Ak Pak Türkiye
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Pazar
Ajanslar,
bir anti-kokuşma mahkemesinin, eski bakanlardan
kara servet sahibi olmak suçuyla 13 yıl hapse mahkûm ettiğini bildirdi. Bakanın karısı da, mal ve servet konusunda gerçek dışı beyanda bulunduğu için üç yıl hapse çarpılmış. Mahkeme, bakan Aman’ın 14 bin dolar ödemesi gerektiğini, aksi takdirde bir yıl daha hapis yatacağını da kararına eklemiş.
Ne utanç verici bir suç… İnsanı sevindiren husus böyle şeylerin Türkiye’de hiç olmamasıdır. Bizdeki politikacılar, iktidar mensuplarının hepsi Zemzemle yıkanmış gibi ak ve paktır. Bir bakanımız, bir milletvekilimiz, bir bürokratımız hiç gayr-i meşru (yasa dışı) yollardan kara, haram, necis, kirli servet sahibi olur mu? Anayasamız, Ceza Kanunumuz, millî eğitim sistemimiz, YÖK’lü üniversitelerimiz, toplumsal ahlakımız bizi böyle utanç verici hallerden koruyor.
Dindarımız dindar olduğu için, Çağdaşımız laik ve Atatürkçü olduğu için, Milliyetçimiz milliyetçi olduğu için… Hırsızlıktan, talandan, bütçe hortumlamaktan, rüşvet almaktan, ihalelere fesat karıştırmaktan, haram yemekten be-gayet uzak dururlar. Şu İslamcılarımıza bakınız:
Şu çağdaşlarımıza bakınız. Onlar Darwin, Edison ve Einstein gibi birer doğruluk timsalidir.
Ne mutlu bize ki, bu ülkede ne devlet bütçesi, ne de belediyelerin bütçeleri hortumlanıyor. İhalelere fesat karıştırılmayan tertemiz bir mekan görmek isteyenler bize baksınlar. Şu adama bakın: Siyasete girdiğinde çulsuzun biriydi. Aradan bunca yıl geçti, hala çulsuz. Çünkü o yemez, yedirmez. Onun çocuklarının boğazından haram lokma geçmez.
Aferin şu bakanımıza ki, koltuğuna oturur oturmaz malını, servetini, eski ticaretini kayyuma vermiştir. Ya şu öteki bakan: O, bakanlık kapısına şu yaftayı astırmıştır: Bakanın akrabaları, eski iş ortakları, arkadaşları bu kapıdan içeri giremezler.
Bizimkiler o kadar temiz, o kadar namuslu ki, filanca kodamanın oğlu işsiz geziyor, bacanağı küçük bir müessesede az maaşla çalışıp kıt kanaat geçiniyor. Bizde, Bangladeş’te olduğu gibi torpil olsaydı durum böyle mi olurdu.
Şu sevgili Türkiyemizin isminin başına bir ilave yapmalı,
demeliyiz. Ey bu sistem, ey bu düzen, ey dominant ideoloji!.. Sana ne kadar minnettar ve müteşekkir olsak azdır. Sen olmasaydın, biz de Bangladeş’e benzeyecektik… Hattâ beter olacaktık…
Şu anlatacağım el zanaatı Türkiye’nin
yerinde
tarafından yapılamaz ama
yerlerde
vatandaşlar ve aileler tarafından yapılabilir ve onlar bu işten para kazanır, ekmek ve geçim elde ederler.
Elle kumaş dokunan tezgahlar evlere kurulacak, kadınlar ve kızlar bunlarda kumaş üretecekler, bu kumaşlar yurt içinde ve dışında meraklılara, turistlere satılacak, üretenler para kazanacak, geçimlerini temin edecekler.
Bu zanaat dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılıyor. Sadece fakir Üçüncü Dünya ülkelerinde değil İsviçre, Japonya gibi zengin ülkelerde de.
Bizde hiç yapılmıyor değil. Buldan’da ve başka birkaç şehrimizde var. Var ama yeterli değil. İşsizliğin, fakirliğin kol gezdiği Türkiye’de birkaç onbin kişiye bu yolla iş ve aş temin edilse fena mı olur. Olmaz ama yapamıyoruz…
Her iş sahasının bir işbâ/doyum sınırı vardır. O sınıra kadar getirmeliyiz işleri, üretimleri. Türkiye’nin çok zengin, akıl almayacak derece çeşitli el sanatları ve zanaatları bulunmaktadır. Bunlar CİDDÎ şekilde ele alınır ve para kazanmaya muhtaç çalışkan, istidatlı, kabiliyetli insanlarımıza öğretilirse -eminim- bir milyon vatandaşımıza iş temin etmiş oluruz. El sanatları ve zanaatları ürünlerinin satışından da milyonlarca dolar elde edilebilir. Bu maddî kazancın yanında kültürel kazanç da var.
Çin ve Hindistan el sanatları ve zanaatları bakımından çok ileriler. Yüzlerce, binlerce çeşit sanat eşyası üretip satıyorlar.
Bizim halkımızın bir kısmının ahlakı bozulmuştur. Böyle sanat ve zanaatlarla uğraşmak istenmiyor. Lakin yine de isteyenler var. Yeter ki, bir şey öğrensinler, o konuda üretsinler ve az veya çok para kazanıp geçimlerini sağlasınlar.
Böyle sanatları hobi olarak öğrenmek isteyenlere kesinlikle öğretilmemelidir. Çünkü onlar, kurstan mezun olduktan sonra üretmezler, satmazlar.
“El Sanatları ve Zanaatları Bakanlığı” kurulsa yeridir. Lakin bizim sistemimizde böyle bir bakanlık bir işe yaramayacaktır. Bir kere ehil bir bakan tayin edilmeyecektir. Bakanlık kadroları partizanca doldurulacak, bütçesi israf edilecek, kapanın elinde kalacaktır.
Böyle hizmetleri sivil kuruluşlar, vakıflar, holdingler, Mecenius’lar (Sanatı ve sanatkarları teşvik eden, destekleyen zenginler) yapabilir.
İsterse Rahmi Koç bu işi yapabilir, Ülker firması yapabilir. İlim Yayma Cemiyeti ve Vakfı yapabilir… Şu veya bu “Cemaat” teşkilatı yapabilir.
Böyle zanaatlar ve el sanatları için yurt dışından Çin’den, Hint’ten, İran’dan, Mısır’dan ve başka ülkelerden ehil ustalar ve öğretmenler getirilmelidir.
Sanat ve zanaat dershaneleri ve kursları en kısa zamanda piyasaya mal verecek şekilde çalışmalıdır.
Turistlerin çokça geldikleri ve ziyaret ettikleri yerlerde el sanatı ve zanaatı eşyaları sergilenip satılmaktadır.
Bunlardan çok ucuza satılmalı, birkaç açıkgözün ve açgözün köşeyi dönme hırslarına alet edilmemelidir.
Dünyanın her yerinde var da, bizde Ayasofya Camii’nin (müze değil, camidir hâlâ orası!) önünde niçin turistlerin satın alabileceği sanat eserleri tezgahları ve sergileri yoktur? Bina içindeki satış yeri kesinlikle yeterli değildir.
Hiç vakit geçirilmeden ülkemizde “Millî El Sanatları ve Zanaatları Lisesi” açılmalıdır. Bu konuda Özbekistan’daki “Behzat Güzelsanatlar Mektebi’nden fikir ve ilham alınabilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı din görevlilerinin en az 10’da birine el sanatı, zanaat öğretmek için hemen faaliyete geçmelidir. Hat, tezhip, ebru, ağaç oyma (nahhatlık), kitap cildi gibi sanatlarla meşgul olan cami hocaları hem maddî refaha kavuşmakta hem de büyük saygınlık kazanmaktadır. Çünkü sanat güçtür.
Müslümanlar!.. Çocuklarınıza, kızlarınıza, oğullarınıza sanat öğrettirin. Evlerinize, işyerlerinize millî sanat ve zanaat ürünlerini koyun, teşhir edin.
Cep telefonuna verdiğimiz önemi sanata versek, kurtulmak, izzetli olmak, kendi vatanımızda hür yaşamak konusunda büyük bir hamle yapmış oluruz. 25 Haziran 2007