Pazar

 

Okullarda biraz fizik, kimya, cebir, geometri öğretiliyor. Yeterli miktarda mı? Hayır. Çünkü diploma alan çocuklarımız üniversiteye girebilmek için ayrıca, avuç dolusu para ödeyerek özel dershanelere gitmek zorundadır. Okullarda çok az miktarda tarih, coğrafya, edebiyat, sosyoloji okutuluyor. Bu dallarda verilen bilgiler son derece yetersizdir.

Peki okullarımızda ahlâk ve karakter terbiyesi verilebiliyor mu? Ahlâk ve karakter fizik, kimyaya benzemez. Onların bilgilerini ezberler, zihnine nakş edersin, bilmiş olursun. Ahlâk ve karakter sadece bilmekle olmaz. Amel etmek, işlemek, hayatına uygulamak gerekir.

Çocuklarımıza, genç nesillere okullarda şeref, haysiyet, namus, fazilet, vatanseverlik; iyi insan, iyi vatandaş olmak ne demektir öğretebiliyor muyuz?

Eğitimin iki hedefi vardır:

1. Bilgi ve kültür öğretmek,

2. Ahlâk ve karakter terbiyesi vermek.

Bir genç sadece bilgiyle adam olamaz. Bilginin yanında aksiyon da gerekir.

Bilgi insana doğruları gösterir. Ahlâk ve karakter terbiyesi ise iyileri. Bu ikisiyle de iş bitmez aslında. Bir de üçüncü boyut gerekir. O da estetik, güzellik, sanat boyutudur.

Bu memlekette çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar çocuklarını bilgi, ahlâk ve estetik sahasında vasıflı olarak yetiştirebiliyorlar mı?

Diploma alıp hayata atılan gençlerimiz paraya, dünya menfaatlerine, zenginliğe nasıl bakıyorlar?

Ruh soyluluğu ne demektir biliyor muyuz?

Ruh soyluluğuna sahip insanlar, aç köpekler gibi haram kemiklere saldırır mı? Köpeklerin bile vasıflıları, soyluları var. Vasıflı köpek yenilebilecek herşeye saldırmaz. Aç köpeklerin gözünde sadece para, zenginlik, dünya menfaatleri, lüks hayat, ille de yükselmek vardır. Yükselmek, yükselmek… Peki nasıl yükselmek? Yüksek tepelerde hem kartala, hem yılana rastlanır. Biri uçarak, diğeri sürünerek çıkmıştır.

Gerçeklerin, iyiliklerin, güzelliklerin kaynağı olan İslâm dinine aç köpek zihniyetiyle ve metodlarıyla hizmet edilemez. Sevgili vatanımız ve ülkemiz olan Türkiye’ye aç köpek zihniyetiyle hizmet edilemez.

Gerçeğe, dine, vatana hizmet edeceklerin idealist olmaları gerekir. Aç köpekler, hizmet perdesi ardında ülkeye hıyanet ederler. Ülkeyi, halkı, devleti, mahallî idareleri soyanlara, talan edenlere nasıl hizmetkâr denilebilir.

“Senin cebinden para çalmıyorum ya… Çalıyorsam mirî malı çalıyorum, sana ne!..”

diyen şu soysuzlara bakınız.

Gerçek dindar, gerçek vatansever kendi şahsî menfaatlerini dininin ve vatanının menfaatlerinin üstünde görmez. Baktı ki, iki menfaat çatışıyor, dininin, vatanının çıkarına öncelik verir. Hem Müslüman, hem haram yiyor… Olur mu böyle şey?

Biz son otuz yıl içinde ne adamlar gördük. Bir ara radikallik taslıyor, kendilerine bol keseden mücahidlik sıfatını veriyorlardı. Sonra bunların bazısının ellerine imkân ve fırsat geçti ve yemedikleri halt kalmadı. Yakın tarihimizde türedi zenginler zuhur etti. Sanayi, ticaret, çeşitli hizmetler, ziraat, hayvancılık, nakliyat ve bunlara benzer meşru işler yaparak zengin olanlara hürmet ederiz, kendilerini tebrik ederiz. Ya ötekiler, ya ötekiler… Götürücüler, tokatlayıcılar, talancılar, hortumlayıcılar, komisyoncular… Bu memleketin baş belâları. Herif ömrü boyunca belli bir aylıkla çalışmış. Başka bir geliri yok. Mirasa falan da konmamış. Emekli olunca bahçe içinde bir milyon dolarlık bir köşkte oturuyor. Nereden bulmuş, nasıl almış bu köşkü?

Adam medya prenslerinden. Ayda elli bin dolar maaş alıyor. Transfer ücreti ise bir milyon dolar. Fazileti, hüneri, marifeti nedir bu kişinin?

Arada bir dosyalar patlıyor bomba gibi. Mafya, uyuşturucu çeteleri, kaçakçılık, korkunç yolsuzluklar… Derin dondurucularda yüzlerce, binlerce dosya varmış. Bekletiliyormuş bunlar. Zamanı gelince meydana çıkarılacaklarmış…

Bir fahişeye fahişe deseniz sizi mahkemeye verir tazminat alır. Fahişelik sadece birtakım kadınların kendilerini para karşılığında satmaları değildir. Her işin, her mesleğin, her sektörün fahişeleri vardır. Politika fahişeleri, medya fahişeleri, bürokrasi fahişeleri, belediye fahişeleri, dincilik fahişeleri, milliyetçilik fahişeleri, resmî ideoloji fahişeleri…

Kibar ve yüksek fahişeler vardır. Orta fahişeler vardır. Pespaye sokak fahişeleri vardır. Her birinin fiyatları bellidir. Ortalıkta ne kadar çok fahişe var!

Bir ara kapkaççılar İstanbul’u kasıp kavuruyordu. Yine varlar ama eskisi kadar değil. Halk onların birileriyle ortak çalıştıklarından bahs edip duruyordu. Bu “ortaklar” fahişe değil de nedir?

Büyük şehirlerimizden birinde bir şarbay vardı. Onun zamanında şehir randevuevi, kumarhane, batakhane ile dolmuştu. Her akşam (…) arabaları gelir bu batakhanelerden haraçlarını alırdı. Böyle adamlara fahişe demeyip de ne diyeceğiz?

Herif bir makama geldiğinde çulsuzun tekiydi. O makamdan ayrıldığında doların milyarı ile zengin olmuştu. Nasıl? Alavere dalavere ile. Böyle adamlara faziletli, şerefli, namuslu, vatansever demek mümkün müdür?

Bu memlekette bunca fahişeyi, bunca uğursuzu kimler yetiştirdi? Pembeler mi, Yeşiller mi, Maviler mi, Morlar mı? Adamlar Türklerden ve Müslümanlardan nefret ediyorlar. Dinleri ve imanları rant yemek, helâl haram ayırımı yapmadan kazanmak, zengin olmak. Böylelerinden Türkiye’ye, Türklere, Türkiyelilere, Müslümanlara ne hayır gelir?

Sus gerici!.. Sus çağdışı zihniyetli!.. Sus Şeriatçi!..

Misyonerler yılda on milyonlarca İncil, Hıristiyanlık broşürü dağıtırken sesleri çıkmaz. Müslümanlar, resmî makamlardan izin alarak bir milyon Kur’ân dağıtmaya başlayınca ayranları kabarır, “Olur mu böyle şey?” demeye başlarlar.

Üç beş derviş bir evde toplansalar, namaz kılıp zikrullah yapsalar suç olur. Evangelistler yüzlerce bağımsız kilise, binlerce ev – kilise açarlar, hiç sesleri çıkmaz. Kendileri, kendi Şeriatlarına göre dinî nikah kıydırırlar, suç olmaz. Dindar bir Müslüman şer’î nikah kıydırırsa kızılca kıyameti kopartırlar. Hırsızın, fahişenin, talancının, dolandırıcının, soyguncunun, haramyiyicinin, eşkıyanın her renktenine bin lanet olsun! Pembesine lanet olsun… Yeşiline lanet olsun… Mavisine lanet olsun…Akına lanet, karasına lanet olsun!.. Ahlâk istiyoruz, fazilet istiyoruz, namus ve şeref istiyoruz, haysiyet istiyoruz… 30 Ağustos 2004