Pazartesi

19’uncu asrın ortalarına kadar bütün dünyada, hukuk tarafından düzenlenmiş meşru bir kölelik kurumu vardı. Savaş esirleri veya herhangi bir şekilde köle yapılmış insanlar para ile alınıp satılabiliyordu. İslâm dini kölelere iyi muamele edilmesini, sahibinin kölesine kendi yediğinden yedirmesini, kendi giydiğinden giydirmesini, eziyet ve zulm etmemesini emretmiş; köle âzad etmenin çok büyük bir iyilik ve sevap olduğunu bildirmiştir. İslâm tarihinde kölelikten veziriâzamlığa (başbakanlığa) yükselmiş şahsiyetler bile vardır. Zamanımızda eskisi gibi kölelik yok ama başka tür kölelikler devam ediyor. Kadınların fuhuş ve seks âleti köleliği, kitlelerin (halk yığınlarının) medya köleliği, gençliğin uyuşturucu köleliği, ideolojik eğitime ve désinformation’a dayalı kölelikleri gibi.

Bu girizgâhtan sonra bundan bin yıl kadar önce “Tafdilü’l-Etrak alâ Sâiri’l-Ecnad” adlı bir kitap yazan İbn Hasul’un Bağdat’ta Abbasî halifeliği sırasında bazısı köle, bazısı hizmet eden statüsünde bulunan birtakım Türklere dair şu satırlarını birlikte okuyalım:

“Onlar yiyip içmede, dinlenip eğlenmede efendilerinden aşağı kalmak istemezler; onlarla eşit şartlarda olmak isterler. Ev, tarla işleri, temizlik ve hayvan bakıcılığı gibi işlere itibar etmezler. İki yüzlülük ve müdahane (dalkavukluk) bilmezler. Riyakârlık, kötülük, yalan, iftira, hile düzenbazlık ve dostlar arasına nifak ve fitne sokma onların işi değildir ve bunlara tamamen yabancıdırlar. Hırs ve heves onların dışındadır. Hile ile başkasının malına konmayı uygun görmezler. ”

O tarihlerde Bağdat’a gelen Türklerin bir kısmı aşçılık, manavlık ve hamamcılık gibi işlerde çalışırken çoğu askerlik işleri yapardı.

İbn Havkel “Sûretü’l-Arz” adlı kitabında Türk asıllı köleler hakkında şöyle demektedir:

“En pahalı ve değerli köleler Türk ülkelerinden gelenlerdir ve onların dünyada eşi benzeri yoktur. Fiyat ve güzellik bakımından hiçbir köle onlara ulaşamaz. Ben Horasan’da üç bin dinara satılan köleler gördüm. Bir Türk cariyenin fiyatı üç bin dinarı bulmaktadır. Hiçbir yerde bir Rum kölenin veya ana-baba köle bir aileden doğan bir kölenin veya cariyenin bu kadar yüksek bir fiyata satıldığını görmedim. ”

Mısır’da hüküm süren melik Ahmed bin Tulun’un babası, Dokuz Oğuz Türklerinden olup, Buhara’nın Samanî valisi tarafından Halife Me’mun’a hediye edilmişti.

İşte bizim ecdadımız olan eski Türkler böyle değerli, böyle vasıflı bir kavim idiler. Merhum üstad İsmail Hami Danişmend eski Türklerin yüksek ahlâkına, üstün karakterine dair tarihî kaynaklardan topladığı bilgileri bir kitap haline getirmiştir.

Peki bugün bizde ve Türk âleminde hüküm süren ahlâksızlık, karaktersizlik, soysuzluk, çürüme ne oluyor?

Maalesef düşmanlarımız ve içimizdeki hainler bizi çürütmek için asırlardan beri seferber olmuşlardır.

Ağır tenkitlerime geçmeden önce şu iki hususu tekrar belirteyim:

1. Ben Müslümanım, İslâmcı değilim. Bugün bazıları tarafından sergilenen İslâmcılık ideolojisine mensup olmaktan Allah’a sığınırım.

2. Türküm, fakat Türkçü değilim. Türkleri severim, Türklerin hayrını isterim, Türklerin kurtulması ve yücelmesini gönülden arzularım ama bunun için Türkçülüğe, milliyetçiliğe, herhangi beşerî bir ideolojiye ihtiyacım yoktur.

Bugün memleketimizde maalesef İslâmcılık adına bir sürü kötü, çirkin iş yapılmaktadır. Yine Türkçülük adına da hayli yamukluk ve düzenbazlık yapıldığını herkes görüyor ve biliyor.

Hem Türkçü geçineceksin, hem emanetleri ehline vermeyeceksin, haram yiyeceksin, yalan söyleyeceksin, demagoji yapacaksın, devlet ve millet malını zimmetine geçireceksin, ihalelerden yüzde on komisyon alacaksın, bin türlü seyyiat irtikâb edeceksin. Böyle Türkçülük olur mu?

Asırlardan, beri, ülkemizdeki gizli, esrarlı, karanlık bir cemaat Müslüman Türkiyelileri bozmak, kendilerine benzetmek, dejenere etmek, aliéné etmek, çürütmek için çalışmaktadır.

Yaratılış, mâye, cibilliyet itibarıyla vasıflı, ahlâklı, karakterli, soylu bir kavim olan Türkler İslâm dinine girmekle büyük şeref kazanmışlardır. Maalesef gerçek ismini saklayan, kendisini Tekin Alp olarak tanıtan Moiz Kohen adlı bir Yahudi Türkleşmek, Türkleştirmek konusunda kitaplar yazmış ve bunların birine “Kahrolsun Şeriat!” başlıklı iğrenç bir bölüm koymuştur.

Biz Türklerin büyük atalarımızdan biri Türkistanlı Ahmed Yesevî hazretleridir (Allah sırlarını takdis etsin!) Bu zat hem bir din âlimiydi, hem de büyük bir mutasavvıftı. Ortaasya Türklerinin ve Garp Türklerinin (Anadolu) mânevî büyüğü, velinimeti işte bu Ahmed Yesevî’dir ve onun gibi zatlardır. Onlar kitaplarında Şeriat’ı yüceltmişler, kurtuluşun Şeriata sarılmakla, Şeriatın emirlerine uymakla mümkün olduğunu ısrarla söylemişlerdir. Lâkin buram buram Türk ve Oğuz kokan Tekin Alp isminin arkasına saklanan Moiz Kohen ise Türklere “Kahr olsun Şeriat!” küfrünü telkin etmiştir. Moiz Kohen-Tekin Alp’in peşinden gidenler elbette sahte Türkçülerdir.

Bir Türk, (nasip meselesi) fazla dindar olmasa, dinî bakımdan kusurlu ve günahkâr olsa bile asla İslâm’a, Şeriat’a saldırmaz. Yakın tarihe kadar gerek Batı âleminde gerekse Türkiye’de İslâm ile Türk kelimeleri müterâdif idi (eş mânâlı idi). Merhum Cevat Rıfat Atilhan 1950’lerde “İslâm Demokrat Partisi” adıyla siyasî bir parti kurmuş, bu parti taraftar kazanmaya başlayınca mahkemeye verilmiş, partisinin kapatılması istenmişti. Mahkeme bilirkişiye müracaat etmiş, bilirkişi de “İslâm Türk demektir, binaenaleyh bu partiye dinî parti denilemez” raporunu vermişti. (Buna rağmen partiyi kapatmışlardı. )

Hiçbiri Türk olmayan, Türklüğün en büyük gücü olan İslâm’ı sarsmak isteyen bazı sahte Türkçüler bu milleti İslâm’dan uzaklaştırmak için en şeytanî hile ve desiselere başvurdular, sonunda bugünkü hale düştük.

Dindar olmasa da her Türk, her Türkçü, her Türk milliyetçisi yüce İslâm dinine saygılı olacaktır. Moiz Kohen- TekinAlp’in peşinden gidenlere yazıklar olsun!

Tarihte kurulmuş iki büyük cihan devletinden biri olan Osmanlı Devleti’ni Oğuz Türklerinin Karakeçili aşiretine mensup olan küçük bir aşiret kurmuştur. 1200’lü yılların sonuna doğru Anadolu’da en küçük beylik, en ufak siyasî varlık Osmanlı beyliği idi. Buna beylik bile denilemezdi. Küçük bir arazisi, bir kışlak şehri (Söğüt), bir de yaylağı (Domaniç) vardı. Allah bu aşirete dünyanın en şanlı, en şerefli, en muazzam devletini nasip etmiştir. Niçin. Samimî Müslüman, ihlâslı Müslüman, mücâhid Müslüman oldukları için. Bana inanmayanların, meşhur tarihçi Paul Vittek’in Osmanlı devletinin kuruluşu ile ilgili kitabını okumalarını tavsiye ederim.

Bütün Türk ülkeleri fitne, fesat, zillet, tezebzüb, şikak, nifak, zulüm içinde bulunuyor. Bundan kurtuluşun tek çaresi Ahmed Yesevî gibi büyüklerin yolundan gitmek, onların emir ve tavsiyelerine uymaktır; Moiz Kohen’in peşinden gitmek değil! 24 Eylül 2002