulun karşısında küçük bir kırtasiye dükkanı açmış. Öğretmenin öğrencileri bazen boş saatlerinde bir ikişer saat dükkanda tezgahtarlık yapıyormuş; zaman zaman dükkan tamamen onlara emanet ediliyormuş. Netice: Maalesef yolsuzluklar, yamukluklar yapılmış.
Herkesi suçlamak istemiyorum ama genç nesilleri iyi yetiştiremiyoruz. On dört on beş yaşındaki çocuklar öğretmenleri ile ilgili bir dükkana bakıyorlar ve hesaplarda bozukluklar oluyor. Türkiye’nin batması için başka sebep aramaya lüzum yoktur.
Grigori Petkof’un “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitabının baş tarafında şöyle yazılıdır: Finlandiya’da tramvaylarda biletçi yokmuş. Bir para kutusu varmış, kutunun üzerinde çeşitli yerlere yapılacak yolculuğun ücreti yazılıymış. Her binen, o listeye göre kutuya para atarmış. Atmayan, az atan olmazmış.
Bir ülkenin dirliği, düzeni, âsâyişi, huzuru kanunlarla, cezalarla, hapishanelerle sağlanmaz. İşin başı eğitimdir. Eğitim ailede, okulda, toplum içinde, hayatta verilir.
Ünlü ve eski liselerimizden birinde bir ara her yıl mezunlar albümü için son sınıf öğrencilerinden yüklü bir para toplanır; parayı toplayan açık gözler, emanete hıyanet ederek Paris seyahatleri yapar, bir sürü edepsizlik ederlerdi. Yarın bu gençler hayata atılıp makam mevki sahibi olduklarında elbette ki, Türkiye’yi soyacaklar, vazifelerine ihanet edeceklerdir. Nitekim ettiler de. Bir ülkenin okullarında, üniversitelerinde, imtihanlarında kopya çekiliyor, sahtekarlık yapılıyorsa o ülke bahtına ağlasın.
Türkiye’de bir hukuk, adalet buhranı var. Bu buhran sebep değil, neticedir. Geçenlerde Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne gitmiştim. Mahkemelerden birinin kapısındaki kâğıtta sırf o güne mahsus tam 26 dâvanın listesi vardı. Her yerde dev mahkeme binaları, onbinlerce hakim savcı, milyonlarca dâva dosyası, kale gibi binlerce hapishane yapılmış. İçleri tutuklu ve mahkum dolu. Türkiye’nin bittiğine, battığına dair bin delil var. Lakin sadece şu mahkemelerin hali bile bitişi, batışı anlatmaya yeter.
Ülkeler, devletler, milletler birtakım değerler üzerinde yükselir. Bu değerlerden birincisi hikmettir, yeni Türkçe ile bilgeliktir. Dikkat ettiyseniz hikmet, bilgelik ne kelime, ne kavram olarak artık kullanılmıyor. Hikmetin pabucunu dama atmışız ve böyle yaptığımız için batmışız.
İkinci değer adalettir. Adaletin olmadığı yerde hürriyet boş bir laftan ibarettir.
Üçüncü değer, ülkenin ve halkın kimliğinin yaşatılması, korunmasıdır. Ana kimliğin altında alt-kimlikler vardır. Bunlar da, çeşitlilik içinde birlik yahut birlik içinde çeşitlilik prensibiyle yaşatılacaktır. Osmanlı böyle yaptığı için 622 sene yaşamıştır.
Eğitim de çok önemlidir. Eğitimin temeli ilim, irfan, kültür; ahlâk, yüksek karakter; sanat, estetik, güzellik olmalıdır. Tarih boyunca resmî ideolojilerle hiçbir ülke, devlet, millet sağlıklı bir şekilde yücelmemiştir. Nazilik Almanya’yı bir ara çok güçlendirdi ama sonunda batırdı. Marksist-Leninist ideoloji Rusya’yı ve uydularını batırdı. Şimdi de Kuzey Kore’yi batırıyor.
İtalya’da Faşizm, İspanya’da Frankizm, Portekiz’de Salazarizm o ülkelere ne kazandırdı, ne kaybettirdi?
Türkiye’de ülkenin, devletin, milletin, hikmetin, adaletin, evrensel değerlerin üzerinde bir heyûla var. Taraftarları, o heyûlanın ülkemizi ve halkımızı yücelttiğini iddia edebilirler mi?
Bir ara şöyle bir edebiyat pek sık yapılmaya başlanmıştı: İslâm dünyasında en ileri, en sağlam, en güçlü ülke Türkiye’dir. Bu üstünlüğünü de ideolojisine borçludur. Bugünkü feci durumumuz karşısında acaba o edebiyatçılar aynı teraneleri sayıklamaya devam ediyorlar mı?
Türkiye için dünyada kendisine denk örnekler, modeller bulunmaktadır. Amerika’yı, Japonya’yı, Almanya’yı örnek ve model olarak göstersem, itiraz edenler çıkabilir. Lakin Güney Kore’yi, Taiwan’ı, Singapur’u gösterirsem itiraz etmeleri mümkün olmaz. Avrupa’da da İsviçre, Finlandiya örnekleri var.
Biz, tarihin kaydettiği iki büyük imparatorluktan birini kurmuş bir milletiz. Osmanlı devletini kuran ve yaşatan bu millet bugünkü çukura nasıl düşmüştür? Onu kimler bu hale getirmiştir?
Taiwan bize göre küçük bir adadan ibaret bir ülkedir, nüfusu da bizim üçte birimiz kadardır. Altı yüz bin kişilik bir ordu beslemektedir. Türkiye dahil, dünya devletlerinin çoğunluğu onu devlet olarak kabul etmiyor. Bizde Taiwan’ın elçiliği yok, sadece ticarî mümessilliği var. Taiwan bir Çin devletidir. Orada Çince konuşulur, Çin yazısıyla okunur yazılır. Çin yazısı o kadar zordur ki, günlük gazete okumak için on beş bine yakın çok çetrefil, eciş bücüş şekil bilmek gerekir.
Bunca zorluğa, imkansızlığa, olumsuzluğa rağmen Taiwan nasıl bu kadar güçlü olabilmiştir? Bir milyar 350 milyon kişilik dev Çin’e nasıl kafa tutabilmektedir?
Altı yüz küsur kilometre karelik küçük Singapur devleti niçin çok güçlüdür? Orada niçin her şey yolunda gitmektedir? O küçük ülkenin başarısının kaynakları nelerdir?
İsviçre niçin Avrupa Birliği’ne üye değildir? Niçin Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na üye değildir? O küçük ülke, fert başına düşen millî gelir konumunda nasıl dünya birincisi olmuştur?
Bütün kutsal kitaplarda ve onların sonuncusu olan Kur’an-ı Kerim’de “çalmayacaksın” deniliyor. Türkiye’de ise çalmak, talan etmek, hortumlamak çok yaygınlaşmıştır. Hırsızlık işlerine politikacılar, büyük bürokratlar, medyacılar, büyük iş adamları, nice kodamanlar karışmıştır.
Ahlâk düzelmedikçe ülke ve millet yeni bir anayasayla, yeni kanunlarla selamet bulamaz. Resmî ideoloji kaldırılmadıkça, onun yerini bilgelik almadıkça kurtuluş olmaz.
Köklü değişimler gerek. 18 Temmuz 2001