Aşırılıklar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
CumaÖzel sektörün yüksek bir makamında bulunan zat şöyle diyordu: “Söylemeye hâcet yok, ben çağdaş ve laik bir aydınım. Lakin artık çağdaşlık adına yapılan birtakım aşırılıklar, saçmalıklar, manyaklıklar kabak tadı verdi. Bunları gördükçe utanıyorum. Bu kadarı da olmaz…”
Evet, aklı başındaki laikler, çağdaşlar, dinsizler, ateistler bile ülkemizdeki laiklik isterisinden son derece rahatsız ve tedirgindirler.
Laiklik yobazları, farmasonlar, statükocular, kendilerinin has Atatürkçü olduklarını söylüyorlar. Atatürk’ün annesi Zübeyde hanım çarşaflıydı. Zevcesi Latife hanım da sımsıkı tesettürlüydü. Atatürk şapka kanunu çıkartmıştı ama kadın kıyafetleri konusunda bir kanun çıkartmamıştı. Hattâ, Cumhuriyetin ilk yıllarında tesettür lehinde bir beyanatı da bulunmaktadır.
Ülkemizde irtica tehlikesi ve tehdidi diye birşey yoktur. Bir kısım vatandaşların dindar ve koyu Müslüman olmalarını gayet tabiî karşılamak gerekir. Böyle bir durum İsrail’de de var.
Dindarlık, sofuluk, ülke için bir tehlike ve tehdit değil, aksine bir güç kaynağıdır. 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda Batı kapitalizmi püriten (zâhid, dindar) protestanlar sayesinde gelişmiş, güçlenmiştir.
Türkiye için en büyük tehlike inançsızlık, ahlaksızlık, faziletsizlik, hırsızlık, soygun, kokuşma, hedonizmdir.
Rusya’da, Doğu Avrupa’daki uydu devletlerde, Arnavutluk’ta dinsiz rejimler yıkıldı, inanç hürriyeti geldi; bizde ise ülkeyi ve milleti dinsizleştirmek için olmadık zorbalıklara başvuruluyor.
Geçen asrın 20’li yıllarında Avrupa ve Amerika’da herkes şapka giyiyordu, bizde de şapka inkılabı yapıldı. Aradan seksen yıl geçti, artık dünyada şapka giyen kalmadı ama bizdeki şapka devrimi kanunu yerinde duruyor. Geçenlerde bir gazete, arşivindeki bereli bir fotoğrafımı basmıştı. Bir müddet sonra savcılığa davet edildim ve şapka kanununa muhalefetten ifadem alındı. Yıllarca önce çekilmiş bir resim olduğunu, başımdaki serpuşun Çek Cumhuriyeti’nde üretilmiş bir başlık olduğunu söyledim de canımı zor kurtardım. Şapka Kanunu ne diyor: Her erkek vatandaş şapka giyecektir diyor. Bu kanuna göre şapka giymeyenlerin savcılığa çağırılması gerekmez mi?
Şapka giyilse ne olacak, giyilmese ne olacak… Memleket zaten batmış. Şu ülkeyi, şu devleti ne hale getirdiler. Gemi dibe vurdu, bazıları hâlâ fantezilerle uğraşıyor.
Kaseti açıklandı: Dört beş yıl kadar önce büyük bir gazetenin genel yayın müdürü bir bakanı şöyle azarlıyormuş: Ulan, git o başbakan denilen adama, ağzına gelen olanca hakareti savur ve bu işi bitir…
Türkiye’nin battığına delil olarak şu söz yetmez mi?
Dinî inançları, ibadetleri, vicdânî kanaatleri, başörtüleri yüzünden zulme, baskıya, zorbalığa, zorlamaya mâruz kalan vatandaşlar uğradıkları haksızlıkları delilli, isbatlı, şahitli şekilde tesbit ettirmelidir. Bu maksatla noterlere gidilmeli, eldeki bütün belgeler dasdik ettirilmelidir. Gün gelince bunlarla hesap sorulacak, hak aranacaktır.
Hiçbir kötülük hiçbir kimsenin yanına kâr kalmayacaktır. Nitekim kalmıyor da. Büyük bir medya imparatorluğunun başındaki Sabataycıya neler olduğunu görüyorsunuz. Devlete, millete, ülkeye zarar veren; kirli, haram, şâibeli efsanevî servetler edinen adamlar ve kurumlar mutlaka hesap vereceklerdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Başta başörtüleri ve dinî inançları yüzünden zulme uğrayan kadın ve kızlar olmak üzere bütün mazlum (zulme uğramış) vatandaşlarımız hatıralarını yazsınlar; delil belge, şahit toplasınlar. İleride bunlar çok işe yarayacaktır.
Sivri akıllının biri çıksa ve kimononun Japonya için bir tehlike ve tehdit teşkil ettiğini, Doğan Güneş ülkesindeki bu millî kıyafetin gerilik sembolü olduğunu iddia etse adama deli derler. Canı isteyen Japon erkekleri ve kadınları hâlâ kimono giyiyor ve Japonya ilimde, irfanda, teknikte, sanayide, medeniyette önde koşuyor. Bizde de Müslüman kadınların tesettürlerinin, erkeklerin millî kıyafetlerinin gericilikle hiçbir alakası yoktur. Bu gibi iddialar boş hezeyanlardan ibarettir.
En büyük tehlike ve tehdit irticaymış… Müddei (iddia eden) iddiasını isbatla mükelleftir. Türkiye’de gericilik falan yoktur. Müslümanlık vardır, dindar ve sofu bir vatandaş kütlesi vardır. Lakin gericilik diye bir tehlike yoktur.
Din sömürüsü yok mu? Elbette vardır. Vardır ama, din sömürüsü din düşmanlığı ile ortadan kaldırılamaz. Müslümanlara hürriyet verilir; kendi dinî eğitim sistemlerini, üniversitelerini, hür ve bağımsız dinî teşkilatlarını, ahlâkî ve tasavvufî müesseselerini kurmalarına izin ve imkân verilir ve din sömürüsünü onlar bertaraf ederler.
Şu anda İslâmî kesim içinde köpek sürüsü kadar casus, ajan, provokatör, yönlendirici ajitatör, manipülatör, işbirlikçi bulunmaktadır. Din sömürüsünü bozuk sistem sinsice desteklemektedir. Ellerinde binlerce dosya vardır. Bu dosyaları tehdit unsuru olarak kullanarak bir takım mukaddesat bezirgânlarını kullanmaktadırlar.
İslâmî kesimden bir kişi, kendini kurtarabilmek için üç milyon dolar vermiştir. Kimlere vermiştir? Açıkça yazıp da başımı belaya sokmak istemiyorum. Elbette günün birinde gerçekler açıklanacaktır. Üç bin dolar adamı kurtarabilmiş midir? Bu parayı alanlar kimlerdir?
Laiklik laiklik deyip duruyorlar. Hayır Türkiye’de gerçek laiklik diye bir şey yoktur. Korkunç bir talan düzeni vardır, bunu ayakta tutmak için bazıları laikliği, Atatürkçülüğü kalkan olarak kullanıyorlar.
Vaktiyle Cumhuriyetin ilk yıllarında Necip Ali diye biri, İstiklal Mahkemeleri furyası ve terörü esnasında Doğu Anadolu’dan kulplu ve kulpsuz altını gaz tenekesi ile toplamış ve bu paralarla kendisine köşkler almıştı. Mustafa Kemal Paşa bunu duyunca küplere binmiş, soyguncu herife demediğini bırakmamıştı.
Türkiye’deki bugünkü siyaseti Makyavel görse lânet okurdu.
Cehennemî bir gün batımı var. Yüz milyar dolardan fazla dış ve iç borç. Türk parası bitmiş. Ziraat, iktisat, üretim batmış. Faiz, repo, rant, soygun almış yürümüş. Fabrikalar, atölyeler, işyerleri kapanıyor, yirmi milyon işsiz var. Eğitim iflas etmiş, üniversiteler çökertilmiş. Dört bin köy haritadan silinmiş. Tam bir felaket manzarası ve “İrtica da irtica” feryatları.
Efendiler! Devleti, ülkeyi, milleti kurtarmak, selamete çıkartmak istiyorsanız bozuk, eskimiş, bitmiş, miadını doldurmuş şeyleri feda etmeye mecbursunuz. Bunları devletin, ülkenin, milletin üzerinde tutmak yok mu, işte Türkiye için asıl tehlike ve tehdit budur. 16 Aralık 2000