Allah İle Ticaret
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Peygamberler dışında kusursuz ve günahsız insan olmaz. Onlardan da zelle sâdır olabileceği din kitaplarında yazılıdır.
Birtakım reis, başkan, rehber Müslümanlar da pekâlâ günah işleyebilir, hatâ edebilir. Bunu önlemek için yapılacak şey ehil olan kimselerle iştişare etmek, danışmaktır. Hadîste “el-müsteşâru mu’temen” buyurulmuştur, yâni danışmanların güvenilir, emin, mutemed, ehil kimseler olması gerekir.
Vaktiyle adamın birinin gözü ağrımış, nalbantın birine akıl danışıp çare sormuş. Onun tavsiye ettiği ilacı kullanmış ve kör olmuş. Şikâyet için kadıya gittiğinde, kadı ona, hekime gitmeyip nalbanta gittiğin için suç sendedir cevabını vermiş. Zamanımızda birtakım kimseler danışmaya ehil olmayan, güvensiz, ihtisassız kimselere akıl danışıyorlar ve dertlerine çare bulmak yerine, daha kötü vaziyete düşüyorlar.
Kendini beğenmiş, enesini put edinmiş, gizli şirke mübtelâ olmuş, küçük dağları ben yarattım havası içinde, Nemrud ve Neron gibi kibirli ve gururlu, kendini dev aynasında gören şahıslar bir türlü hatâ ettiklerini kabul etmezler. Böyle adamlara ve kadınlara ehlullahın büyüklerinden Süleyman Daranî hazretlerinin şu sözünü hatırlatmak isterim:
– Bütün dünya halkı beni kötülemek hususunda bir araya gelseler, beni kendimi kötülediğim kadar kötüleyemezler.
Kur’an-ı Kerimde “Kötülükle çok emreden nefsten”, nefs-i emmâreden bahsediliyor. Gerçek insan olmak, adam olmak, kemale ermek ancak kötülükle çok emreden bu nefs-i öldürmek, dizginlemek, kontrol altına almakla mümkün olur.
Nefsini dizginlemek hususunda bizim için en büyük örnek Resûl-i Kibriya efendimizdir. O, Âdem oğullarının seyyidi, en üstünü olmasına, ismet yâni günahtan korunmuş bulunmasına rağmen gece gündüz nâfile ibâdet ederdi. Tevbe, istiğfar hususunda insanların birincisi oydu. Hazret-i Âişe vâlidemiz ona “geceleri niçin bu kadar fazla teheccüd namazı kılıyor, bu kadar fazla istiğfar ediyorsunuz?” diye sorduklarında, “Yâ Âişe! Allah’ın bunca nimetine mukabil, O’nun en fazla istiğfar eden kulu ben olmayayım mı?” cevabını vermişti.
Resûlullah efendimiz (Salat ve selam olsun ona) asla kibirlenmez, gururlanmazdı. Kanaat, tevâzu, iktisad içinde yaşardı. Halktan, fakirlerden kopmazdı. Az yer, az uyur, az konuşurdu. Aylar geçerdi de, mübarek hânelerinin ocakları tütmezdi, çünkü pişirecek bir şey bulunmazdı ki, ateş yakılsın. Vefat ettiklerinde zırhı, birkaç ölçek buğday (veya arpa) mukabilinde Medineli bir Yahudide rehin bulunuyordu.
İşte biz böyle bir Peygamberin ümmetiyiz. Gurur, kibir, israf, sefahat, tüketim çılgınlığı, büyüklük taslamak, dünya malına mağrur olmak; evlerimizle, otomobillerimizle, eşyamızla, elbiselerimizle, paramızla övünmek ve tefâhür etmek bize yakışmaz. Mallar, mülkler, servetler, binalar, eşyalar, binitler, dünya tantanaları gelip geçici fâni şeylerdir.
Birtakım aptallar ve ahmaklar dünyanın oyuncaklarına kendilerini fena şekilde kaptırmışlardır. Onları uyarmak gerekir.
İnsanın en büyük ziyneti ilimdir, irfandır, faydalı kültürdür, yüksek ahlâk ve fazilettir, hayır ve hasenattır, sadaka-i câriyedir. En güzel ticaret Allah ile yapılan ticarettir. Dünya ticareti dünyada kalır, Allah ile yapılan ticaret ebedî saadet ve şeref kazandırır.
Cihadın büyüğü ve güzeli nefs-i emmâre ile yapılandır.
Ticaretin en çirkini, en iğrenci, en kötüsü dini ve mukaddesatı âlet ve vasıta kılarak menfaat ve servet edinmektir. Bunu yapanlar kadın satan alçaklardan daha alçak ve şerefsizdir.
Dünya ticareti için bin türlü dolap çevirenler, nice zahmetlere katlananlar! Allah ile yapılacak bir ticaret konusunda niçin bu kadar gayretli ve istekli değilsiniz? Yoksa şüpheniz mi var?
Kış bastırdı, Ramazan yaklaştı. Aç, sefil, perişan, şu soğuklarda soba yakamayan fakirlere yapılacak yardımlar Allah ile ticaret olacaktır. Zekatlarınızı ve sadakalarınızı, arayıp bularak onlara veriniz.
Müslümanlar size ne oldu? Sizi tanıyamıyorum… Niçin ağlamıyorsunuz? Gözyaşsız Müslüman olur mu? Niçin inleyip titremiyorsunuz? Nasıl bu kadar vurdumduymaz oldunuz?
Ah eski faal Müslümanlar… Onları görür gibiyim. İyi gıda alamazlardı, zayıf ve nahiftiler. Renkleri soluk, elbiseleri yıpranmış, ayakkabıları hayli eskimiş olurdu. Siz onları görseydiniz, kendilerine deli derdiniz, onlar sizi görseydi, “Bunlar acaba Müslüman mı?” diye sorarlardı.
Servet, mal, kazanç, konfor, lüks, israf, tüketim, gösteriş Müslümanları mahvetti. Rahata alıştılar. İhtiyaçları çoğaldı, dünyaya ve onun oyuncaklarına esir oldular. “Onların dinleri paralarıdır, kıbleleri karılarıdır” diye haber verilen uğursuz tâifeler türedi. Ah o türediler, ah o türediler!
Sapıklar dünyayı cennet yapmak istiyorlar. Dünyayı cennet sanıyorlar. Bu kahbe dünya cennet olur mu hiç?
Lüks ve şatafatlı meskenler, lüks ve pahalı mobilyalar, lüks ve gösterişli otomobiller, lüks ve şık elbiseler; çoluklar çocuklar… bütün bunlar nice Müslümanı zelil etti, zebun etti, cebin etti.
Şu sapığa, şu dengesize, şu pusulasıza bakın: Allah’a, Peygamber’e, Kur’ana, Şeriat’a küfredilince köpek gibi susuyor, tepki göstermiyor da, biri kendi şeyhini veya cemaatini tenkit edince küplere biniyor, havalara çıkıyor, ateş püskürüyor. Böyle dindarlık olur mu?
Bir sürü hödük zuhur etmiş, kimi sahte mehdi, kimi sahte kutub, kimi sahte gavs, kimi sahte mürşid, kimi sahte kurtarıcı. Bu türedilerin peşlerine bir sürü ahmak takılmış. İslâm ikinci plana atılmış, hizip ve fırka asabiyeti ön plana çıkartılmış; cemaat din ile özdeş hale getirilmiş. Bir hengâme ki sormayın. Para para para… Şimdi herkesin aklı fikri bu.
Câhillik, irfansızlık almış yürümüş. “Bizi desteklemeyen Müslüman değil” hezeyanı almış yürümüş. Bu ne korkunç bir taassuptur.
Müslümanlar elbette taştan yontulmuş putlara tapmazlar. Lakin nefisler put olmuş, birtakım sahtekârlar put haline getirilmiş.
Bazı din hizmetleri birtakım takunya kafalı adamlara kalmış. İlim yok, irfan yok, kültür yok; iz’an, vicdan, idrak yok. Cami kapılarında geri zekâlıca levhalar: “Aziz Müslüman kardeşim pabucunu öyle tutma, böyle tut…” Şimdi Türkiye’de din adına asılmış levhaların birincisi budur. Vah vah, eyvah, efsus!
Homurtular, böğürtüler, mide gurultuları, esnemeler, sızıltılar, mızıltılar… Bizim şeyhimiz uçuyor, ötekileri sürünüyor… Bize para verin, daha fazla para verin, en fazla para verin…
Müslümanlar size ne oldu? 11 Aralık 1998 Cuma