Cuma

 

Bir insandaki zekâ derecesi ve seviyesi doğuştan, yaratılıştan gelir ve onu artırmak pek mümkün değildir. Lakin kişinin aklı artırılabilir. Zekâsı 110 IQ olan akılsız bir insanla, zekası 95 IQ olan akıllı bir insandan hangisi daha yararlıdır? İkincisi…

Türkiye’deki sıkıntıların ana sebeplerinden biri de yeni yetişen nesillerin akıl bakımından güdük ve yetersiz olarak yetiştirilmiş olmasıdır. Bir ülkeyi, bir halkı, bir devleti okulları, eğitim sistemi yükseltir veya batırır.

Sebeplerle neticeler arasındaki farkı bilmeyen, böyle bir ayırımdan haberleri bile olmayan birtakım akılsız kişiler ülkeyi seçimlerin, yeni bir siyasî ekibin, anayasa değişiminin, çıkartılacak yeni kanunların düzelteceğini sanıyor. Böylelerine acınır.

Bizde en akıllı çocukları bile akılsız ve aptal yapmak için, yıllardan beri, elden gelen her kötülük yapılıyor. Çocuk terbiyesi ana karnında iken başlar. Dünyaya geldikten sonra henüz kundakta bebek iken terbiye verilmeye, aklının gelişmesi için çalışmaya başlanmalıdır. Evet, altı aylık bir çocuğa bile akıl ve gönül terbiyesi verilebilir.

Biz bebeklerimizi, çocuklarımızı, gençlerimizi kesinlikle iyi yetiştiremiyoruz.

Almanlar çocuklarını akşamın erken saatlerinde yatırır, uyuturlar. Bizde ise, gecenin yarısı olmuş, çocuk henüz yatağa girmemiştir.

Bir evde misafirim, çay içip sohbet ediyoruz… Evin üç yaşındaki sevimli küçük çocuğu saat 11.00’de ayakta… Kimbilir saat kaçta yatacak ve uyuyacak? Böyle çocuk terbiyesi olmaz!

Osmanlılar devrinde Rüşdiye mekteplerinde (Ortaokul) Şeyh Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ından seçme metinler okutulurmuş. Bu gibi kıraatlar çocuğun aklını geliştirir, onun ileride daha akıllı olmasını sağlar.

Biz hem zekaları, hem akılları dumura uğratmak, tatile sokmak için ne lazımsa yapıyoruz.

Bir ülkenin, bir devletin işleri onun en akıllı, en olgun, en ahlâklı, en faziletli, en başarılı, en muktedir, en işbilir kişilerine verilmelidir. Bizdeki sistem böyle midir?

Kendi ülkesini talan eden, kendi devletini soyan, kendi halkını tokatlayan güruhlar vardır bizde.

Müslüman kesimde elli yıldır bir şikayet ve kurtuluş edebiyatı yapılır. Ortaokul, lise çağlarındaydım, o zaman yayınlanan İslâmî gazete ve dergilerde şu mealde yazılar okurdum:

– Bizi masonlar mahvetti…Bizi Dönmeler mahvetti…Bizi Jön Türkler mahvetti… Ülkeyi ve devleti onların ellerinden kurtarmalıyız…

– Ayasofya haksız yere müze yapılmıştır… Tekrar ibadete açılmalı, minarelerinde Ezan-ı Muhammedî okunmalıdır. ( O tarihlerde başörtüsü kavgası yoktu, bilahare bu sloganın yanına bir de “Başörtüsü serbest bırakılmalıdır!” feryadı eklendi)…

Bu ülkeyi, bu milleti kurtarmak, yüceltmek için akıllı insanlardan müteşekkil kadrolar kurulması için çok planlı, çok programlı, çok ciddî, İslâm’ın ve çağın icaplarına çok uygun çalışmalar yapılmadı.

Kemiyyete önem verildi, keyfiyet ve vasıf üzerinde fazla durulmadı, vasıfsız, keyfiyetsiz çokluğun ne kıymeti olur?

Bize hangi ilim ve teknik branşlarında kaliteli adam lazım olduğu bile düşünülmedi.

En akıllı çocuklar doktor ve mühendis olarak yetiştirildi. Eğitim işleri liste sonuna alındı. Halbuki en akıllı, en kabiliyetli çocukların öğretmen ve eğitimci olarak yetiştirilmesi gerekirdi.

İşe yarar insanda ne gibi sıfatlar olmalıdır:

Üç sıfata sahip olmalıdır: Birincisi vasıflı olmalı, ikincisi güçlü olmalı, üçüncüsü üstün olmalıdır.

Futbol takımı kurarken vasıflı, güçlü, üstün futbolcu aramasını biliyoruz ama memleket ve ülke işlerinde istihdam edeceğimiz (hizmet ettireceğimiz) kimselerde bu gibi sıfatları aramıyoruz.

Kırsal kesimli, gecekondulu, taşralı, varoşlu ana babalar, aileler çocuklarının ileride iyi para getiren mesleklere yönelmesini istediler. Doktor olsun iyi para kazansın, mühendis olsun iyi para kazansın; işletmeci, bilgisayarcı olsun iyi para kazansın; iyi yaşasın… Bunlar ne basit, ne küçük, ne bayağı, ne solucanca ideallerdir.

19’uncu asırda Avusturya-Macaristan ordusuna tacir çocukları alınmazmış. Bazı meslekler ve hizmetler bezirgânlık ruhunu, para hırsıyla yanıp tutuşmayı kabul etmez.

Tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir yerinde bezirgânlar tarafından idare edilmiş bir devlet ve sistem görülmez.

Göçebe ve kırsal kesim zihniyeti Müslümanların en akıllı ve en zeki çocuklarının teknokrat olarak yetiştirilmesine yol açtı. Teknokratların bazı boyutları yoktur, tek kanatla uçmaya çalışırlar. Asıl ve esas olan Pascal ‘ın “Esprit de finesse” dediği kültürdür.

Demagojide, popülizmde önde koşan öyle zümreler vardır ki, onbinlerce çocuğunun içinden güçlü bir medya kuracak kadroları yetiştirememiştir, çıkartamamıştır.

Ezici nüfus çoğunluğu bizde, doların milyarları ile para bizde, milyonlarca okuyucu ve seyirci kitlesi bizde ama ülkenin en güçlü ve tesirli gazeteleri, televizyonları bizim değil. Yasak mı var? Yoksa… Gazete ve dergi çıkartmak izne ve ruhsata tabi değil. Paran varsa mevcut televizyon kanallarından birini satın alabilir ve istediğin gibi yayın yapabilirsin. Lakin yapamıyoruz, başaramıyoruz. Çünkü bu sahada başarılı, tesirli, üstün olmak için otuz kırk seneden beri, en akıllı çocuklarımızı medyacı, iletişimci olarak yetiştirmemiz gerekirdi. Onlara Amerika’nın, Avrupa’nın, Japonya’nın en büyük ve güçlü üniversitelerinde iletişim tahsili yaptırtmamız gerekirdi. Araplar “El-Cezire” televizyonu ile bu konuda bizden daha başarılı oldular.

Medya ülkenin birinci gücü olmuş, devlet içinde devlet haline gelmiş ve böyle bir ülkede Müslümanlar bu sahada ikinci ligde oynuyor. Elbette iki yakaları bir araya gelmez. “Seçimleri bizim parti kazanır, bizimkiler iktidara geçer ve işler düzelir…” Bu ne ucuz ve kolay bir kurtuluş reçetesidir…

Türkiye’nin akla, beyne; vasıflı, güçlü, üstün insanlara ve kadrolara; ahlâklı, faziletli, hikmetli idarecilere, uzmanlara, siyasetçilere ihtiyacı var.

Bu kadar akılla buraya kadar… Bundan sonrası için daha fazla akıl gerekiyor. Nereden bulacaksınız, nereden alacaksınız?.. Parayla satılmıyor ki!..18 Ocak 2003