Cuma

 

(Bir tv programındaki sohbetimin metnidir) Yıllardan beri “anti tüketim kılavuzu” isminde bir kitap yazmayı düşünürüm. Konusu şu olacak: Her şeyin iyisi, ucuza nasıl alınabilir? İsraf, saçıp savurma, lüzumsuz harcamalar nasıl önlenebilir? Nasıl kanaatli bir hayat sürülebilir? Yiyecek maddeleri, giyim kuşam, ayakkabı, ev eşyası, otomobil, evleri ve işyerlerini süslemek için geleneksel sanat eşyaları… vs… vs…

Böyle bir kitabı yazmak için bir türlü vakit ve fırsat bulamıyorum. Bu programda sizlere giyim kuşam konusunda bazı örnekler sunmak istiyorum.

Kameraların karşısına niçin paltoyla çıktığımı düşünmüşsünüzdür. Sebebini şimdi anlayacaksınız. Bu palto, Güney Amerika’da yaşayan devegiller cinsinden lama tüyünden dokunmuştur. Gerçekten lüks ve şık bir kıyafettir. Sen lükse karşı olduğun halde niçin böyle palto giyiyorsun? Onun cevabını da bir iki dakika sonra arz edeceğim. Efendim, bundan bir buçuk yıl önce Cemal Reşit Rey salonunda bir Mevlevî âyinini seyretmeye gitmiştim. Dönüşte kibar tabakadan iki muhterem zat, “Biz sizi evinize bırakıverelim” dediler. Lüks bir otomobilleri ve özel şoförleri vardı, üstelik araba zırhlıymış. Yolda konuşurken muhteremlerden birisi “üzerinizdeki paltoyu nereden aldığınızı sorabilir miyim?” dedi. Kendisi İtalya’da iken böyle bir paltoyu bir mağazanın vitrininde görmüş, indirimli fiyatı 850 Euro imiş. Pahalı gelmiş, almamış. “Siz kaça aldınız?” dedi. 90 milyon liraya satın aldığımı söyleyince epey şaşırdı.

İşte anti tüketim budur. Bir şeyin en iyisini, en ucuza alabilmek…

Tabii ki, böyle bir palto Lüksmerkez’deki butiklerden bu fiyata satın alınamaz. Nereden aldığımı söyleyeyim: Tahtakale’de bir handaki dükkânların birinden. Tahtakale denilince bazı “kibarların” tüyleri diken diken olur. Bizim yüksek tabaka, öyle yerlere ayak basmak istemez. Bu paltoyu aldığım dükkânın sahibi “Bazı lüks giyim kuşam firmalarının müdürleri de, buralara gelip İngiliz ceketleri alıyorlar” demişti.

Tahtakale’ye giderlerse incileri ve pırlantaları dökülüp kaybolacak olan yüksek şahsiyetler, o zaman giderler, böyle güzel paltoları 1,5-2 milyar liraya satın alırlar…

Paltoyu anlattık, şimdi üzerimdeki elbiseye gelelim. Palto kadar lüks değil ama o da giyilebilecek bir takım elbisedir. Ekranda huzurlarınıza bunu giymiş olarak çıkabiliyorsam, giyilmesinde de bir sakınca olmasa gerektir. Peki, bunu kaça satın aldım? Birkaç ay önce 35 liraya aldım. Ucuz mu pahalı mı, siz karar veriniz.

Bundan iki yıl önce, işsiz bir gençle bir yere gidiyorduk. Unkapanı bloklarındaki bir vitrinde, şimdi tam fiyatını unuttum, çok ucuz fiyatlı elbiseler gördük. Ben “Ne kadar ucuz! Dikişi de fena görünmüyor” dedim. İşsiz genç suratını buruşturdu, “Bu kadar ucuz elbise giyilir mi?” dedi. Zihniyet meselesi…

Bazı vatandaşlarımız kravatlarının rüzgârla ters dönmesinden çok hoşlanıyorlar. Niçin? Markası görünüyor da ondan. Böylelerinin elbiselerinin, paltolarının hatta ayakkabılarının görünür yerlerine lüks markalar dikilse, kim bilir ne kadar mutlu ve kıvançlı olurlar?

Elbiseden sonra, sıra gömleğime geldi. Onu çok ucuza alamadım, tam 7 lira verdim.

Gelelim ayakkabılarıma… Onları geçe pazar Balat’tan satın aldım. Burada söylemeyeyim, gayet lüks bir firmanın imalatı. Vitrinlerde 220 liraya satılıyor. Bendeniz 60 liraya aldım, gerçek fiyatının dörtte biri. Seri sonu, meri sonu ama doğrusu güzel, sağlam, tabanı köseleden şık bir ayakkabı… “Ben Balat’lara gidecek adam değilim” diyen varsa, onları kollarından tutup bu mütevâzı semte götüren yok. Giderler, Alaveria çarşısından 220 liraya alırlar.

Yiyecek maddeleri hususunda da, anti-tüketim yapabiliriz. Evvelki Cuma, Fatih’teki İtfaiyenin arkasındaki Kadınlar pazarına, Doktor Naif Bey dostumuzun Büryan kebabı davetine çağrılmıştım. İstanbul’da en ucuz et orada satılır. Kilosu 5 liraya kıyma alabilirsiniz. 10 liraya da et. En kalitelisi olmayabilir ama ucuzdur. Kadınlar pazarında başta Siirt olmak üzere, Doğu ve Güneydoğu’dan gelme yüzlerce çeşit peynir, bakliyat, kuruyemişler, kurutulmuş sebzeler ve daha neler neler satılır. Alışverişinizi buradan yaparsanız, birçok maddeyi ucuza temin etmiş olursunuz. Fatih’teki Malta çarşısı, Kasımpaşa çarşı ve pazarları da şehrin ucuz semtleridir. Lüks yerlerde 5 liraya satılan bir meyveyi, ucuz semtlerde 1 liraya alabilirsiniz. Ben bazı pazarlar Balat’a gidiyorum, o gün orada kurulan Kastamonu pazarından ve diğer dükkânlardan alışveriş ediyorum.

Mobilya, elektrikli ve elektronik ev eşyaları, halı, kilim konusunda da tasarrufa, anti-tüketime riayet etmemiz gerekir. Geçen hafta sıcak havayı üfüren çok kaliteli bir elektrikli sobayı 45 liraya aldım. Normal satış fiyatı 75 liraymış.

Mobilya ve halı konusunda da piyasa araştırması yapmak lazım, daha iyisi, daha ucuza bulunabilir ve alınabilir.

Otomobil alanlara dizel motorlusunu almalarını tavsiye ediyorum. Dizelin fiyatı hem ucuz, hem de bu tür motorlar daha az yakıtla, daha fazla yol yapabiliyorlar. Otomobili bir “statü”, namus, haysiyet şeref olarak görmeyenler, sağlam, güzel ve problemsiz olmak şartıyla ikinci el otomobil alabilirler. Böyle bir arabaya binmeyi haysiyetlerine, şereflerine, itibarlarına, prestijlerine uygun görmeyenler gitsinler, 100, 150 bin liralık lüks otomobiller edinsinler ve içlerine binip Nemrud gibi kibirlensinler. Böylelerinin anti-tüketimle, kanaatle, tasarrufla ne ilgileri olabilir?

Evlerimizi, bürolarımızı süslemek, daha sanatlı hale getirmek için de çok ucuz eşyalar, ürünler bulabiliriz. Şuradaki sehpa Hindistan’da yapılmış; ağacı kıymetli, üzeri oymalı ve işlemeli, üstelik maden kakmalı. Süleymaniye’nin alt tarafındaki bir dükkândan 50 liraya alındı. Maalesef böyle güzel el sanatı eserlerini biz Türkler, bu kadar ucuza mal edemiyoruz.

Niçin anti-tüketim? İsraf, saçıp savurmak, gerekenden fazla tüketim yapmak, parasını pencereden savurmak doğru olmadığı için. Herkes biliyor ki, Türkiye gelir dağılımı bakımından son derece adaletsiz bir yapıya sahiptir. Millî gelirin yüzde ellisini, üç bin şahıs, aile veya kurum kazanıyor, yüzde yirmi beşini sayıları iki milyon olan mutlu bir azınlık alıyor. Geride kalan yetmiş milyona, milli gelirin dörtte biri düşüyor. İlk iki sınıf israf ve sefahat içinde yaşıyor, on milyonlarca halk kıvranıyor, sürünüyor. İsraf önlenirse, bol kazanan azınlık kanaat ile yaşarsa artacak para ile sıkıntı çekenlere yardım etmek, onlara ekmek tekneleri açmak, istihdamı çoğaltmak mümkün olur. Bir örnek vereyim: 100 bin liralık lüks otomobil alacağına, vicdanlı ve vatansever zenginimiz 30 bin liralık yine şık ve yine güzel bir otomobil alır, artan 70 bin lira ile bir atölye, bir işyeri, bir dükkân açar ve burada beş-on fakir vatandaş çalışır, ekmek yer.

Şöyle bir soru hatıra gelebilir, herkes tutumlu hareket eder, tasarruflu ve kanaatli bir şekilde yaşar, senin tâbirinde anti-tüketim yaparsa üretenler, piyasaya mal sürenler sıkıntıya ve krize düşmezler mi? Bunun da çaresi vardır. İç piyasada kaybettiklerini, ihracata yönelerek pekâlâ telâfi edebilirler.

Şu söyleyeceklerim dindar ve inançlı vatandaşlarımız içindir, İslâm dini, israfı, saçıp savurmayı, lüksü, gösterişi, aşırı tüketimi, gururlanmayı, kibirlenmeyi, haram kılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allah müsrifleri sevmez… İsraf edenler şeytanın kardeşleridir” meâlindeki âyetler vardır. Bir toplum kanaati bırakır, israfa ve lükse yönelirse orada bereket kalmaz, bir sürü sosyal hastalık meydana çıkar.

Faziletli ve vatansever zengin, tüketimde ve yaşayışta orta hallilik sınırını aşmaz, servetinin ve kazancının bir kısmıyla hayır işleri yapar, fakirlere yardım eder.

Şu husus bir an bile hatırdan çıkartılmamalıdır: Kanaatli ve mütevâzı yaşayarak, israftan ve saçıp savurmaktan uzak durarak pekâlâ haysiyetli bir hayat sürebiliriz. İnançlarımıza, bilgeliğe, vicdana, vatanseverliğe uygun olan da budur. 17 Aralık 2005