Pazartesi

 

“Ulemâ, Peygamberlerin varisleridir”, yâni vekilleri, temsilcileri, halifeleridir buyurulmuştur. Ulemâ sınıfının içine hakikî şeyhler, kâmil mürşidler de girer. Ulemâsız kalan bir Müslüman toplum anarşiye düşer, şirazesi sökülmüş bir kitap gibi darmadağınık ve perişan hale gelir. Hakikî âlimler ve şeyhler Allah’ın nuru ile gören basiretli kimselerdir ve Ümmet-i Muhammed’i onlar aydınlatır, çeker çevirir, kötülüklerden korur.

Ulemâ İslâm medreselerinde (mektepler, üniversiteler) yetişir. Bundan yetmiş beş sene önce Türkiye’de medreseler kapatıldı ve onların boşluğu devam ediyor. Kur’an kursları, hâfız mektepleri, İmam-Hatip okulları, İlahiyat fakülteleri medaris-i islâmiyenin yerini dolduramaz.

Bulgaristan’da Şumnu Nüvvab Medresesi adında islâmî bir ilim yuvası vardı. Buranın iki bin talebesi sarıkla ve cübbeyle gezerler; âlet ilimlerini ve ‘âli ilimleri güzelce okurlar; ehl-i sünnet inancı dairesi içinde bulunurlar; beş vakit namazı topluca eda ederlerdi. İşte o okul bir İslâm okuluydu, oradan mezun olanlar dine ve Ümmete çok hizmet etmişlerdir. Yazık ki, ikinci dünya savaşından sonra iktidarı ele geçiren komünistler bu nüvvab okulunu kapattılar.

Müslümanların eskiden çok güçlü bir eğitim sistemi vardı. Abbasî hilafeti zamanında Bağdad’ta, Osmanlılar zamanında İstanbul’da; Endülüs’te, Kahire’de, Hindistan’da zamanın en yüksek, mükemmel medreseleri âlim, fazıl, kâmil kimseler yetiştiriyordu. Bu zevatın önde gelenleri:

1. Talebe yetiştirmek,

2. Kıymetli eserler telif ve tasnif etmek,

3. Halkı ve idarecileri irşad etmek,

4. Kadılık gibi hizmetleri yürütmek ile meşgul oluyordu.

Türkiye Müslümanları son otuz kırk yıl boyunca ilme, irfana, kültüre, âlime, ârife yatırım yapmadılar; beton binalara, camilerin tezyinatına yöneldiler. Hâfız yetiştirmeye, âlim yetiştirmekten fazla önem verdiler. Her şehir, her belde kendi İmam-Hatip okuluna sahip olmak üzere harekete geçti. Beton binalar yapılıyor, içleri dayanıp döşeniyor ve bunlar laik rejime verilerek, “Haydi binayı biz yaptık, şimdi siz laikler de bu binalarda İslâm’a ve Ümmet’e yararlı din alimleri, din hizmetlileri yetiştiriniz” deniliyordu. Ne büyük gaflet ve ahmaklık!

Osmanlı devleti zamanında yetişmiş icazetli gerçek alimler, dersiamlar, hakikî kâmil mürşidler birer birer öldü, yerleri doldurulamadı. Hiç kalmadı demiyorum ama bugün kaç icazetli âlim, kaç kâmil mürşid vardır Türkiye’de?

Alim, ârif, kâmil önderler kalmayınca bir İslâm ülkesi karanlığa gömülür. Böyle karanlık ortamlarda din sömürücüleri zuhur eder. Bunların dini imanı paradır. Bunlar nefs-i emmârelerine put gibi taparlar. Bunlar aldattıkları, peşlerine taktıkları cemaatleri kaz gibi yolar, inek gibi sağarlar. Bunlar Ümmet birliğini ve şuurunu ortadan kaldırıp, Müslümanları sürü ve yığın haline getirirler. Böylece merkezî ve üniter islâmî hiyerarşi ortadan kalkar, bir sürü tavaif-i mülûk meydana gelir. Hakikî âlimlerin, kâmil mürşidlerin hiç olmadığı veya ender olduğu zamanlarda onların yerini din baronları alır. Din baronlarında, yüksek mü’minlerde bulunan firaset yoktur.

İşte ülkemizdeki Ümmet-i Muhammed’in hal-i perişanı. Müslümanlardan İslâm’a hizmet için bunca para toplanıyor. Bu paraların bir kısmı ile niçin icazetli gerçek din alimleri yetiştirilmiyor? Niçin icazetli şeyhler ve mürşidler yetiştirilmiyor? İslâmî hizmet ve faaliyetler için toplanan milyarlarca dolar nereye gidiyor?

Kütleleri peşinden sürükleyen büyük vâizler ve hatipler niçin yoktur?

Din düşmanlarının ve zındıkların bozuk fikirlerini, iftiralarını, iddia ve isnadlarını çürütecek yeni Gazalî’ler, Şaranî’ler, Şeyhülislâm Mustafa Sabri’ler, Düzceli Zâhid el-Kevserî’ler niçin yoktur?

Müslümanlar mâkus talihlerini niçin yenemiyor?

Çünkü islâmî yığınları uyaracak, aydınlatacak, doğru yolda yürütecek âlim ve fadıllar yoktur veya vardır da, sayıları çok azdır ve din baronları onlara meydan vermemektedir.

İslâmî hizmet ve faaliyetlerin birinci maddesi tashih-i itikad meselesidir. Bu memlekette yeterli sayıda hakikî ve icazetli âlim ve fâdıl bulunsaydı bu mesele üzerinde durulur, Müslüman halk zındıklıklara karşı uyarılırdı.

İkinci madde beş vakit namazın ikamesidir, dosdoğru kılınmasıdır. Şu anda Ümmet-i Muhammed bu konuda şaşkınlık içindedir. Namaz kılan kaç kişi kaldı? Bir Cuma günü ezan okunduktan sonra (camiye birkaç dakika geç giderek) sokaklara, caddelere, meydanlara, dükkanlara, lokantalara, kahvehanelere, nakil vasıtalarına bakınız. Her yer insan kaynıyor. Bu insanlar niçin camilere gelmiyor, ibadet etmiyor? Çünkü onlara nasihat edilmiyor, çünkü onlar gereği gibi uyarılmıyor. Öğüt verilse, uyarılsa, gelmeyenlerin en az yarısı gelecektir.

Niçin öğüt verilmiyor, uyarılmıyor? Bu kanunen yasak mıdır? Hayır, çok şükür henüz yasak değildir. (İleride yasaklanacağından korkarım). Lakin Müslümanların halka, gençliğe, aydınlara nasihat edecek, onları uyaracak müessir (etkili), vasıflı, güçlü kadroları yoktur. Diyanet bu işi yapamamaktadır. Cemaatler bu işi yapamamaktadır.

İslâmcılar diye bir taife türemiştir. Bunlar medyacı, köşeyazarı, politikacı, münevver, zengin, varlıklı, ünlü, diplomalı, makamlı mevkili kişilerdir. Ezan okununca bu adamları camilerde, cemaat içinde Rabbülalemîn’e ibadet ederken göremezsiniz. İslâm konusunda hayli edebiyat yaparlar, laf üretirler ama cemaatle namaz kılacak şuura ve azme sahip değillerdir. Akılları fikirleri para, menfaat, şan, şeref, makam, mevki, nefs-i emmarelerini tatmin gibi şeylerdir. Kılavuzları böyle İslâmcılar olan Müslümanların vay haline!

Müslüman kesim, çokluğu insana dehşet verecek miktarda akılsız, bozuk, kötü kişiyle doludur. Bir de casuslar, ajanlar, provokatörler vardır. Onlar da, içine girdikleri cemaatin rengine bürünmekte, nabza göre şerbet vermekte; hem istihbarat yapmakta, hem yönlendirmekte, hem de fitne ve fesat çıkartmaktadır.

Camilere bile Cuma namazlarında ajanlar gelmekte, bunlar orada ibadet niyeti ile değil, bakalım vaiz efendi ne diyecek, hatip efendi rejime karşı laf edecek mi gibi gayelerle bulunmaktadır.

Eski büyüklerin yazıp bizlere bırakmış oldukları kitaplarla iş bitmez. Mutlaka bu devirde de, yeterli sayıda âmil âlimin, ârifin, fâdıl kişinin, hakikî icazetli şeyhin, kâmil mürşidin toplum içinde bulunması ve Müslümanları çekip çevirmesi, yetiştirmesi, doğru yola sokması gerekir.

Bir ümmet betonarme cami binaları, cami helaları, imam ve müezzin meşrutaları, camilere konulan ışıldaklar, fırıldaklar, zırıldaklar, hoparlör tesisatları, kurban etlerini bir yıl muhafaza edip öğrencilere kavurmalı türlü yedirme gayretleri, futbol kulübü tutarcasına cemaat ve meşreb hooliganlıkları ile yükselmez ve kurtulmaz. İşin başı ilimdir, irfandır. İlim nurdur. O olmazsa her yer karanlığa gark olur.

Mimarlık bakımından son derece yanlış ve çirkin upuzun minareler yaptırmak, her minaredeki üç şerefeye bir sürü ampul ve hoparlör taktırmak ile Müslüman bir toplum ilerlemez. Din baronlarının peşine düşenlerin burunları pislikten kurtulmaz. Müslümanlar! Ne zaman uyanacaksınız? 20 Haziran 2000