Aleyhimdeki Dâvâlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Cuma24 Temmuz Salı günü İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (2 no’lu) aleyhime açılmış bir davanın birinci celsesinde savcı beraatimi istedi, heyet de kabul etti.
On senedir Millî Gazete’de hergün yazıyorum. Dokuz sene boyunca aleyhimde tek dava açılmadı. Sonra birdenbire 2000 güzünden itibaren davalar birbirini kovalamaya başladı. Hepsi de Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde, hepsi de Türk Ceza Kanunu’nun şu netameli 312’nci maddesini ihlâlden. Biri beraatle sonuçlandı, diğer altısı sürüyor. Bunların üçü karara kaldı, savcılar ceza istiyor.
Geçen senenin sonbaharında yayınlanan ve kısa zamanda beş baskı yapan Sabataycılarla ilgili kitabımdan sonra göze geldim. Bu kitapla aleyhime açılan mahkemeler arasında bir illiyet rabıtası mı olduğunu iddia ediyorum? Haşa! Böyle bir şey düşünmem; adaleti tenzih ederim.
ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye’de din, inanç, fikir, vicdan, tenkit hürriyetini kısıtlayıcı kanunların kaldırılmasını istiyor; bu arada TCK 312’nci maddeyi ihlalden verilen mahkumiyetlere dikkati çekiyor.
Starsburg’taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi devletimiz aleyhinde bir sürü tazminat hükmü verdi.
Geçen sene Karabük’ün ilçesi Eskipazar’da 15 yaşındaki başörtülü bir öğrenci kızın, bir bakanı pankartla protesto ettiği için hoyrat ve haşin bir şekilde tutuklanması, 40 günden fazla cezaevinde yatırılması, sonra çocuk mahkemesinde değil, normal bir mahkemede muhakeme edilip 26 ay hapse mahkum edilmesi insan hakları ihlali teşkil etmektedir.
Türkiye bundan yıllarca önce “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ne imza koymuştur. Bu sözleşmeye göre 18 yaşından aşağı olan her sanık çocuktur ve mutlaka çocuk mahkemesinde yargılanacaktır. Sözleşme, sanık durumuna düşen çocuklara şefkatle muamele edilmesini, tutukluluk müddetlerinin uzun tutulmamasını hükme bağlamaktadır.
Önümüzdeki haftalarda gerçekleştirmeye çalışacağım bazı projelerim var. Önce, bir hafta sonu Eskipazar’a giderek mahkum olan kız öğrenci ve yakınları ile görüşeceğim. Bu hadiseyi uluslararası platforma taşımak için İngilizce ve Fransızca yayın yapmak gerekir.
Yıllardan beri hayal ettiğim şu üç projeyi de tatbikata koymak istiyorum:
1- DİN VE İNANÇ HÜRRİYETİ-İNSAN HAKLARI adıyla bir dergi çıkartmaya başlayacağım. Önce örnek bir nüshası çıkacak.
2- Kültür, sanat, düşünce, insan hakları konularını işleyecek Fransızca bir dergi. Birkaç isim buldum. Henüz birinde karar kılamadım.
3- Bir de aynı konuları işleyecek İngilizce bir dergi.
Eskiden İstanbul’da Fransızca, İngilizce, Almanca gazeteler, dergiler yayınlanırdı. Bir ara bu şehirde Fransızca beş günlük gazete çıkarmış. Nüfus çok arttı ama kültür yozlaştı. Yayınlamayı düşündüğüm üç dergi mütevazı şeyler olacak. Mali imkanlarım bürolar kurmaya, personel tutmaya, büyük masraflar yapmaya müsait değildir. Zaten önemli olan husus onlar değil, yayınlanacak mevkutenin (süreli yayın, periyodik) kaliteli ve ses getirici olmasıdır.
Dünya Türkiye’de neler olup bittiğini bilmiyor. Arada bir Le Monde’da, The Times’ta veya Washington Post’ta ülkemizle ilgili bir makale veya yorum yayınlanıyor ama okuyanlar, onlardan Türkiye’nin siyasetini, sosyal ve kültürel durumunu iyice anlıyamıyorlar. İleri Batı ülkelerinde güçlü türkologlar, Türkiye uzmanları var onlar da olup bitenleri kendi gözlükleriyle görüyor ve aksettiriyor.
Derdest-i rü’yet (görülmekte) olan davalar hakkında ileri geri konuşmak, yorum yapmak doğru değildir. Verilmiş mahkeme kararları konusunda da vatandaş her istediğini söyleyemez. Ben bu yazımda genel konulara temas etmek istiyorum; bunların benim aleyhime açılmış davalarla ilgisi yoktur.
Medenî ve demokratik ülkelerde yargı bağımsız olmalıdır.
Siyasi iktidar, siyasi rejim yargıya, mahkemelere müdahale etmemeli, onlara baskı yapmamalı, onları yönlendirmemelidir.
Yargı ülkenin, milletin yargısı olmalıdır.
Yargı vatandaşların dinlerine, inançlarına, ibadetlerine, dini uygulamalarına karışmamalıdır.
Bir gazeteci, “Zelzele Allah’ın bize verdiği bir cezadır” mealinde bir makale yazınca bundan dolayı mahkemeye verilmemeli, mahkum edilmemelidir. Bu görüş ve fikir onundur, yargı karışamaz; tartışması başka platformlarda yapılabilir.
Yargı siyaseti yönlendirme işini üzerine almamalıdır.
Hakimler ve savcılar, inançları ve şahsi görüşleri ne olursa olsun bitaraf olmalı, objektif hareket etmeli, adil karar vermelidir. Mason bir savcı veya hakim, Mason aleyhtarı bir vatandaşı eline geçirdiği zaman “Şimdi ben sana yapacağımı biliyorum” dememeli, aksine “Bu adam benim bağlı olduğum Masonluğa karşıdır ama hüküm verirken bunu hiç düşünmeyeceğim ve yüzde yüz adil olacağım” diyebilmelidir.
Yargı bozuk sistemin bekçiliğini, muhafızlığını yapmamalıdır. Yargı ancak devletin, milletin ve ülkenin selametini, dirlik düzenini göz önünde bulundurur.
Yargı resmi ideolojinin yargısı da olmamalıdır.
Bir ülkede mahkemeler dava dosyası ile, cezaevleri de tıklım tıklım tutuklu ve mahkum ile doluysa o ülkede yargı, hukuk, adalet buhranı var demektir. Sağlıklı bir ülkede mahkemelerin işsiz, hapishanelerin ıssız olmaları gerekir.
Hiçbir medeni ülkede gazeteciler, fikir adamları, aydınlar -haklı veya haksız olsun- tenkitlerinden dolayı mahkemeye verilmez ve cezalandırılmaz. Bu gibi tenkitlerin tartışma yeri mahkemeler değildir.
Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Adil olmayan kanunlara dayanılarak verilen cezalar, usulen normal gibi görünse de, yine de adil sayılmaz. 28 Temmuz 2001