Cumartesi

Suriye’ye gezme ve dinlenme maksadıyla gideceksiniz. Bu komşu ve kardeş ülkenin tarihi, coğrafyası; siyasî, iktisadî, sosyal, kültürel durumu hakkında ciddî bir kitap okumak istiyorsunuz. Kitapçılara soracaksınız ve Türkçe böyle bir kitap bulunmadığını öğreneceksiniz. Ciddî kitaptan geçtim, gayr-i ciddî bir kitap bile yoktur.

Suriye 400 sene Osmanlı devletinin bir parçası olmuştur. Kapı komşumuzdur. Aramızda sıkı siyasî, iktisadî, kültürel, turistik bağlar olması gerekir. Maalesef yoktur. Türkiye ile Suriye birbirlerine Kuzey Kore ile Paraguay kadar uzaktır. Niçin böyle olmuştur?

Maalesef bizdeki rejimin müsbet mânada doğru dürüst bir Arap dünyası politikası olmamıştır.

50’li yıllarda, Türkiye Birleşmiş Milletler’de, Fransa’ya karşı mücadele eden Cezayir milliyetçilerinin aleyhinde oy kullanmıştır.

Lozan andlaşmasının gizli protokollarında “İslâm’la, Şeriatla, Müslüman ve Arap dünyasıyla, Türk âlemiyle ilgilerinizi kesecek ve yönünüzü tamamen Batı’ya çevireceksiniz” maddesinin olduğu söylenir.

Fransa 1798’de Mısır’ı işgal etmiş, ancak orada iki sene kadar kalabilmiştir. Bu kadar az müddet içinde Osmanlı’nın yüzyıllarca süren hakimiyetinden daha fazla tesiri olmuştur Fransız kültürünün.

Bütün Arap ve İslâm dünyasıyla ilişkilerimiz en aşağı seviyededir. Körfez savaşında Amerikan uçakları bizim havaalanlarımızdan kalkarak kardeş Irak’ı vurmuştur.

Cumhurbaşkanımız İran’a gitsin mi, gitmesin mi münakaşaları yapılıyor. Bunlar ne aptalca, ahmakça tartışmalardır. Elbette gitmelidir. Çünkü Türkiye’nin menfaatleri bunu gerektirmektedir. Devlet başkanımız İsrail’i ziyaret edecek olsa, bizim laikler gitsin gitmesin münakaşası yaparlar mı? İsrail dostumuz ve müttefikimizdir, elbette gitsin derler.

İran bir İslâm cumhuriyetiymiş, Şeriat esasları üzerine kurulu bir rejime sahipmiş. Peki İsrail bir Yahudi-Musevî devleti değil mi? İsrail’de laiklik var mı? Bizdeki laiklik yobazlarının hıncı ve kini sadece İslâm’a ve Müslümanlaradır.

Nisan ayında yaptığım Suriye seyahati esnasında Şam’da cephesi çinilerle kapalı güzel bir bina gördüm. İran kültür merkezi. Türkiye’nin hangi Arap ve İslâm ülkesinde ciddî ve müessir bir kültür merkezi vardır?

1969’da bir gece Paris’teki “İran Evi”ne girdim. Yerlerde İran halıları vardı. Duvarda “Halılarımıza basmaktan korkmayınız, İran halısı basıldıkça güzelleşir” yazan bir levha bulunuyordu. Her yer ışıl ışıldı, canlıydı, hareketliydi. İnsanlar çay içiyor, sohbet ediyorlardı.

İran Evi’nin hemen karşısında “Türk Evi” diye bir yer gördüm. Kapalı ve karanlıktı.

İktisadî ve ticarî durumumuz bozuk. Başta sınır komşusu olduğumuz ülkeler olmak üzere Arap dünyasıyla ticarî, iktisadî, turistik ilgilerimiz bizi rahatlatabilir. Devlet olarak, millet olarak bunu beceremiyoruz.

Herkes için söylemem ama bir kesim var ki, ahlâksızlık ve karaktersizlik ruhuna işlemiştir.

Turistlere yönelik halı ticaretinde büyük yolsuzluklar oluyor. Diyelim ki, bir Fransız İstanbul’dan bir halı alıyor, bin dolar ödüyor. Ülkesine döndüğünde, bir de bakıyor ki, aynı halı La Fayette mağazalarında 500 dolara satılıyor. Tabiî lânet ediyor, bir daha Türkiye’ye gelmiyor.

Bir takım adamlar Şam’dan yeni yapılmış sedefli mobilyalar getirtiyor ve bunları “eskiterek” tarihî ve antika eşya şekline sokuyor ve fâhiş fiyatla satıyor. Bu da bir aldatma, ahlâksızlık değil midir?

Bir ara Sarıyer’e yaz tatilinde Araplar geliyor, ev tutup oturuyorlardı. Onları da kaçırdık. Adamlar kazıklanmaktan, yolunacak kaz durumuna düşmekten bıktılar ve tatillerini artık Yunanistan’da geçiriyorlar.

“İslâm Alemi, Arap kardeşlerimiz” edebiyatı yaparken mangalda kül bırakmayan Müslüman kesim uygulamada, realitede hiçbir şey yapamıyor. İslâm dünyasını birleştirecek, kaynaştıracak vasıtaların başında ticaret ve turizm gelir. İş adamlarımız İslâm ülkelerini dolaşmalı, bizden onlara, onlardan bize mal gönderip getirtmenin çarelerini araştırmalıdır. Hali vakti yerinde Müslümanlar sık sık Arap ülkelerine gezmeye gitmelidir.

Benim maddî imkanım olsa Arap ve İslâm dünyasından hediyelik, turistik sanat eşyası getirtir, bunların ticaretini yaparım. Mısır’da ipekli halı, bizim Hereke halılarının yarı fiyatınadır. Şam’da sedefli mobilyalar inanılmayacak kadar ucuzdur.

Biliyorum, Tunus’a gidilmez. Orada maalesef öyle berbat bir rejim var ki, namaz kılana bile düşman gözüyle bakmaktadır.

Endonezya, Malay dünyası savaşla, cihadla İslâm’a kazanılmamış, ticaretle feth edilmiştir.

Allah kısmet ederse Mısır’a gitmek istiyorum. Öyle, sıradan aptalca turistik bir gezi için değil. Halkın, Müslümanların içine gireceğim. Tekkelere gidip zikir meclislerini göreceğim. Türkçe bilen, Türkiye’yi ve Türkleri seven aydınları bulup konuşacağım. Tabiî eski kitapçıları dolaşıp bir miktar kitap almaya çalışacağım. Kahire’deki geleneksel sanatları inceleyeceğim.

Kahire’deki Mevlevihane harap bir haldeydi. Tamir ve restorasyonu için Türkiye Kültür Bakanlığı’ndan yardım istendi. Bizim pek laik rejimimiz hiç tekke tamir ettirir mi? Red cevabı verdiler. Sonunda İslâm kültürünü seven bir İtalyan tamir ettirdi.

Aktivist hareketlerin, çatışmaların, şiddete ve silaha dayalı faaliyetlerin İslâm’a ve Müslümanlara bir yararı olmaz. Dinimiz bu şekilde bir şiddeti kabul etmez. Aleyhissalatü vesselam efendimiz “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz” buyurmuştur. Ülkesindeki siyasî rejimi, hükümet şeklini beğenmeyen Müslüman önce kendisini islah etmelidir. Milletlerle rejimler tencere ile kapağı gibidir. Tencere yuvarlanır, kapağını bulur…

Zengin aileler çocuklarını Mısır’a göndererek Arapça öğrenmelerini sağlamalıdır. Duyduğuma göre, Arap dünyasında en iyi Arapça Kahire’deki bir Amerikan müessesesinde öğretiliyormuş.

Parası, imkanı bol aydın Müslümanlar Arap ülkelerini akıllıca ve kültürlüce gezmelidir. Sıradan gezilerle hiçbir şey olmaz. Vakit namazlarında camilere gidilecek, çeşitli tekkelerin âyinlerine katılınacak, çok kaliteli olmasa bile geleneksel sanat eşyası alınacak, İslâm büyüklerinin kabirleri ve türbeleri ziyaret edilecek. Böyle geziler için çok kabiliyetli, müstesnâ rehberler gerekir. 18 Haziran 2000