Çarşamba

 

Bu dünyada kimler hiç hatâ ve yanlış yapmaz?.. Tabiî ki, geri zekâlılar, benciller, megalomanyaklar.

Akıllı, vicdanlı, hikmet sahibi insan, peygamber olmadığını, ismet (günahtan korunmuş olmak) sıfatıyla sıfatlı olmadığını, peygamberlerden bile zelle sâdır olabileceğini bilir.

Mizahî bir lügatçe yazacak olsam, “hatâ” kelimesinin karşısına “Başkalarında olan şey” târifini koyarım.

Olgun, aklı başında, dengeli, kendileriyle ülfet ve ünsiyet edilebilecek kimseler, hatâ yapıp yapmadıkları konusunda kendilerini devamlı olarak kontrol ederler.

Eskiler “Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz…” demişlerdir.

Diyelim ki, evde hanımınızla biraz atıştınız ve birbirinize darıldınız, kırıldınız. Sakinleşir sakinleşmez, bu sürtüşmedeki kendi hatâ payınızı araştırmanız, serinkanlılıkla düşünüp taşınmanız gerekir. Hatânız varsa -ki, genellikle vardır- bunu telâfi etmeniz icab eder.

Dediğim dedik… Bu, zekâ özürlülerin, inat kurbanlarının hasletidir.

İstisnalar yok mudur? Vardır:

– Dinî konulardaki bir mesele ve hüküm mevrid-i nasstan ise, kesin bir hüküm ise onda yanlışlık ve hatâ olmaz.

– Uzun yılların tecrübe ve birikimi ile elde edilmiş hikemi (bilgeliğe dayanan) bir hüküm ise, onda da yanlış olmak ihtimali yoktur.

Ancak her hal ü kârda ham, cahil, geveze, zevzek, nâ-puhte (pişmemiş), geri zekâlı, özürlü, megalomanyak, bencil mi bencil kişilerle kesinlikle tartışılmamalıdır. Onlara ne deseniz faydası olmaz. Dedikleri dediktir; en basit doğruları, en temel hikmetleri onlara anlatmak, kabul ettirmek, mümkün değildir. Onlara lâf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.

Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş,

Tazyi-i nefes eyleme tebdîl-i makam et

Hüccetülislâm ve Zeynüddin İmamı Gazalî hazretleri muannid (inatçı), kötü niyetli, basireti bağlanmış, kalbi nasırlanmış kimselerle tartışmayı uygun görmez. Sadece iyi niyetli olan, gerçeği öğrenmek isteyen temiz kimselere doğruyu anlatmak için münakaşa ve müzakere edilebilir der.

Bazı toplantılarda, meclislerde biri söz alır, bir zattan bahseder, oradakilerden biri hemen hiddet ve şiddetle atılır:

– Bırakın o pez…gi diye bağırır… Böyle bir adamla tartışmak mümkün müdür?

Bazı kimseler affedersiniz sidik yarışı konusunda uzmandır. Onlarla tartışmak, müsabaka yapmak (yarışmak) akıllı, nezih, terbiyeli insanların işi değildir. Çünkü nezih ve temiz insanların böyle bir yarışa girmeleri asla doğru olmaz. Zaten onlar bu gibi pis yarışları bidayetinde (başlangıcında) kaybetmiş olurlar.

Toplumda cerbezeli adamlar vardır. Okumuşturlar, az çok kültürleri bulunur. Makam ve mevki sahibidirler. Lisan ve kalem sahibidirler. Bu cerbezeliler, bâtılı hak, hakkı bâtıl göstermek için lisanlarını, akıllarını, kalemlerini ustalıkla kullanırlar; icabında şeytana külâhı ters giydirirler. Bunlarla da başa çıkmak zordur.

İnatçı, kendisini günahsız ve hatâsız sanan kişilerle sözlü olarak tartışmak büyük hatâdır. Onlarla, isim vermeden, anonim olarak ve mutlaka yazılı surette mücadele edilmelidir.

Merhum Şeyh Muhammed Zahid hazretleri yanlış, kötü, uygunsuz bir hareketi anlatırken “Biz şöyle yapıyoruz, böyle yapıyoruz…” üslubunu kullanırdı. “Sen şunu yapıyorsun, siz bunu yapıyorsunuz…” demezdi.

Akıllı, vicdanlı, insaflı, iz’anlı bir kişi kendisinin, başkaları hakkında iddiada bulunmak, hüküm vermek ve bu hükmü icra ve infaz etmek hususunda savcı, hâkim ve cellât olmadığını bilir ve lisanını, kalemini ona göre kullanır. Bundan yıllarca önce yaşı benden genç bir yazar, bendenizle polemik yapmaya kalkışmış, yakışıksız ifadeler ve üslup kullanmıştı.

Bu adamcağız bana “dinozor” diyordu. Suçum, ondan daha erken bir tarihte dünyaya gelmiş olmaktı. Be adam, dünyaya gelmek ve ondan gitmek benim elimde mi? Senin tenkit etmek istediğin bir husus varsa, edeb ve insaf dairesinde onu ele alır, mantıkî delillerle çürütmeye çalışırsın.

Bir insan ne kadar çok konuşursa o kadar çok yanlış yapmaya mahkum olur.

Akıllı, olgun, terbiyeli insanlar bir değer hükmü verirken dokuz kere yutkunurlar, düşünürler, ondan sonra konuşur veya yazarlar.

Türkiyeliler “çok veya pek” sıfatlarını fazla kullanırlar ve genellikle yanlış kullanırlar.

Adamın biri size küçük bir iyilik yaptı, bir işinizi gördü diyelim. Onun için “Bu çok iyi bir adamdır…” demeyiniz, sadece “iyi bir adamdır” deyiniz. İyi olmak bir kimse için ne büyük bir nimet ve şereftir, yanında “çok” olmasına lüzum yoktur. Sadece iyi olmak yeter de artar.

Başka birisi bir cahillik yaptı, sizi üzdü. Ona hemen “Bu adam çok kötü…” demeyiniz. İlle bir şey söyleyecekseniz sadece “Kötü” deyiniz, çoğu kalsın…

Kesin kıymet hükümleri vermektense “Ben öyle biliyorum, bence öyledir, ben öyle sanıyorum…” şeklinde konuşulması ve yazılması daha uygundur.

Bir de şu hususa dikkat etmek gerekir:

Benlikten kurtulmak için bir Müslüman, kendisini dünyadaki bütün Müslümanların en kötüsü, derece itibarıyla en sonuncusu olarak görmelidir. Zaten kimse kendi derecesini kesin olarak bilmez. Sadece Allah bilir. Kendini mü’minlerin en sonuncusu olarak görürsen benlik belasından, kibir ve gururdan kurtulmuş olursun.

Nice büyük âlim, kâmil mürşid, hakikî şeyh eserlerinde, mektuplarında imzalarının yanına ahkârü’l-ibad, ez’afü’l-ibad (kulların en hakiri, kulların en zayıfı) gibi ibareler yazmışlardır. Onlar kendi nefislerini hakir gördükleri için büyük insan olmuşlardır.

Yazık ki, toplumumuzda genç nesillere İslâm ahlâkı, yüksek karakter terbiyesi veren müesseselerin hepsi yıkıldı. İlmihal bilgilerini öğrenip bellemek her Müslümana farzdır ama iş sadece kuru ilmihal bilgisiyle bitmiyor. İlmihalin yanında ahlâk, edeb, terbiye, nefs ile yapılan cihad ile ilgili bilgileri de öğrenmek gerekir.

Yüz sayfalık bir kitapçık… İsmi “En Büyük Düşmanın Kendi Nefsindir!” Kitabın içinde, kişinin “Büyük Cihad”ı nasıl yapacağı anlatılıyor. Nefsin azgınlıkları, aşırılıkları, kötülükleri nasıl frenlenecek, emmâreden levvameye, levvameden daha yüksek derecelere nasıl çıkılacak? Lisanına nasıl hakim olunacak? İyi insan, iyi Müslüman, iyi vatandaş, iyi komşu, iyi aile reisi, iyi âmir, iyi memur olmak için neler yapılacak, nasıl davranılacak, nasıl hareket edilecek? Bunları öğrenmeden iyileşmek mümkün müdür?

Sadece kitap okuyarak iyi olmak da mümkün değildir. Mutlaka bir iyilik hocası, rehberi, mürşidi bulmak ve ondan ders almak gerekir. Ders almakla da iş bitmiyor. Aldığın dersleri hayatına uygulayacaksın, sonunda imtihan vereceksin, imtihanda başarılı olacaksın ve icazet alacaksın.

Müslümanlarda şu ucuz kanaat var: Biz Müslümanız, o halde iyiyiz, doğruyuz, güzeliz… İslâm’la Müslümanı özdeşleştirmemek gerekir. İslâm iyidir, doğrudur, güzeldir ama Müslümanın bu üç sıfata sahip olması için çok çalışması, kendini İslâm’a uydurması gerekir.

İyi, gerçek Müslümanlar kendilerini lafla değil, halle belli ederler. Onlar “Biz Müslümanız” edebiyatı yapmazlar ama her hallerinde İslâm’ın güzellikleri görünür.

Komşusuna eziyet eden, imzaladığı bono veya çeki ödemeyen, şehri kirleten, çalıştırdığı kimselerin hakkını vermeyen, memuriyet ve işini iyi yapmayan kimse iyi Müslüman olamaz. Müslüman kul hakkından korkar, kaçınır. Devletin ve belediyelerin parası, imkanları da dolaylı olarak kul hakkıdır.

İyi bir Müslüman memuriyetlere, makamlara, mevkilere, işlere sadece ve sadece ehil ve layık olanları getirir. Hemşehrilerini, kendi partisinden olanları, akrabalarını, arkadaşlarını getirmez. Böyle yapanlar doğru Müslüman değildir, yamuk ve moloz İslâmcılardır. 04 Mart 2004