Salı

 

Ahmet Altan’ın Taraf gazetesinin 7 Şubat 2008

tarihli yazısından şu cümleleri (hiç değiştirmeden) aynen naklediyorum:

“Darbecilerin yaptığı

12 Eylül anayasası “lâikliğin” tartışılamayacağını söyler.

“Niye tartışılmasın” diye sormayız bile. Silâh zoruyla kabul ettirilen bir anayasanın girişine bu ülkenin “silâhlı sahipleri” tarafından yazılan bir maddenin niye orada olduğunu sormak aklımıza gelmez.

Ben demokrat ve lâik bir ülkede yaşamak isterim. Herkesin özgür olduğu bir ülkede. Demokrat ve lâik bir ülkede,

“lâikliğin bu ülke için kötü olduğunu, şeriat düzeninin bizim için daha iyi olduğunu”

düşünenlerin de fikirlerini açıklama hakkı vardır. Ben “lâik ve demokrat” düzenin daha iyi olduğuna inanırım. Bu ülkenin benim gibi vatandaşı olan başka biri de “şeriat” düzeninin daha iyi olduğuna inanır.

Neden benim fikrim onun fikrinden daha kıymetli olsun?

Ya o haklıysa? Tartışmadan bunu nasıl bileceğiz?

Birbirine duman işaretleri yollayan Kızılderililer gibi “simgelerle” haberleşmek zorunda kalmayız.

Şeriat isteyen şeriat istediğini, bağımsızlık isteyen bağımsızlık istediğini söyler Konuşuruz. Tartışırız.
Yetmiş milyon insanız, bir çözüm buluruz. Bütün enerjimizi, zamanımızı, paramızı, hayatımızı kuşkulara dayalı saçma sapan kavgalarla geçirmeyiz.

“Bizden daha akıllı” bir otoritenin neyi, ne kadar düşüneceğimizi belirlemesine izin vermeyiz.

Bir otorite varsa eğer, bizim ne düşüneceğimizi o belirliyorsa, biz

“akılsız”

bir kul tayfasıysak, zaten ne

“lâik”, ne “demokrat”, ne “bütün” olabiliriz.


Bir sürü gibi oradan oraya güdülür, kendi fikrimiz diye başkalarının fikrini ömür boyu tekrarlarız.”

Bunları ben söylemiyorum, liberal düşünceli, belki de ateist bir gazeteci söylüyor. Hür toplumlarda, hakaret etmeden, şiddete ve teröre açıkça teşvik edici tahrikler yapmadan her şey konuşulmalıdır. Açıklanan düşüncelerde, görüşlerde hakaret, şahıslara saldırı, şiddeti teşvik varsa, bunlar âdil kanunlarla hükmeden adil mahkemelerde âdil muhakeme sonunda karara bağlanmalıdır. Sadece kanun yetmez, o kanunun mutlaka âdil olması gerekir.

Nazi Almanya’sında, Stalin Rusya’sında, Enver Xoca Arnavutluk’unda, Millî Şef İsmet Türkiye’sinde de kanunlar vardı. Ama…

Demokrat bir düzende tabular, gayr-i âdil yasaklar, insan haklarına ve haysiyetlerine aykırı kanunlar olmaz. Medenî ve demokrat bir toplumda yasaklar olur. Sokağa çöp dökmek, hırsızlık yapmak, trafik kurallarını ihlâl etmek elbette yasak olmalı ve bunları ihlâl edenler suçlu sayılmalıdır.

Lâkin inançlara, düşüncelere, görüşlere yasak getirilmemelidir. Bu gibi yasaklar, efendileri, “sahipleri” olan ülkelerde görülür. Onlar efendi ve sahip olma sıfatını ve hakkını nereden alıyorlar? İlâhî hukuktan almadıklarına göre, nereden?..

İngiltere’de çok geniş bir inanç, düşünce, görüş, tenkit hürriyeti var. Bu yüzden o ülke batmıyor… Ülkenin masonik ilkelerin ışığında idare edilmesini istemek suç olmuyor da, dinî-ahlâkî ilkelerin gözönüne alınmasını istemek niçin suç olsun?

Ülkemizde son yıllarda çok cesur fikirler, görüşler açıklanıyor. Bunların hepsinin doğru olduğu iddia edilemez. Lâkin açıklıkta hayır vardır. Söylensin, yazılsın, serbestçe tartışılsın. Namuslu, haysiyetli, efendice bir şekilde tartışılsın,

Bârika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar


(=Hakikat şimşeğinin parıltısı fikirlerin çatışmasından doğar) denilmiştir.

Şahıslara Dil Uzatmadan Diyalogculuğu Tenkit Ediyorum

Sen şu veya bu hocaya dil uzatıyorsun diyorsunuz. Bendeniz isim vererek kimseyi tenkit etmiyorum. Anonim tenkitler yapıyorum. Savcı, hakim, cellât veya infaz memuru değilim, kimseyi yargılayamam. Lâkin, isim vermeden gerekçelerini belirterek tenkit yapabilirim. Önemli olan, tenkitlerimin doğru olup olmadığıdır. Çeşitli yazılarımda ne gibi anonim tenkitler yapmışımdır? Bazılarını zikr edeyim:

(1) Ehl-i Kitab ile Ehl-i İslâm arasında. Amentü konusunda ittifak yoktur, aksine çok büyük ve derin ihtilâflar vardır. Tevhid inancı ile Teslis inancı asla bir olamaz. Allah’a eş, ortak, oğul koşanlar, uluhiyet konusunda Müslümanlarla bir değildir.

(2) Ehl-i Kitab ile Peygamberler konusunda da ittihadımız yoktur. Çünkü onlar bizim Peygamberimize imân etmiyorlar, inkâr ve red ediyorlar, O’nu (hâşâ) yalancılıkta suçluyorlar.

(3) Ehl-i Kitab ile aramızda ilahî kitaplar konusunda da büyük ihtilâf vardır. Çünkü onlar Kur’ân-ı Kerîm’in ilâhî kitap olduğunu kabul etmiyorlar.

(4) Ehl-i Kitab ile din konusunda da bir değiliz. Onlar, Allah katında yegane hak ve geçerli din olan İslâm’ı kabul etmiyorlar.

(5) Bendeniz bazı cemaatlerin, kendi din büyüklerini putlaştırmalarını, “erbab”
(rabler, tanrılar) haline getirmesini de tenkit ediyorum. Kimleri tenkit ediyorum? Böyle yapanları… Böyle yapmayanlar kesinlikle gocunmamalıdır. Ruhbanların, kıssislerin, birtakım din ulularının tanrılaştırılması şirke ve küfre yol açan bir fenalıktır.

(6) Peygamberler dışındaki insanlar ismet sıfatıyla, yani günahlardan korunmuş olmak sıfatıyla sıfatlı, mâsum değildirler. Bağlı oldukları cemaatin başını mâsum gösteren, o hiç hata yapmaz diyenler yanlış yoldadır.

(7) Müslümanlardan hizmet ve dinî faaliyet için toplanan paralar mutlaka yerli yerinde harcanmalıdır diyorum. Bu paralar kimsenin zimmetine geçmemeli, yahut yersiz şekilde harcanmamalıdır. Meselâ Hıristiyan teşekküllere bu paralardan büyük yardımlar yapılmamalıdır.

(8) Allah’a ve Peygambere dil uzatılıp, hakaret edilince alçakça susan, kendi din baronuna dil uzatılınca kızılca kıyamet kopartan sapıkları tenkit ediyorum.

(9) Kendi mensup olduğu cemaati İslâm diniyle, yani bütünle bir tutup özdeşleştirenlerin yanlış yaptıklarını söylüyorum.

(10) Müslümanlar arasındaki üstünlüğün, derecenin, rütbenin; şu veya bu cemaate veya tarikata mensub olmakla değil, Kur’ân’da beyan edildiği üzere takva ile olduğunu söylüyorum. Ayette meâlen “Allah katında en keriminiz
(üstün olanınız)
en fazla takvalı olanınızdır” buyuruluyor. Buna kim itiraz edebilir?

(11) Hizip, fırka, tarikat, cemaat, meşreb, mezhep, grup, klik asabiyetlerini tenkit ediyorum. Bunların bırakılmasını, ümmet şuuruna sahip olunmasını istiyorum.

(12) Kur’ân’da çok açık şekilde beyan ediliyor, mü’minlerin kâfirleri dost ve velî (idareci) edinmemeleri bildiriliyor. Bu emre ve uyarıya rağmen kâfirleri dost ve velî ittihaz edenleri tenkit ediyorum.

(13)

Cemalüddin Afgan

î’nin yalancı, taqiyyeci olduğunu, Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstererek, İranlı olduğu halde kendisini Afgan göstererek Müslümanları aldattığını, bu zatın

azılı bir Mason olduğunu, İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yaparak Halife Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmeye kalktığını

ve diğer yolsuz işlerini anlatarak Müslüman kardeşlerimi uyarıyorum.

(14) Müslümanların taşra, kırsal kesim, varoş, gecekondu kültür ve zihniyetini bırakarak şehirli/medenî, güçlü, vasıflı, üstün olmalarını istiyorum.

(15) Allah’ın, Peygamberin, din ulularının, hikmetin yasak ve haram kıldığı lüks ve ısrafa batanları, gurur ve kibir içinde saçıp savuranları, milyonlarca din kardeşi sefalet içinde yaşarken

Nemrud ve Firavun gibi yaşayanları tenkit ediyorum.

Kur’ân-ı Kerîm’de onlar için “Müsrifler şeytanın kardeşleridir” buyurulmaktadır.

(16) Doğru ve haklı olan tenkit ve uyarılardan nefret eden; yalan övgülere bayılan dünya sarhoşlarını tenkit ediyorum.

Daha nice tenkitlerim var… Bunların hangisi yanlıştır? Yanlış olduğunu dinî gerekçeleriyle birlikte açıklayabilen çıkarsa, elbette bu sütunlarda o tenkitten geri döner ve okuyucularımdan af dilerim.

Bu memlekette belki de bin tane Mehdi var… Bunların yüz kadarı tımarhanelerde, 900’ü serbest geziyor, iki ihtimal var;

Birincisi: Bu Mehdilerden biri hak mehdidir. Geri kalan 899’u sahtedir, yalancıdır.

İkincisi: Hepsi de sahte ve yalancı mehdidir.

Ahir zamanda geleceği yüzden fazla hadîsle bildirilmiş olan Mehdi’nin birtakım alâmetleri ve sıfatları bulunmaktadır. Bir kere, Resül-i Kibriya Efendimizin soyundan, Ehl-i Beytinden olacaktır. Babasının ve annesinin isimleri bellidir. Bugün, bağlıları tarafından Mehdi oldukları iddia edilen kimselerde bu şartlar ve sıfatlar yoktur. Ben bir Muslüman olarak bunlara inanmaya mecbur muyum?

Birtakım Mehdiciler, Mehdilerine inanmayanları, onları tenkit edenleri zındıklıkla suçluyor. Ne korkunç haddini aşış! Beni, sarf etmediğim sözler ve açıklamadığım düşünce ve görüşler yüzünden de suçlayanlar var. Bu da ayrı bir mantıksızlık ve insafsızlıktır.

Bendeniz kalemi hür bir Müslümanım. Kimseyi övmeye, pohpohlamaya mecbur değilim. İsim vererek hiçbir Müslümanı da tenkit etmem. Birtakım cemaatler ve gruplar, ille de kendi başlarını ve topluluklarını övdürmek istiyorlarsa, ücret ödeyerek bazı yazarlarla anlaşabilirler.

Bazı din ve imân kardeşlerimi bir kere daha uyarıyorum?

  • Ehl-i Kitab ile Ehl-i İslâm Amentüde ittifak halindedir diyerek imanınızı ibtal edecek bir vartadan uzak durunuz.
  • Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi inkâr ve tekzib edenlerle diyalog yapmayınız. Diyalog olması için eşitlik ve mutabakat olması gerekir. Biz Hz. İsa aleyhisselâma imân ediyoruz, onlar Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) etmiyor, öyleyse diyalog miyalog olmaz.
  • Cennet kimsenin tekelinde değildir. Hz. Muhammed’i, Kur’ân’ı, İslâm’ı inkâr edenler de Cennete girecektir diyerek, kendinizi cehennemlik etmeyiniz.
  • Sâlih mü’min kardeşlerinizi dışlayıp kâfirleri dost ve velî edinmeyiniz.
  • Harbî, agresif, zalim kâfirlerle işbirliği yapmayınız veya yapanları desteklemeyiniz.
  • Dinde yenilik, reform, değişiklik olmaz. Böyle yapmaya kalkışarak dinden çıkmayınız.

    Selâm ve hürmetlerimle… 19 Mart 2008