Ahlâk ve Hayat
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Pazar
Kur’ân’da Resûlullah’ın yüksek bir ahlâka sahip bulunduğu ve O’nun insanlar için güzel bir örnek ve model olduğu beyan ediliyor. Bugün İslâm dünyası başta olmak üzere insanlık âlemi dehşetli krizler içindedir. Bunlardan kurtulmanın tek çaresi Yüce Yaratan’a itaat etmek, O’nun emir ve yasaklarını hayata uygulamaktır. Yüce Yaratan’a itaat etmek, Son Peygamber’e itaat ile olur. Peygamber’in Allah katından getirdiği Kutsal Kitab’ta, yine ilahî vahye ve ilhama dayanan Sünnet’inde selâmet için gerekli bütün bilgiler mevcuttur.
Bugünkü İslâm dünyası Peygamber’e gereği gibi uymakta mıdır? Bu soruya evet cevabını vermek mümkün değildir. Çünkü Müslümanlar O’na gereği gibi uymuş, Şeriat’ını ve Sünnet’ini hakkıyla anlamış ve hayata tatbik etmiş olsalardı şu perişan, zelil, feci durumda bulunmazlardı.
Müslümanların içinden aklı başında, vicdanlı kimselerin Peygamber’in Sünnet’ine uymak, hayatta O’nu örnek ve model kabul etmek üzere ciddî ve azimli bir kampanya başlatmaları gerekmektedir. Böyle bir şey İslâm ülkelerinin çoğunda şu anda yapılamasa bile; milyonlarca Müslümanın yaşadığı İngiltere, Fransa, Almanya, Amerika gibi Batı ülkelerinde mümkündür.
Amerika, din ve inanç hürriyeti bakımından öyle hür bir ülkedir ki, orada Amişler denilen dinî bir tarikatin mensupları, kendilerine mahsus bölgede 18’inci yüzyılın ölçü ve şartlarına göre bir hayat sürmekte ve kendilerine kimse karışmamaktadır.
Müslümanlar bu gibi medenî Batı ülkelerinde cemaatler ve komünler kurarak ellerinden geldiği kadar Kitabullah’ın ve Resûl Sünneti’nin ilkelerine, emir ve yasaklarına, ahlâk kurallarına uygun bir hayat sürebilir, başka Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara güzel bir örnek teşkil edebilirler.
İslâm ülkelerinin bir çoğunda da ferdî olarak İslâm ahlâkına sahip olmak ve bu konuda insanlara örnek olmak yasak değildir.
Bir örnek vereyim: Diyelim ki, şuurlu bir Müslüman gıda maddeleri satışı üzerine bakkaliye, market, lokanta, pastahane cinsinden bir ticaret yeri açtı ve halka hizmet vermeye başladı. Dindar ve şuurlu Müslümanın bu konuda bazı üstünlükleri, faziletleri olması gerekir. Aklıma gelenleri sayayım:
1. Müşterilere iyi ve kaliteli hizmet verecek.
2. Güleryüzlü olacak, müşterileri kırmayacak, haksız tenkitleri bile sabırla karşılayacak.
3. En iyi malları ve mâmülleri en ucuza vermeye çalışacak.
4. Para hırsına kapılmayacak, köşeyi dönmek için müşterilerini kazıklamayacak.
5. Dindar olmayan müşteriler bile onu takdir edecekler, övecekler.
Dindar ve şuurlu bir Müslümanın halk tipi ucuz lokantasına gittiğimizi farz edelim. Önce bir çorba istedik. İlk kaşıktan sonra “Bravo çorba dediğin böyle olur…” dememiz gerekir. Et suyundan pişirilmiş nefis bir mercimek çorbası. Cebimizde fazla paramız yok, ucuz yemekler yiyeceğiz, ikinci olarak nohut söyledik. O da et suyundan ilik gibi pişmiş, gerçekten nefis, tekrar “Bravo!” diyoruz. Bir de meselâ sakızlı muhallebi istedik, ona da on üzerinden on numara verdik. Lokantanın dekorasyonu lüks değildi ama her yer tertemizdi ve en önemlisi de garson çok güleryüzlüydü. Siz pul biber demeden, gözlerinizle bir şey aradığınızı anlamış ve biberi hemen yetiştirmişti. Et suyuna pişmiş nohut pul biberle iyi gider.
Ticaretin, esnaflığın, dükkancılığın her dalında Müslümanların böyle başarılı olmaları gerekir. Başarı notunun ölçüsü de şudur: Notu kendisi vermeyecek, başka dindarlar da vermeyecek; inanç itibarıyla yabancı veya karşıt olanlar verecek. Onlardan not alabilirse sınavı başarmıştır.
Bu dediklerimi hayata geçirmek mümkün müdür? Elbette mümkündür. Ancak bunun için şuurlu Müslümanların eğitilmesi gerekir. Eskiden lonca teşkilâtı, ahîlik, fütüvvet ahlâkı varmış; sonra bunlar ne yazık ki unutulmuş, ortadan kalkmış. Zamanımızda bunları, gücümüz ne kadarsa o nisbette tekrar yaşamak, hayata geçirmek gerekir.
Geçenlerde bir dostumla birlikte, dindar insanların açtıkları bir lokantaya gittik. Hava çok soğuktu, önce çorba istedik. Yedi dakika bekledikten sonra soğuk bir çorba geldi. Döner istedim, aman yanık olmasın diye tenbih ettim, o da hem yanık tarafından geldi, hem de soğuktu. Neticede ne oldu? Hesabı ödedik, garsona bahşişini bıraktık ve bir daha gelmemek üzere ayrıldık.
Müslümanın pastahanesine gideceksiniz; tatlısının, pastasının, çayının, kahvesinin, limonatasının nefasetine ve lezzetine hayran kalacaksınız. Fiyatları da mâkul olacak.
Müslümanın otelinde yatacaksınız, temizliğine ve hizmetinin kalitesine on üzerine on not vereceksiniz.
Müslümanların çalıştırdığı marketin malları hem kaliteli, hem de nisbeten ucuz olacak.
Bütün bu işler İslâm ahlâkının, Peygamber Sünneti’nin ilkelerine, ölçülerine uymakla olur. Ehliyetli, kanaatkâr, çalışkan, azimli, sabırlı, mürüvvetli olmakla.
Farz edelim bir yerde çalışıyorsunuz. İşinize beş dakika önce gelecek, paydos saatinden beş on dakika daha geç çıkacaksınız. İş sahibi, patron sizin vazifeperver, çalışkan, iyi niyetli, aldığı paraya haketmek için çalışan vasıflı bir eleman olduğunuzu tasdik edecek.
Öyle Müslüman nesiller yetiştirilmelidir ki, onların vasıfları, verimlilikleri, çalışkanlıkları, ahlâk ve faziletleri; işe alınmaları, tercih edilmeleri için önemli bir sebep olsun.
Adam dindar geçiniyor ama kaytarıcı, tembel, uyuşuk, mızmız, mıymıntı, iş çıkarmaz, aksi, suratsız biri. Böyle kişi elbette başarılı olamaz.
Politika, bürokrasi, patronluk, medya, eğitim, üniversite görevi gibi sahalarda da Müslümanların Peygamber ölçülerine uymaları, karşıtların bile kabul edeceği faziletlere sahip bulunmaları gerekir.
Bazı türediler İslâmî hizmet diye ortaya çıkıyor ve yemedik halt bırakmıyorlar. Haram kazanç elde etmek, yüzde on komisyon almak, paravan şirket ve müesseselerle vurgun vurmak, yalan söylemek, saf ve cahil Müslümanları tokatlayarak zengin olmak, emanetlere hiyanet etmek ve daha neler neler. Bunları görenler nefret ediyor, lânet okuyor.
Şimdi para tek değer oldu ve herkes çılgın gibi, kudurmuş gibi, deli gibi para ve zenginlik peşinde koşuyor. Maalesef Müslümanlar da… Halbuki uyanık, şuurlu, vicdanlı, idrakli bir Müslüman parayı put haline getirmez. “Onların dini imanı paradır” denilen bozuk ve şeytanî taifenin dışında kalır.
İslâm inancına göre başarı (tevfik) Allah’tandır. Allah’ın tevfikini kazanmak için de Kur’an ahlâkına, Peygamber Sünnetine, İslâm ilkelerine, neyin iyi olduğunu ve neyin kötü olduğunu bildiren şer’î ahkama tâbi olmak gerekir.
Ya Peygambere uyarak ahlâklı ve faziletli olacağız, yahut zillet ve rezalet içinde sürünmeye devam edeceğiz. Seçim bize aittir. 04 Şubat 2002