Ahlâk ve Karakter
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Pazartesi
Adam çok okumuş, çok kültürlü olmuş, çok bilgi edinmiş; lâkin ahlâkı ve karakteri o seviyede değil. Bu adam bir canavardır. Bugün dünyadaki ve Türkiye’deki bütün kötülüklerin, aksaklıkların, dengesizliklerin, buhranların (kriz) sebebi çağ insanlarının bilgi boyutu ile ahlâk (aksiyon) boyutlarının aynı seviyede olmamasından; ahlâkın çok geride kalmış bulunmasından ileri gelmektedir.
Amerika’nın kötü taraflarını tenkit edip duruyoruz ama orada ahlâka ve karakter terbiyesine büyük önem verilir. Bizde yalan söylemek suç değildir. Amerika’da Başkan, politikacılar yalan söylerlerse suç işlemiş olurlar ve ceza görürler.
Başkan Clinton, seçildikten sonra kabinesini kurarken bir zatı adalet bakanı yapmak istemiş, aday bu makamı kabul etmemiş ve sebep olarak da filan tarihte kaçak birini sigortasız olarak çalıştırmış olduğunu göstermişti. Bu zat çok iyi biliyordu ki, bakanlığı kabul etse daha sonra zikri geçen suçu ortaya çıkınca rezil olacak ve makamından düşürülecektir.
Bizde birtakım politikacılar her haltı yiyor, her suçu işliyor, bin türlü kanunsuzluk ve hukuksuzluk yapıyor ve kimse onların rahatlarını ve keyiflerini bozamıyor.
Türkiye’de ahlâkın tek kaynağı dindir. Başka ülkelerdeki durumu bilmem ama bizde dinî inançlar ve tatbikat zayıflarsa ahlâk da zayıflar.
Türkler, Türkiyeliler İslâm ahlâkına bağlı oldukları zaman yücelmişler, bu ahlâkı terk ve ihmal ettikleri zaman da alçalmışlardır.
Biliyorum bazıları hemen itiraz edecekler, “Müslüman geçinenler içinde de bir sürü ahlâksız ve karaktersiz var” diyeceklerdir. Söyledikleri doğrudur, lâkin bu itiraza verilecek bir cevap da bulunmaktadır:
Müslümanların dereceleri vardır. Olgun, hakikî, yüksek Müslümanlar… Sıradan orta Müslümanlar… Moloz ve kötü Müslümanlar. Bu üçüncü sınıfı örnek ve model olarak göstermek insafa ve vicdana sığmaz.
Herkesten çok ben yazıyorum, bugün ülkemizde birtakım sahtekârlar din ve mukaddesat rantı yemekte, din sömürüsü yapmaktadır. İslâm dini ve ahlâkı bu kötülüklere izin veriyor, yeşil ışık yakıyor mu? Asla ve hâşa!
İslâm ahlâkının ilkeleri Kur’ân’da, hadîslerde, büyük ulemanın (din âlimlerinin) yazdığı kitaplarda, geçmiş asırlarda yaşamış kâmil (olgun) mürşidlerin (irşad edicilerin) menkabelerinde yazılıdır. Çünkü, moloz, sahte, yamuk bir Müslümanı örnek göstererek İslâm ahlâkını çürütmeye kalkmak namuslu bir kimsenin yapacağı şey değildir.
Asr-ı Saâdet ve Hülefâ-i Râşidîn (ilk dört büyük halife) devrinden sonra en güzel ve başarılı islâmî uygulama Osmanlı devletinin kuruluş ve yükseliş zamanlarındaki uygulamadır.
Tolerans tolerans diyorlar, bir sürü boş edebiyat yapıyorlar. Hakikî toleransı Osmanlı göstermiştir. Osmanlı devleti bir “Milletler Birliği” idi. Millet dinî cemaat demektir. Devlet İslâm’a göre idare ediliyordu ama Hıristiyanların her mezhebine, Musevilere din, inanç, inandığı gibi yaşamak, kimliklerini korumak hususunda hürriyet tanımıştı. Hıristiyanlar ve Museviler birliği kendi dinleri ile sağlayamazlardı. Devlet İslâm hükümleriyle idare edilecekti ki, onlar hür olabilsinler, varlıklarını koruyabilsinler.
Âhirete inanmadan, öldükten sonra Rûz-i Ceza’da, Mahkeme-i Kübra’da ilahî adalet önünde hesaba çekileceği imanına sahip olmadan ahlâklı olmak çok zordur, hattâ imkânsızdır. Dünyadaki kötülükleri, haksızlıkları, zulümleri, azgınlıkları önlemenin birinci şartı âhirete imandır.
İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. İslâm dini, nefs ile yapılan cihada (kutsal savaş) “Büyük Cihad” adını veriyor. Bir adam, nefsini dizginleyememiş ise, isterse Harvard’ta okumuş olsun, onun ciğeri beş para etmez.
Ahlâk eğitimle, terbiye ile elde edilir. Kişinin içinde ahlâk ve karakter vardır ama sadece içinde olmakla iş bitmez.
Bu ülkede halkı sekülerleştirmek istiyorlar, yani din ile hayatı birbirinden ayırmak istiyorlar. Kötülüklerin ana sebeplerinden biri işte bu sekülerleşme cereyanıdır. İslâm ahlâkını vermiyorsun, okutmuyorsun, yerine başka bir ahlâk sistemi de koyamıyorsun. Netice ne olur? Ahlâksızlık bataklığında boğulmak.
İslâm ahlâkını en iyi ve güzel şekilde öğreten ve yaşatan müesseseler tarikatlardır. Onların hâlâ kapalı ve yasak oluşu Türkiye için büyük bir kayıp ve talihsizliktir. Mason locaları Atatürk zamanında kapatılmış, on yıl sonra 1945’te İsmet Paşa zamanında tekrar açılmıştır. Tarikatlar kapatılalı üç çeyrek asır geçti ama açılmaları için hiçbir teşebbüs yok. Osmanlı devleti maddî ve manevî fütuhatını tarikatlarla, şeyhler ve dervişlerle yapmıştır.
İslâm dininin ve ahlâkının en büyük düşmanları din sömürücüleri, sahte İslâmcılardır. İslâm ahlâkında haram yemek yoktur. İslâm ahlâkı yalan söylemeye, emanete hıyanet etmeye, vaad edip de tutmamaya izin vermez. İslâm ahlâkının temel emirlerinden biri “Dilinle ve elinle insanlara zarar vermeyeceksin”dir. İslâm ahlâkı “Sana yapımasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma” der. İslâm ahlâkı Müslümanların iyi insan, iyi vatandaş olmasını ister. İslâm ahlâkı asalaklığı, lüpçülüğü, ribayı, haram yollarla para kazanıp zengin olmayı yasaklar. İslâm ahlâkı rüşvet almayı ve vermeyi; başkalarının karılarına, kızlarına, analarına kötü gözle bakmayı şiddetle yasaklar.
İslâm ahlâkı işlerden yüzde on (veya daha fazla) komisyon almayı, devlet ve belediye bütçelerini hortumlamayı, çift numaralı makbuz bastırarak trilyonlar vurmayı, saf dindarları aldatarak din rantı yemeyi şiddetle yasak eder.
“Bu düzen bozuktur, böyle düzenlerde bozukluk yapmak caizdir” diyenler İslâmcı değil, insan kılıklı şeytanlardır. “Müslümanın güçlü olması lazımdır. Para ve zenginlik en büyük güçtür. O halde her yoldan zengin olmalıyız” felsefesiyle yüz milyonlarca, milyarlarca dolar haram, kara, necis, pis, kirli servetler yığınlar ne Müslümandır, ne de İslâmcı. Onlar eşkıyadır, hayduttur.
Hukuk asgarî (en az) ahlâktır. Ahlâkın kendisi gidince asgarîsi masgarîsi de kalmıyor. Can, mal, ırz güvenliği sarsılmıştır. Halk enflasyonla soyulmaktadır. Batırılan, hortumlanan bankaların faturasını halk, ülke, devlet ödemektedir. Yolsuzluğun bin çeşidi, hayalî ihracat, ihale mafyası, genelleşmiş rüşvet her yeri sarmıştır. Yüz milyon dolar vuran, beş on milyon dolar vererek kendini kurtarmaya çalışmaktadır. Bu korkunç facialar içinde bazı kuşkonmazlar:
1. Doğu Anadolu’da bale sanatını geliştirmek,
2. Nazım Hikmet’in ölüsünü Türkiye’ye getirip ihtişamlı (görkemli) bir törenle toprağa vermek,
3. İlâhiyat fakültelerinde başörtülü kızlara karşı savaş açmak,
4. Yeşil sermaye ile uğraşmak,
5. Dindar memurları tasfiye etmek… gibi faaliyetler yapmaktadır.
Cenâb-ı Hak, cümlemize akıllar fikirler versin. 05 Şubat 2002