Anayasa Değişikliği
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Pazar
ANAYASA değişikliği yapılıyor, sözde bundan sonra Türkiye daha demokrat olacakmış, insan haklarına daha fazla riayet ve hürmet edilecekmiş. Ben bu edebiyata inanmıyorum.
Tarikatlar yasaklanalı, tekkeler kapatılalı üç çeyrek asır geçti. Atatürk Mason localarını 1935’te kapattırmıştı. İsmet İnönü onları 1945’te tekrar açtırdı; “Biraderler” on senelik uykudan sonra tekrar faaliyete başladı.
Peki İslâm tasavvufu, tarikatlar, tekkeler üzerindeki yasak kalkmayacak mı? Bu yasak demokrasiye, insan haklarına, din ve inanç hürriyetine, millî irade ve kimliğe aykırı değil midir?
Bir yabancı diplomat, bir sohbet esnasında “Şu Türkiye ne garip ülke; hem tarikatlar yasak, hem de herkes bir tarikata mensup. Bu nasıl oluyor?” diye şaşkınlığını ifade etmişti.
Onlar gerçekten demokrat, gerçekten liberal, gerçekten insan haklarına hürmetkâr bir sisteme sahip olmak istiyorlarsa, halka Batı dünyasında olduğu gibi geniş bir din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti vermelidir. Bunun için de öncelikle tarikatlar serbest bırakılmalıdır.
Laiklik konusunda da iki yüzlülük bırakılmalı ve gerçek laiklik getirilmelidir.
Türkiye’de bugün “Devlet dini” sistemi vardır. Kabinede din işlerinden sorumlu bir bakan bulunmaktadır. Diyanet, umum müdürlük seviyesinde bir devlet müessesesidir. Devletin maaşlı 100 bin imamı, müezzini, müftüsü, vaizi vardır. Yine, beş yüzden fazla resmî İmam-Hatip okulu vardır, 17 ilâhiyat fakültesi vardır. Devlet, bütün resmî okullarda mecburî din dersi okutmaktadır. Böyle lâiklik olur mu? Bu lâiklik değil, anti-lâikliktir.
Müslüman halka, devletten bağımsız bir dinî cemaat kurmak hakkı verilmedikçe lâiklikten bahsedilmesin.
Vakıflar Müslümanlara verilmelidir. Müslümanlar kendi din başkanlarını kendileri serbestçe seçebilmelidir.
Anayasa tadilatının bazı maddelerine, “tavsiye” üzerine lâiklik kelimesi eklenmiş. Lâikliğin kendisi yok, lâfı var.
Tarikatlardan, lâiklikten başka önemli maddeler de var. Bu millet bin yıl boyunca Türkçeyi İslâm-Kur’ân yazısıyla yazmıştır. Kütüphanelerimizdeki yüzbinlerce yazma ve basma eser Arap harfleriyledir. Arşivlerimiz eski yazılı belgelerle doludur. 1928’de bin yıl kullanılan yazımız yasaklandı. Aradan geçen zaman zarfında, bin yıllık toplumsal hafıza büyük kayıplara ve zaaflara uğradı. Bu yasak da kaldırılmalı, okullara hiç olmazsa ihtiyarî (isteğe bağlı) Osmanlıca dersleri konulmalıdır. Dünyada hiçbir millet, 1928’den önce basılmış veya yazılmış kitaplarını, belgeleri, atalarının mezar taşlarını okuyamama durumunda değildir. Bugün kullandığımız yazı Türk yazısı değil, Lâtin yazısıdır. Demokratik ve liberal bir rejimde milletin bin yıl boyunca kullandığı ve toplumsal hafızanın kayıt vasıtası olan bir yazı sistemi konusunda yasak olmaz.
Arzu edenlerin Osmanlıca kitap, dergi, gazete çıkartması da serbest bırakılmalıdır.
Ben akla, mantığa, millî menfaatlere, Türkiye’nin ve halkının yararına olan çareler, çözümler, teklifler getiriyorum. Bunları tartışmaya, müzakere etmeye de hazırım.
Anayasadaki otuz beş madde değişecekmiş. Bu değişiklikler, dış zorlamalar, Avrupa Birliği’ne dahil olma hevesleriyle yapılan ve göz boyama kabilinden değişikliklerdir. Bugünkü anayasanın bütünü değiştirilmelidir.
Türkiye’de, resmî ideoloji sistemi vardır. Bugün hiçbir ciddî, köklü, demokratik sistem resmî ideoloji temelini kabul etmiyor. Böyle şeyler ancak uyduruk muz ve ananas cumhuriyetlerinde vardır. İzm’ler tarihe karışmıştır. İzm’ler özelleştirilmiştir. Bir vatandaş komünizme inanıyorsa bu onun vicdanî meselesidir. İspanya’da hâlâ Franco taraftarları vardır ama İspanyol devleti Frankist rejimi bırakmıştır.
Resmî ideolojinin yerine gerçek ve âdil hukuk ile Türkiyelilik kimliğini getirmeliyiz.
Anayasamıza, kıyafet konusunda da hürriyetçi ve liberal bir madde konulmalıdır. Başını örten hanımların, başları açık kadınlar kadar hürriyeti olmalıdır. Bu hürriyet olmazsa demokrasinin ne kıymeti kalır.
Müslümanlıkları, dindarlıkları, dinî inanç ve kanaatleri yüzünden hiçbir vatandaşa baskı yapılmamalıdır.
Dindar bir Müslüman erkek, nâmahrem kadınlarla tokalaşmıyorsa, onun bu tavrı suç sayılmamalı, memur ise işinden atılmasına yol açmamalıdır.
Bir Müslüman, “İsrail’de hafta tatili cumartesidir, bizde de cuma olsun” derse, bu isteği ve teklifi suç sayılmamalı; kendisine yobaz, gerici, çağdışı adam diye saldırılmamalı, mahkemelerde süründürülmemelidir.
Türkiye’ye devlet, halk ve ülke olarak en fazla zarar veren şey, siyasî sistemle din arasındaki kavgadır. Bu kavga dinden ve dindarlardan kaynaklanmamakta, başını militan Sabataycıların çektiği küçük tekelci, inatçı bir zümreden kaynaklanmaktadır.
İslâm dininin Türk devletine hiçbir zararı yoktur, olmamıştır. Dindar halkın Türk devletine hiçbir zararı olamaz. Din, devlet için bir tehlike ve tehdit değildir.
Türkiye Müslümanlarının ABD, Kanada, Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar kadar hür, korkusuz, güvenlikte olmaya hakları vardır.
Bu konuda yapılan tenkitler, teklifler, çağrılar Ceza Kanunu’nun 312’nci maddesini ihlal sayılmamalıdır.
Devlet, Cumhuriyet, ülke hiç kimsenin ve zümrenin babasının malı ve çiftliği değildir. Devlet ve cumhuriyet hepimizindir. Hiçbir azınlığın, zümrenin, kliğin devleti, ülkeyi, halkı tekeline alma hakkı yoktur.
Türkiye artık tarihî ârızaları bırakmalı ve tarihî devamlılık çizgisindeki yerini almalıdır.
Bazı din düşmanlarının devleti, ülkeyi, halkı nasıl soyduklarını gördük, görüyoruz.
Anayasa’da yapılan değişiklikler yetersizdir, sadra şifa verecek mahiyette değildir.
Ülkenin millî ve toplumsal barışa ve uzlaşmaya ihtiyacı vardır. Eski elbiseler artık bünyemize uymamaktadır. Statükoyu korumak için direnmenin yararı yoktur.
Akıl mantık, hikmet, ilim, irfan ne gerektiriyorsa öyle bir anayasa yapılmadıkça buhran daha da şiddetlenerek devam edecektir.
Böyle hayatî konularda günü kurtarmak siyaset ve zihniyeti ile bir yere varılmaz. 24 Eylül 2001