Artık Darbe Yapamazlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Aralık 2018
Pazar
Bundan sonra başarılı darbe olabilir mi?
Teşebbüs edilirse kaos olur, anarşi olur, iç savaş olur.
27 Mayıs 1960. Gecenin köründe radyolardan avaz avaz marşlar çalmaya, bildiriler okunmaya başlandı. O zamanın Ergenekoncuları, CHP’liler, suyun öte tarafından gelenler
O zaman Türkiye’de üç radyo var:
Hepsi de devletin müessesesi.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu, Meclisteki iktidar partisi milletvekilleri Genelkurmay Başkanı, büyük bürokratlar derdest edildi.
Erzincan ve Sivas’taki temerküz kamplarına konuldu.
Kripto Yahudi, Selanikli, samimî veya gayr-i samimî matbuat (basın) mensupları sevinç tamtamları çaldılar. Devlet, halk, memleket darbecilerin avucuna olgun bir armut gibi düşmüştü.
İstanbul Üniversitesi Anayasa Hukuku Kürsüsü Başkanı
bey bile Harbiyenin altındaki zindana atılmıştı.
Daha sonra Harbiye zindanından almışlar,
Bir grup genç ziyaretine gitmiştik. Bir binbaşı, hediye götürdüğümüz lokumları iğne ile delerek kontrol etmişti.
Hayli fabrikasyon anarşi kaos, çatışmadan sonra idareye el koymuşlardı.
Silindir şapkalı, kuyruklu fraklı, komilfo
‘i Başbakan yapmışlardı. Bu Nihat Erim, Bakan
ve İstanbul Sıkıyönetim kumandanı
(Paşa vü maşa vü temaşa…)
20 gün, sahibi olduğum
ne kadar âdil olduklarını göstermişlerdi.
Bendeniz o zaman neredeydim? Almanya’da sürgündeydim. Yurt dışında olduğum için canımı biiznillah kurtardım.
Küçük haftalık bir gazete yayınlıyordum, pek göze batmıyordum.
Nihayet şartlar olgunlaştı ve darbeyi yaptılar.
Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır. Büyük bir Amerikan dergisi, bizim kodaman darbeci paşalardan biri için
başlıklı bir yazı yayınlamıştı da,
derginin o sayısının Türkiye’ye sokulmasını yasaklamıştı.
En son
yapıldı. Her darbede Türkiye en az on sene geri kaldı. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Türkiye yeni bir darbeyi kaldıramayacak hale geldi. Darbe yapmak için yanıyorlar ama yapamıyorlar. Halk böyle bir şeye izin vermez. Teşebbüs ederlerse
O savaşta bir iddiaya göre
Halk tarafından seçilmiş sivil iktidar tedbirlerini almıştır.
Türkiyede artık bir tek ordu değil, paralel ordular vardır. Ordunun içinde de darbe istemeyen bir çoğunluk var.
Türkiyede binlerce uyanık sivil kuruluş var. Üç devlet radyosundan gecenin köründe İzmir, Selanik, Dağ başını duman almış, Atam İzindeyiz marşları çalacaksın ve idareye suhuletle el koyacaksın. Yağma yok!..
Sivil halkın gözleri açıldı. Kör döğüşü var ama az buçuk da olsa fikir, kanaat, idrak, şuur var. Darbeciler maşaallah çok akıllı. Onlardaki zeka hayretlere seza. Tuh tuh tuh, Şeytan kulağına kurşun.
Aman ne keskin zeka!..
1969’da sahibi bulunduğum
vasıtasıyla
adlı kitabının tercümesini yayınlamıştım. Malaparte özetle şu tezi savunur:
İyi planlanan, iyi yürütülen bir darbe başarılı olur. Bir iktidar darbeye karşı iyi hazırlanır, etkili tedbirler alırsa onu başarısız hale getirir.
En kötü sivil idareler, en iyi darbelerden daha iyidir.
Önce darbe belasından kurtulalım.
1974 yahut onu takip eden yıllardan birinin Ramazanında sık sık Sultan Bayezid camii şerifine gidiyordum. Sağ taraftaki bir maksurede orta yaşlı beş altı kişi bütün Ramazan boyunca namaz kıldılar, Kur’an okudular, zikr u taatte bulundulardı. Merak edip, bunlar kimlerdir diye tanıyanlara sormuştum. Bunlar bir grup Bektaşilerdir cevabını almıştım.
Oruç tutuyorlar, namaz kılıyorlar, Kur’an okuyorlardı, tesbih çekiyorlardı.
Bektaşi şeyhlerinden
İstanbul’da Şems matbaasında 1330/1914’te basılmış Osmanlıca
adlı kitabında, Bektaşilik nedir sorusuna:
cevabını verir. (Bu faydalı ve aydınlatıcı kitap Diyanet Vakfı tarafından 1995’te Tarikat-ı Aliye-i Bektaşiyye adıyla lisanı sadeleştirilerek basılmıştır.Sadeleştiren ve basıma hazırlayan: Ahmet Gürtaş.)
Hacı Bektaşı Veli hazretlerinin yolundan giden, onu mürşid olarak kabul eden bir Müslüman elbette namaz kılar, oruç tutar, zekat verir, hacca gider, Kur’anı düstur ve imam kabul eder, Peygamberi önder bilir ve ahlakıyla ahlaklanır.
Ne güzel!.. Ehl-i Beyt’i sevmek zaten farzdır. Ashaba ta’n etmemek şartıyla Ehl-i Beyt sevgisinin çok olması nur üzerine nurdur.
Zamanımızda ne acayip işler oluyor… Bekaa vadisinde militan olarak yetişirken Yahudilere esir düşen, yedi sene İsrail zindanlarında yatan, bir Yahudi hanımla evlenen, Alevî kökenli olmayan biri
adında kocaman bir kitap yazdı. Fesubhanallah!..
Akla ziyan, mantığa aykırı çılgınca bir iddia.
Gerçek Bektaşî, Hacı Bektaşı Veli hazretlerinin yolundan giden kimse değil midir? Ben mütevazı bir Sünnî olarak Hacı Bektaşı Veli hazretlerini severim ve kendisine hürmet ederim. Onun
adlı kitabındaki bilgilerin doğru olduğunu kabul ederim.
Osmanlılar zamanında litografya tezgahında basılmış büyük boy bir tarikat levhası var.
Evimde bu levhanın çerçevelenmiş camlanmış bir nüshası duvarda asılı. Bu tarikatlar içinde Bektaşî Tarikat-i aliyyesi de yer alıyor.
Her tarikatin, ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun ona) ulaşan silsilesi vardır. Bektaşiliği, pogromlardan kaçarak
Sahih itikatsız, namazsız, oruçsuz, zekatsız, Şeriatsız, sabah namazından önce ve sonra ezkar ve evradsız Bektaşiliğe aklım ermiyor.
bütün piran efendilerimizin ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun. Biz ney üflemesek, sema yapmasak da bir tür Mevlevî değil miyiz? Ayrılığa gayrılığa ne lûzum var?
Bütün hak tarikatların (ve bu arada Bektaşî tarikat-i aliyyesinin) temelleri Kur’ân, Sünnet, sahih itikat ve Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyedir.
Pîranın nasihatlarını tutmak, onların yaptıklarını yapmak, yapmadıklarını yapmamak, onların ahlakı ile ahlaklanmak dervişleri ebedî saadete nail kılar.
Ne olur, meşreb farklılıklarını esas almayalım, bütün mü’minler Kur’an ve Sünnet yolunda olalım, ihtilafları rahmete çevirelim.
Biliyorum sağdan soldan yine bana kızanlar olacak. Büyük küçük bütün mü’minlerin ellerinden öperim. Eyvallah Hû!.. 02 Ağustos 2010