Pazartesi

 

Nâdir istisnalar dışında bizim aydınlarımız ve okumuşlarımızın sosyal, felsefî, edebî, siyasal kültürü uluslararası seviyenin çok altındadır. Fransa’da, Almanya’da, Amerika ve İngiltere’de, diğer medenî ve ileri ülkelerde her yıl binlerce sosyal konulu ilmî araştırma, yüksek tefekkür (düşünce) kitabı yayınlandığı halde, bizde böyle eserler ortaya konulamamaktadır. Çünkü millî eğitim bitmiş, üniversiteler ortaokul seviyesine düşürülmüştür.

Bazı çok önemli temel kavramların ve terimlerin, hayatî konuların aydınlarımıza ve halkımıza bildirilmesi gerekmektedir. Bunların bazısını sıralayayım:

1. Devlet ile rejim ayrı ayrı şeylerdir. Bunları özdeşleştirmek son derece yanlıştır. Devleti korumak, ayakta tutmak gerekir. Rejimi ise yenilemek, islah etmek icab eder. Câhil lâikler devletle rejimi özdeşleştirirken, câhil bazı İslâmcılar da ikisini birden batırmak için çalışıyor.

2. Tarihî devamlılık ile tarihî ârıza hakkında aydınlarımıza ve okur yazar halkımıza yeterli bilgi verilmelidir.

3. Zamanımızda hiçbir demokratik rejimde, hukukun üstünlüğü sisteminde, insan haklarına saygılı ve riayetkâr bir düzende resmî ideoloji diye bir şey yoktur. Bu da anlatılmalıdır.

4. Lâikliğin ne olduğunu ne lâikler, ne de lâiklik düşmanları bilmiyor. Bizdeki sistem kesinlikle lâik değildir. Kabinede din işlerinden sorumlu bir devlet bakanının bulunduğu, devletin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı’na sahip olduğu, bine yakın resmî İmam-Hatip okulunun eğitim verdiği, yüz bine yakın din görevlisinin resmî memur olarak bütçeden maaş aldığı bir sistem nasıl lâik olabilir? Bu sistem bir “Devlet dini” sistemidir.

5. Türkiye’nin en önemli meselesi lisan ve edebiyat meselesidir. Çünkü lisan medeniyetin, kültürün, insanlığın birinci vasıta ve âletidir. Bizde lisan, günlük konuşma ve iletişim vasıtası seviyesinde kalmıştır. Yazılı, edebî, zengin Türkçe darbelenmiştir. Ülkeyi, milleti, devleti yüceltmek ve kurtarmak istiyorsak mutlaka zengin Türkçe için çalışmalıyız. Türkçe’nin önündeki engelleri yıkmalıyız.

6. Zorba devlet ile hukukun üstünlüğüne tâbi devlet arasındaki fark iyice anlatılmalıdır.

7. Problemlerin çözülmesi hususunda milletlerin karşısında iki yol vardır. Birinci yol, yatay irade yoludur. Ülke aydınları, seçkinleri, idarecileri uzlaşırlar, anlaşırlar, gereken çare ve çözümlere başvururlar. Bunu yapmazlarsa, dikey ve küllî bir irade devreye girer ve perişan olurlar.

8. Bugün Türkiye’de en fazla konuşulması gereken şey toplumsal uzlaşma, iç barıştır. Ülkede ne kadar büyük çeşitlilik ve kesim varsa, bunların ciddî ve vasıflı temsilcilerinin bir araya gelerek müşterek değerleri tesbit edip birleşmeleri ve anlaşmaları gerekir.

9. Türkiye’deki otomotiv sanayii tam bir rezalet, felâket, vatan hâinliğidir. Biz, Güney Kore’liler gibi niçin kendi yüzde yüz millî ve yerli otomobillerimizi yapamadık? Hangi hâinler buna engel oldular? Biz de Güney Kore’liler gibi niçin her yıl zengin ülkelere yüzbinlerce otomobil ihraç edip satamıyoruz? Âciz miyiz, yoksa hâinlerin sabotajına mı uğramışızdır. Bu hâinler kimlerdir?

10. Arjantin enflasyon meselesini halletti, sıfırladı da biz niçin halledemiyoruz? Hangi hâinler enflasyonu körükleyerek, sürdürerek bu ülkenin, bu halkın, bu devletin kanını, iliğini sömürüyor?

11. Taiwan, Güney Kore, Singapur gibi doğu ve Asya ülkeleri ilerlediler, çok zengin oldular, birer sanayi ve finans devi haline geldiler de biz niçin binbir rezalet ve kepazelik içinde sürünüyoruz, geriliyoruz?

12. İslâm ile Müslümanlar özdeşleştirilmemelidir. Câhil, kalitesiz, güçsüz, ahlâk ve karakter bakımından yetersiz bazı Müslümanların yaptıklarından dolayı İslâm’ı suçlamak insafa sığmaz.

Daha birçok maddeler yazabilirim. Bu kadarla yetiniyorum. Maalesef günlük gazeteler, televizyonlar bu gibi konuları israrlı ve devamlı şekilde işlemiyorlar. Sun’î (yapay), faydasız gündemlerle dedikodularla, halkı oyalıyorlar. Mühendis, doktor, işletmeci gibi teknokratların bu sahada yeterli kültürü ve birikimi yok. Yukarıda saydığım konuları ve maddeleri bütün münevverler, bütün halk bilmelidir.

Yazılarım

1991’den beri Millî Gazete’de yazıyorum

. Kısa bir kopukluk dışında yazılarıma ara vermedim, tâtil yapmadım. Ücret ve maaş da almadım. Bunca yıllık gazeteci olmama rağmen sarı basın kartım bile yoktur. Müslümanların zilletten izzete, esaretten hürriyete, tefrikadan birliğe, yetersizlikten yeterliliğe kavuşmaları için çareler, çözümler, tedbirler teklif ettim. Önemli gündem maddelerini yazdım. Faydalı tenkitler, müsbet uyarılar yaptım. Müslümanlara zarar veren noksanlıklar, bid’atler, câhillikler üzerinde durdum. Tashih-i itikad, beş vakit namazın ikamesi, cemaate devam, ilim ve irfan edinmek, ahlâklı ve faziletli olmak, istikametten ayrılmamak konularını işledim.

Dinimizde yeri olmayan baronluk sistemi ile mücadele ettim.

Saf ve iyiniyetli Müslüman kitlelerin sömürülmesine, kaz gibi yolunup, inek gibi sağılmasına isyan ettim. Kültür, medeniyet, sanat, estetik üzerinde durdum. İslâmî hareketi mıncıklayan, kirleten zekâ özürlüler ve din sömürücüsü sahtekârlar ile mücadele ettim… Bunlara benzer daha nice konuları işledim. Gelip geçici, dedikodu mahiyetinde, faydasız konuları yazmadım.

Yazılarım, tenkit ve uyarılarım din baronları üzerinde bir tesir icra etmedi. Onlar bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Daha fazla para, daha fazla şöhret, daha fazla riyaset, daha fazla alkış, daha fazla tantana, daha fazla iltifat ve itibar, enâniyetlerinin tatmini. Onlar bu saydıklarım için çalışıyor.

1991’den beri binlerce yazım yayınlandı. Bunların gazete sayfaları içinde kalmasına ve unutulmasına gönlüm razı olmuyor. Yanlışsız çıkmalarını sağlayacak iyi bir musahhih ve takipçi bulabilirsem, az sayıda da olsa, bunları bir külliyat halinde bastırmak niyetindeyim. Tevfik Allah’tandır. 27 Temmuz 1999