Çarşamba

 

AKP’nin inanılmaz başarısının sebepleri nelerdir? Kendinden mi kaynaklanmaktadır, yoksa kendi dışındaki sebeplerden mi?

Birincisi:

Alternatifsizliktir.

ikincisi:

Deniz Baykal’dır.

Baykal, AKP’nin yüzde 50’lere yaklaşan miktarda oy alabilmesi için doğrudan doğruya veya dolaylı olarak elinden geleni yapmıştır. AKP oylarının bir kısmı, Baykal’a kızan, öfkelenen vatandaşlara aittir. CHP’nin başında, bir gün camiye sabah namazına giden, öbür gün cemevine giden

Mustafa Sarıgül

bulunsaydı ve doğru dürüst siyaset ve particilik yapılmış olsaydı, en az yüzde 10 daha fazla oy alırdı.

Üçüncüsü:

MHP lideridir. Merhum

Alparslan Türkeş’in

mektubundaki iddianın menfi tesiri büyük olmuştur. MHP, seçim kampanyasından önce

Muhsin Yazıcıoğlu’nun partisi ile birleşmiş olsaydı,

seçimlerde yüzde 25’ten fazla oy alırdı.

Dördüncüsü:

Halk yığınları,

gece yarısı bildirisine karşı

reaksiyon olarak AKP’yi desteklemişlerdir.

Beşincisi:

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde

CHP’nin ve siyaset dışında kalması gereken bazı kurumların yaptıklarına öfkelenen bir kısım halk AKP’yi desteklemiştir.

Altıncısı:

Bu bir iddiadır.

Seçimlerden önce bazı Kürt lider ve temsilcileriyle gizli anlaşmalar ve uzlaşmalar yapılmış ve Kürt nüfusunun büyük bir kısmının oyları çekilmiştir.

Yedincisi:

Bazı

Beyaz Türk gazetecilerin

çok taraflı, çok militan, çok fanatik şekilde dezenformasyon yapmaları AKP’nin işine çok yaramıştır.

Bu Beyaz Türklere kızan büyük sayıda seçmen AKP’yi desteklemiştir.

Elbette başka sebepler ve faktörler de vardır.

Deniz Baykal’ın CHP başkanlığından çekilmesi, siyaseti bırakması gerekmektedir ama o bırakmam diyor, Süleyman Demirel de “Aman sakın bırakma!..” diye ısrar ediyor.

Sade bir vatandaş olarak siyaset arenasında çok olumlu, çok güçlü, çok etkili bir muhalefet olmasını isterim. Şahsî kanaatim, Türkiye’nin iyi idare edilmediğidir, Türkiye’de yaygın ve genel bir kokuşma olduğudur. Bunun panzehiri güçlü, ahlâklı, faziletli, vatansever bir muhalefettir.

Okur-yazar bir Türkiyeli olarak muhalifim. Muvafık olmayı, desteklemeyi, alkışlamayı (şahsım adına konuşuyorum) hıyanet kabul ederim. Madem ki yolsuzluk var, kokuşma var, kötülük var, münker var elbette muhalif olacağım. Ama nasıl bir muhalefet? Olumlu, yapıcı, ıslah edici; devlete, ülkeye, halka zarar vermeyen bir muhalefet. Sen kimsin? Ateş olsan düştüğün yeri yakamazsın… Eyvallah. Vazifemi yapayım, vicdanım müsterih olsun…

Gıybet

Peygamberimiz zamanında Medine’ye iki Bizanslı hekim (doktor)gelmiş, Efendimiz bunları görmüş, onlar hakkında şunu söylemiş: “Gıybet olmayacağını bilseydim, bu iki doktordan hangisinin mesleğinde üstün olduğunu söylerdim…” Bunu Kettanî’nin et-Teratibü’l-İdariyye kitabında okudum. Bakınız iki doktordan birinin üstün olduğunu söylemek bile gıybete giriyor…

İslâm dini kadar gıybeti kötü gören ve bağlılarını bundan uzak durmaya çağıran başka bir din ve ahlâk sistemi yoktur. Hal böyle iken, gıybet İslâm dünyasında son derece yaygındır.

Gıybet nedir?..

Bir kimsenin ardından, duyduğu takdirde hoşlanmayacağı, üzüleceği bir söz söylemektir. Yalan söz mü? Hayır, doğru söz, lâkin duyarsa hoşlanmayacak. Söylediği doğru değilse iftira olur.

Kısa boylu bir kimse için bodur, uzun boylu için sırık, kilolu bir zat için şişko demek hem gıybettir, hem de terbiyesizlik… Bazı ham sofular, kendilerini çok salih ve çok takvalı sanırlar ve gösterirler, hem de günde birkaç saat gıybet yaparlar.

Gıybet, lisan afetlerinin en büyüğüdür. Sohbetlerde gıybete sapmamak için, gıybet yapmaya müsait olmayan konular seçilip konuşulmalıdır.

Gıybetin (bir kimsenin gıyabında konuşmanın) caiz olduğu haller var mıdır? Vardır. Şeriat, fâsık-ı mütecâhirin gıybetinin yapılmasına izin veriyor. Fâsık-ı mütecahir kimdir? Günahları, ahlâksızlıkları, isyanları, rezillikleri açıkça, küstahça, meydan okurcasına işleyen kişi demektir.

Bendeniz beş sene Almanya’da yaşadım. Küçük bir yatakhane şehrin kenarındaki bir evde oturuyordum. Telefonum yoktu. Bazı günler evden hiç çıkmazdım, ziyaretçim de gelmezdi. Yirmi dört saat geçmiş, hiç konuşmamışım. Binaenaleyh gıybet de etmemişim veya edememişim…

Müslüman Küfre ve Zulme Rıza Göstermez

Küfre rıza küfürdür. Müslüman küfrü, beğenerek ve benimseyerek destekleyemez. Hizip ve fırka taassubuyla, dolaylı şekilde de olsa küfrü destekleyenler, bir Müslümanın başına gelebilecek en büyük felâket olan, imanını yitirmek ve ebedî saadetini kaybetmek felâketine uğrarlar.

Müslüman zulmü de destekleyemez. Zalimler eğri insanlardır. Müslüman ise, hem kendisi doğru olacaktır, hem de doğruları destekleyecektir.

Hak yücedir, ondan daha yüce yoktur. Halk Hakkı tutuyor ve destekliyorsa, iradesi meşrudur. Bireyler yanılabildiği gibi toplumlar da yanılabilir. Her vatandaşa, anlayabileceği şekilde doğru ile yanlışın ne olduğu anlatılmalıdır. Bu, ona yapılabilecek çok büyük bir hizmettir.

Yaratan, insanlara sınırlar çizmiştir. Bu sınırları aşanlar hadlerini aşmış, azmış, isyan etmiş olurlar. Yalan söyleyenler ve halkı aldatanlar azmıştır. Emanete hıyanet edenler azmıştır. Haram yiyenler azmıştır. Beytülmali zimmetlerine geçirenler azgındır. Devlet ve belediye bütçelerini hortumlayanlar azgındır.

Böylelerini can u gönülden beğenerek destekleyenler onların zulmüne, azgınlığına ortak olmuş olur. Gerçek Müslümanlar Yeryüzünde Allah’ın şâhitleridir. Allah’tan korkarlar, doğruları desteklerler, mârufu emr ederler, münkerden nehy ederler; küfre, nifaka ve zulme razı olmazlar.

Kur’ân doğru, gerçek, olgun ve iyi Müslümanları şöyle tarif ediyor: “Siz insanlar için çıkartılmış öyle hayırlı bir Ümmet/toplumsunuz ki, mâruf ile emr ve münkerden nehy edersiniz ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrãn, 110) 26 Temmuz 2007