Pazartesi

 

Kalitesizlik, çağdışılık, gerilik, yetersizlik, vasıfsızlık kendisini en fazla eğitim sahasında gösteriyor. Türkiye bu eğitimle kendisini kurtaramaz.

Eğitimin ana maddesi lisandır. Tabiî ki, yazılı–edebî lisan, sokak, çarşı pazar, sözlü iletişim Türkçesini öğretmek için okul açmaya, ders vermeye lüzum yoktur. O birkaç yüz kelimelik sözlü Türkçeyi okuma–yazma bilmeyenler de pekala konuşuyor ve aralarında anlaşıyorlar.

Okullarımızda, liselerimizde edebî–yazılı Türkçe okutuluyor mu, öğretiliyor mu? Bu soruya müsbet cevap vermek mümkün değildir.

Geçenlerde birileri, özel liselerindeki bazı öğrencilerin cebir, geometri, fizik, kimya sahasında ödül almalarından dolayı öğünüyor ve seviniyorlardı. Bir lisenin üstünlüğü, başarısı fen dersleri sahasında değil lisan ve felsefe dersleri sahasında, sosyal kültür konusunda olduğu takdirde öğünmeye değer.

Osmanlılar liselerde Türkçenin yanında Arapça ve Farsça dersleri de verirlerdi. Çünkü zengin ve edebî Türkçe üç büyük lisanın güzelliklerini bir araya toplamıştır. Yeteri kadar Arapça ve Farsça bilmeden doğru dürüst Türkçe bilmenin imkanı yoktur. “Hangi devirdeyiz? Şimdi Arapça ve Farsça okutmak zamanı mıdır?..” diyen zihniyet bugünkü haline razı olsun, gerilik içinde sürünsün.

Arapça din tahsilinde birinci maddedir. Arapça bilmeden din âlimi, din adamı olmak mümkün müdür? Müslümanlar elli sene İmam–Hatip okullarına büyük ümit bağladılar, bu müesseselerden yetişecek nesillerin İslâm’a büyük hizmetler edeceğini sandılar. Halbuki İmam–Hatip okulları rejimin, resmî ideolojinin, egemen azınlığın kontrolunda idi. Onların bu okullarda tahsil gören çocuklara doğru dürüst Arapça öğrettirmelerini beklemek ahmaklık olmaz mı? Kaldı ki, islâmî kesimdeki birtakım zekâsızlar, yetersizler, firasetsizler de bu okulların eğitim kalitesinden çok, binaları, öğrencilerin barındırılıp doyurulması gibi hususlar üzerinde duruyorlardı.

Osmanlı devletinin son zamanına kadar Türkiye medreselerinde okuyup icazet alan talebe-i uluma mükemmel Arapça öğretilmiştir. Arapçayı medresede öğrenen nice hocamız Arapça eserler yazmıştır.

Biz yine liselerimize dönelim. Lisan eğitiminden sonra tarih, sanat kültürü, sosyoloji, psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik, beşerî coğrafya gibi konuların çok iyi öğretilmesi gerekir. Bizde bu sosyal–edebî–felsefî kültür verilemiyor.

Bir sınıftaki otuz öğrencinin hepsinin de bu konularda çok iyi tahsil görmüş, yüksek notlar almış olması gerekmez. Her sınıftan üç beş aliyyülâlâ dereceli öğrenci yetişir, onlar yüksek tahsillerini de başarıyla bitirir ve ileride memlekete hizmet edecek kadrolar bu üstün gençlerden meydana getirilir.

Popülist, demagog, şarlatan, soytarı, alçak, rezil, vatan hâini bir zihniyet okullardaki imtihanları kaldırarak maarifimizi bitirmiştir. Yüksek, kaliteli, üstün bir eğitimin sonunda mutlaka imtihan yapılarak diploma verilir. Fransızların akılları yok mu ki, lise diploması vermek için hem lise bitirme, hem de bakalorya (olgunluk) imtihanı yapıyorlar, öğrencilere ter döktürüyorlar.

Herkes okusun, sınıfta kalmak olmasın, zekâ özürlülere bile diploma verilsin, kütleler memnun olsun… Sonunda da memleket batsın!

Fuzulî divanını zevk ve haz alarak okuyamayan bir gence siz nasıl lise diploması verirsiniz?

Ben de nelerden bahsediyorum. Yahu bu memleketin okumuşları artık, bin yıl boyunca kullanılmış bulunan millî–dinî yazımızı bile okuyamıyor. Herif İstanbul Üniversitesi’nde profesör, elinde çantası kapıdan çıkarken turistin biri yaklaşıp soruyor: “Affedersiniz, kapının üzerindeki yaldızlı büyük yazıda ne yazıyor?” Profesör cenapları önce afallıyor ve sonra mağrurâne bir şekilde “Ben o yazıyı okumasını bilmiyorum” cevabını veriyor. Turist özür diliyor ve “Pardon, meğer siz de yabancıymışsınız” diyor.

Japonlar ve Çinliler kendi yazılarını değiştirmiş olsalardı, onlar da bizim durumumuza düşerlerdi.

19’uncu asrın son çeyreğinde Hacı İbrahim efendi isminde bir eğitimcimiz İstanbul’da özel bir lise açmıştı. Bu mektepte o kadar mükemmel Arapça öğretiliyordu ki, öğrencilerin bazısı daha lise yıllarında Arapçadan zor kitapları Türkçeye tercüme edip yayınlatmışlardır.

Bende, yedi yaşında bir Osmanlı çocuğunun yazdığı ve basılmış bir kitap vardır. Kitaba bir takriz yazmış olan Ahmed Midhat efendi, “Çocuğu gördüm, onunla konuştum, bu kitabı yazabilecek kabiliyete sahip olduğunu anladım” diyor.

Bizim bugünkü eğitimimizin kategorileri şöyledir. İlk tahsil bir yıldızlı cehalet, lise iki yıldızlı cehalet, üniversite üç yıldızlı… Dördüncü, beşinci yıldızlar birtakım engizitör akademisyenlere aittir.

Zekâ fışkıran, cin gibi bir çocuğu bizim okullarımıza veriniz, birkaç sene içinde o zekâyı körletir, genci bilgi ve aksiyon bakımından yetersiz hale getirirler.

Çocuk ve gençlerimizin, ilkokuldan itibaren bir fütüvvet ahlâkı aşılanarak yetiştirilmesi gerekir. Resmî ideolojiciler, statükocular, sözde çağdaşlar böyle bir şeyi kesinlikle istemezler. Gençliği bozmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Onların tek derdi yeni nesillerin millî kimliğe sahip olmaması, resmî ideolojinin zaafa uğramamasıdır.

Geçenlerde bir İmam–Hatip okulunda kız öğrencilerle erkek öğrencilerin sıralarda yan yana oturmaları için baskı yaptılar. Onların iz’anı, vicdanı bu kadardır.

60’lı yıllarda liselere mecburî din dersi konulması için islâmî kesimde büyük bir kampanya başlatılmıştı. Nihayet bu istek kabul ettirildi ve din dersleri okutulmaya başlandı; dindarlar bayram yaptı. Bu din derslerinin iç yüzü nedir, araştıran var mı? Din dersi kitaplarında neler yazılıyor? Din nasıl anlatılıyor? Bu dersler yoluyla gençlik dindar oluyor mu?

İçteki ve dıştaki İslâm düşmanlarının gizli protokollarına göre:

(1) Türkiyeliler İslâm’dan uzaklaştırılacak ve soğutulacaktır. Bu da eğitim yoluyla olacaktır.

(2) Türkiye gençliğine iyi bir eğitim verilmeyecektir.

(3) Gençlik seks konusunda kötü yetiştirilecek, uyuşturucu ile tanıştırılacak, serseriliğe ve hedonizme teşvik edilecektir.

(4) Türkiye’nin üstü kapalı bir sömürge olması için eğitim devamlı olarak sabote edilecektir.

(5) Genç nesiller robotlaştırılacak, zombileştirilecek, gayesiz ve idealsiz kılınacaktır.

(6) Türkçe birkaç bin kelimelik ilkel bir kabile lisanı haline getirilecek ve böylece ilmin, kültürün, medeniyetin, millî kimliğin en büyük vasıtası olan güçlü ve zengin lisandan Türkiyeliler mahrum bırakılacaktır. 11 Nisan 2000