Osmanlı İmparatorluğu’nda, atlı kuvvetlerle harbe katılanlara veya herhangi bir sebeple at beslemek zorunda bulunanlara, hayvanlarına yem bedeli olarak verilmiş olan ödeneğe arpalık denilirdi. Daha sonra bu tahsisat ilmiye sınıfına (ulemaya) da verilmiştir. Bundan maksat da bunların kendi mensuplarının iaşe ve ihtiyaçları endişesinden kurtularak, kendilerini tamamen ilim, irfan, ibadet ve dinî hizmetlere verebilmeleri idi.

Osmanlılarda bu arpalık işi, belli başlı idare ve saray adamlarına ve bir kısım yüksek ilmiyye ricaline, âmme hizmetlerini daha iyi görebilmeleri için veriliyordu.

Zamanımızda ise bambaşka bir arpalık müessesesi meydana çıkmıştır. Osmanlı arpalığı devletin, milletin yararına idi. Şimdiki ise zararınadır.

Adamın hiçbir fazileti, uzmanlığı, kabiliyeti yoktur. Ama “Beyefendinin” diyelim süt kardeşidir, yahut dalkavuğudur, yahut kadim dostudur, yahut partiden yoldaşıdır. Seçimi kazanamayınca hemen önemli bir mevkie getirilir. Umum müdür olur, genel sekreter olur, müşâvir veya müsteşar tâyin edilir, en azından idare meclisi üyesi nasb olunur. Sırf maaş alsın, avanta temin etsin, köşeyi dönsün diye. Aylıklar, yolluklar, ödenekler, komisyonlar… Ama uhdesine tevdi edilen iş batacakmış, devletin işi tepetaklak olacakmış, kimsenin umurunda değildir.

Son seçimlerden sonra da böyle oldu. Bütün yollar Ankara’ya çıkar. Ankara yolları, tatlıya koşan karınca sürüleriyle doldu. Arpalıklara hücum var. “Efendimiz, bendeniz, hak-i payiniz, seçimleri kazanamadım, çok mağdurum, yeşilliği bol bir arpalığa tayinimi istirhama geldim.”

Ankara otelleri arpalık bekleyenlerle dolu. Bakanlıkların bekleme salonları mağdurîn-i kiramla dolup taşıyor. Telefonlar kilitlenmiş vaziyette. Arpalıkların sayısı mahdut, arpacıların sayısı nâ-mahdut.

Kapalı kapılar ardında süt kardeşlere, dalkavuklara, parti yoldaşlarına geliri ve avantası bol arpalıklar dağıtılırken, öte yandan millete karşı göz yaşartıcı beyanlarda bulunuluyor. İşleri ehillerine vereceğiz, yolsuzlukların hesabını soracağız, hatır gönül dinlemeyeceğiz, diye.

Sevsinler!

BİR BURS HİKÂYESİ

Yetim ve çok fakir bir üniversiteli genç bana gelerek, burs için (…) vakfına müracaat ettiğini, oradan burs alabilmesi için aracı olmamı rica etti. Ben çocuğu daha önceden tanıyordum. Gerçekten, burs almağa yüzde yüz ehildi. Oturdum, vakfın idaresine bir mektup yazarak burs için tavassutta bulundum. Delikanlıyı mülâkata çağırmışlar, referans mektubunda benim imzamı gören bir vakıf yetkilisi “Bu adamın kendi çevresi yok mu ki bizden istetiyor?..” demiş ve neticede çocukcağıza burs bağlamadılar.

İsmini vermediğim o vakfa ne kızmağa ne de darılmağa hakkım vardır. Onlar, Müslümanlardan İslâmî hizmet ve faaliyetler için topladıkları milyarları, nasıl uygun görüyorlarsa öyle dağıtıp harcamakta elbette serbesttir. Mühür kimdeyse vakfın Süleyman’ı odur.

Sadece bir zihniyeti tenkid etmek istiyorum. Ben sade bir Müslümanım; benim vakfım, cemaatim, taraftarım, hayır işleri için fonum yoktur. Şeriatçi bir ehlisünnet mü’miniyim. “Bu adamın bir çevresi yok mu ki bu çocuğu bize gönderiyor?” denilmesi hoş bir şey değildir. Haklı veya haksız şahsıma karşı bir allerjileri ve antipatileri olsa bile göndermiş olduğum yetim ve muhtaç genci geri çevirmeleri mürüvvete yakışır mı? Bunun cevabını ben vermeyeyim, okuyucularım versinler.

Bir hususu daha belirtmek isterim. Güvenilir kaynakların anlattıklarına göre, birtakım burs tâciri öğrenciler, birkaç yerden birden burs alarak bu yardım müessesesini istismar ediyorlarmış. Meselâ bir genç, aldığı müteaddit burslarla daha fakülte sıralarındayken bir arsa almış. Bir başkası, iki sene öncenin parasıyla ayda bir milyon lira burs topluyormuş. Müslüman vakıf idarecilerinin, bu gibi sahtekârlıklara karşı uyanık olmalarını min gayri haddin hatırlatırım. Böyleleri, daha öğrenci iken bu istismarı yaparlarsa, ileride bu ümmete çok daha büyük zararlar verebilirler.

Sadece bir yerden burs alacağına, başka yerden burs almayacağına dair taahhütnâme verdikleri halde, birçok yerden burs alanlara karşı tedbir alınmalı, gerekirse kardeş vakıflar ve dernekler, burs verdikleri talebelerin listelerini bir araya getirerek, bu gibi suiistimallere yeltenenleri tasfiye etmelidirler. Ahlâksızlığa kimsenin prim vermeğe hakkı yoktur.

Gelelim, kendisine burs bağlanmayan fakir ve yetim çocuğun durumuna, bu genç kardeşimize burs verebilecek bir vakıf veya başka hayır teşekkülü çıkarsa, lütfen bana haber verilmesini istirham ederim. Genç onlara müracaat eder, gereken araştırmayı yaparlar, uygun bulurlar ve uygun görürlerse bir burs bağlarlar. (Mevzuubahis genç mütedeyyindir (dindardır). Meşrebini, tarikini, cemaatini, kan grubunu sormadım bile. Ehlisünnetten olduğunu da biliyorum. Başkaca referansa lüzum var mı?)

OTOMOBİLCİLİĞİMİZ

60’lı yılların başında, bizde henüz otomobil sanayii kurulmamıştı. Sadece üç tekerlekli “Nobel” marka, şehiriçi seyahatlerine mahsus küçük yerli bir otomobil vardı. Buna kapalı motosiklet de denilebilirdi. Sonra Bernard Nahum adlı bir musevî iş adamının teşebbüsü ile Anadol yapılmağa başlandı. Karoserisi sıkıştırılmış cam elyafından, dizaynı çirkin, vasıfsız bir arabaydı bu. Zaten her şeyiyle İngiltere’den alınmıştı.

Aradan şu kadar sene geçti, bizde de seri halinde otomobil imalatı gelişti. İmalat değil, montaj Marka yabancı, dizayn yabancı hayatî ve esaslı aksamı yabancı, model yabancı.

Bizden daha az imkana sahip olan Güney Kore, dünya otomobil piyasasında söz sahibi oldu, biz ise montajcılıkla, taklitle, kalitesizlikle oyalanıp duruyoruz.

Otomobil sanayii tarihinde büyük yeri olan Bugatti’nin bir sözü var, “Güzel olmayan bir otomobil iyi bir otomobil değildir”, diyor. Bizdeki otomobillere bakıyorum ve onlarda bir güzellik ve kalite göremiyorum. Bir cihan imparatorluğu kurmuş olan bu milletin çocukları artık dünyanın takdirini kazanacak bir otomobil şekli çizemiyorlar. Lâ-dincilik bu milletin bütün kabiliyetlerini köreltti, estetik boyutunu güdükleştirdi, taklit bataklıklarında sürünmeğe mahkûm etti.

Güzel ve birinci sınıf otomobil yapabilmek için mutlaka bir dev olmak gere miyor. 8 milyon nüfuslu İsveç’in Volvo’ları, Saab’ları göz kamaştırıcı bir performans ve zarafet sergilerken bizimkiler ne yapıyorlar? Viskici, mason, rotaryen, levanten olmak kolaydır. Akşamları lüks restoranlarda şampanya patlatıp hava atmak, yazın yatlarla denizleri köpürtmek, boynuna saf ipekten kravatlar takmak, bileğine elli milyonluk saat geçirmek, Boğaziçi tepelerine kaçak villalar dikip oralardan Nemrudane bakışlar fırlatmak kolaydır. Ama, bütün dünyanın gözlerini kamaştıran harkulade otomobiller imal edebilmek, o zordur işte. İngiliz’in arabasının içinde gül ağacı kaplı ahşap aksam vardır, Alman’ın arabası hem bir teknik harikası hem bir sanat şaheseridir. Bizim taklitçilerin arabaları ise orta şekerli birer zenaat mahsulüdür.

Maddî imkânım olursa, otomobil dizaynı üzerinde çalışacak bir atelye açmak hususunda ahdim var.

Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde sipariş alınarak ısmarlama yapılan son de rece sanatlı ve kıymetli arabalar vardır. Bunlar bizde pek ala yapılabilir. Ama kendi kültürünü inkâr eden, bin senelik yazısını değiştiren, Asya’nın önderi olmak yenerine Batı’nın kuyruğu olmayı yeğ gören, Rahman’ı bırakıp Şeytan’ı dost edinen köksüz zihniyetle hiçbir yere varılamaz.

Güney Kore’den utansınlar!

DERGİCİ GENÇLERE

Dergi ve gazete çıkartmak isteyen öğrencilere:

  1. Genel konularda, büyük iddialarla, millet ve ülke çapında süreli yayın çıkartmayınız. Niçin mi? Çünkü başarılı olamazsınız, bu sizi aşan bir iştir.
  2. Daha çok öğrenci, gençlik, kendi çapınızda edebiyat, sanat konularındı yayın yapmalısınız.
  3. Mütevâzı olunuz.
  4. İştişaresiz (danışmadan) karar vermeyiniz, teşebbüs etmeyiniz.
  5. Bir kimsenin usta olmadan önce çıraklık ve kalfalık devresi geçirmesi gerekir. Bunları başarı ile geçirebilirseniz ancak ondan sonra usta olabilirsiniz.
  6. Rahmetli Üstad Necip Fazıl boyundan büyük işlere burnunu sokan genç için “horozluk taslayan civcivler” tabirini kullanırdı. Böyleleri hem yetişemezler hem hizmet edemezler hem de davamızı mıncıklarlar.
  7. İslâmî yayınlarda, İslâmî konularda ehli-i sünnet dairesinden dışarı çıkılmamalı, Şeriat ölçüleri zorlanmamalıdır.
  8. Müslüman gençlerin, imanlı öğrencilerin, hadd-i tecavüz etmemek şartıyla basın faaliyetlerine girişmeleri, katılmaları çok yararlı olur. İleride bunların içinden iyi gazeteciler, yazarlar, yayıncılar yetişebilir.

07.12.1991