Bu sabah yine canım sıkıldı, kahr oldum. İçiniz açılmaz, siniriniz bozulur ama size de tavsiye ediyorum, /askerleranlatiyor.blogspot.com/ sitesini açın ve oradaki yazıları okuyun. Bunlar doğruysa Türkiye batmış demektir.

Bence bu sitede anlatılanlar doğru mudur, gerçekleri yansıtmakta mıdır?.. Doğru olduklarını sanıyorum. Orada çeşitli kaynaklardan gelen yazılanların hepsinin ifadesi, imlası, edebî üslubu düzgün. Demek ki, yayınlanmadan önce redaksiyon yapılıyor.

Bu sitenin pek yakında büyük bir gürültü çıkartacağını sanırım. Ordumuzun bütünüyle yıpratılmasına taraftar değilim. Ordu devletimizin (rejimin, düzenin, sistemin değil), halkın, ülkenin, tek kelimeyle Türkiye’nin ordusudur.

Ergenekoncular

,

vesayet sistemi taraftarları

,

resmî ideoloji faşistleri

orduyu kendi emellerine hizmet ettirmek istiyor.

Bugünkü haliyle olmasa bile ordu teorik olarak

“Peygamber ocağıdır.”

Ordu, Türkiye halkının

temel insan haklarına, hürriyetlerine riayetkâr olmalıdır.

Ordu dindar subaylara, astsubaylara, erlere din hürriyeti sağlamalıdır.

Askerî birliklerde, isteyenin gidip serbestçe ibadet edebileceği mescidler ve camiler bulunmalıdır. Askerlere fizikî ve psikolojik eziyet yapılmamalıdır. Ordu evlerinde, askerî sosyal tesislerde lüks, israf ve debdebeden kaçınılmalıdır.

On binlerce vatan çocuğuna

garsonluk, hizmetçilik, köpek bakıcılığı

gibi işler yaptırılmamalıdır. Sünnîlerin çocuklarına subaylık ve astsubaylık yolları kapatılmamalıdır.

Ordunun bütün harcamaları devletin, hukukun, Sayıştay’ın kontrolü altında olmalıdır.

Orduya cahil, nâkıs, iyi yetişmemiş olarak gidenler, orada kemal, olgunluk bulmalı, edep ve terbiye öğrenmeli, yüksek ahlâk ve karakter sahibi olarak terhis olmalıdır.

Vatan çocuklarının en güzel ve tatlı hatıraları, askerlik müddetine ait olmalıdır. Terhis olan askerler bayramlarda kumandanlarını hatırlayıp onlara tebrik mesajları göndermelidir.

Bazı tekke binalarının kapısında “Burası âşıklar kâbesidir. Buraya eksik gelen olgun ayrılır” mealinde Farsça bir beyit yazılıdır.

Ordu birlikleri, kışlalar da böyle olmalıdır.

Subaylar ve astsubaylar askerler için güzel örnekler ve modeller olmalıdır.

Askerlikte elbette

disiplin

olacak, elbette çileli işler olacaktır.

Bunlar gençlerin ruhen, fiziken, ahlâken yetişmesine hizmet eder.

Lakin askerlikte

işkence, eziyet, küfür, hakaret, dayak asla olmamalıdır.

Askerlere adalet, şefkat ve merhametle muamele edilmelidir.

Ordumuzda halen son derece

faziletli, ahlâklı, yüksek karakterli, haysiyetli, doğru ve dürüst subay ve astsubay bulunmaktadır.

Kötülerin yüzünden ordunun tamamını suçlamak ve karalamak doğru olmaz. Kanunlar çıkartılarak ordu içinde din, inanç, ibadet hürriyeti sağlanmalıdır. Orduda

dindarlara baskı yapılması yasaklanmalıdır.

ABD çok kötülükler yapıyor ama onun ordusunda tam bir din hürriyeti vardır. İngiltere, Almanya, Fransa orduları da böyledir. İnsan haklarına ve âdil hukuka dayalı bütün demokratik ülkelerde de durum böyledir.

Ordu düzelirse, ordu âdil olursa, ordu millî kimlik ve kültüre bağlı olursa,

ordu genç nesilleri ıslah ederse (iyileştirirse)

Türkiye yükselir;
aksi takdirde batar.

* (İkinci yazı) DEDİM DEDİ

Tashih-i itikad konusunda

bir halk eğitimi seferberliği başlatılsın… “−Bırak şu tashihi itikad işini de Hanefi Avcı’nın durumu nedir onu anlat şimdi…”

Beş vakit namaz kılma kampanyası başlatalım… “−Bırak şu namaz mamaz işini de, sen bana önümüzdeki seçimlerde AK Partisi yüzde kaç oy alacak onu söyle…”

Zekâtlar

Kur’âna, Sünnete, Şeriata uygun olarak toplansın ve onlara uygun olarak dağıtılsın… “−Bırak şu zekât işini de bana, ordu ile sivil iktidar arasındaki güreşi kim kazanacak onu anlat…”

Müslümanlar başlarına bir

İmam-ı Kebir

, bir Emîrülmü’minîn seçmeli, ona biat ve itaat etmelidir… “−Bırak şu imam mimam işini de sen bana Kılıçdaroğlu ile Sav arasındaki rekabet ve çekişmenin aslı, astarı, içyüzü nedir ondan bahs et…”

Müslüman yığınlar kırsal kesim,

taşra statüsünden ve kültüründen

şehir, medeniyet, yüksek kültür ve seviyesine yükseltilmelidir. “−Bırak bu saçmalıkları da, sen bana “Allah gerçek bir Janus’tur” (Janus iki çehreli bir Roma putudur!) diyen büyük mücahid Ali Şeriatî’nin menkıbelerini anlat…”

Sünnî kökenli bazı İslâmcı gençler

mut’a nikahı ile gizlice karı koca hayatı

yaşıyormuş. Bu konuda uyarı yapılmalıdır… “−Yahu sen ne fitneci adamsın, bırak bu gibi konuları da bize devrimci İslâmcılıktan bahs et biraz…”

Erkek Müslümanlar

farz namazları cemaatle

kılmalıdır… “−Bırak şu Mızraklı İlmihal kafasını. Her şeyden önce cihad yapılmalıdır…”

Para Müslümanları bozdu… “−Saçmalama, senin bozukluk dediğin şeyler “Kötü düzenlerde birçok kötülük yapılır, haram yenilir…” fetva ve ruhsatına dayanmaktadır…”

Arap Dünyasında İslâmî Zafer Ne Zaman?

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde

azınlıktaki beyazların
ırkçı apartheid rejimi

hâkimdi. Çoğunluktaki zencilerin hakları ayaklar altına alınmıştı.

Siyahlar, beyazların wc’lerine bile giremiyorlardı.

Parklarda, trenlerde beyaz siyah oturma yerleri ayrıydı.

Nelson Mandela

adında derisi siyah bir

avukat

hürriyet, adalet ve eşitlik istediği için

28 sene

(dile kolay)

zindanda yattı, ezildi, süründürüldü.

Sonunda onu tahliye etmek zorunda kaldılar. Mandela zencilere önderlik etti, ırkçı rejimi barışçı yollardan yıktı ve ülkesinde adalete, eşitliğe, demokrasiye, insan haklarına dayanan bir cumhuriyet kuruldu.

28 yıl süren korkunç ve dehşet verici bir çilenin neticesinde amaca ulaşılmıştı. İslâm dünyasının büyük bir parçasını oluşturan

Arap dünyasına

bakalım.

Mısır’daki rejim İslâmî bir rejim midir?

Diğerlerindeki rejimler, İslâm ile barışık mıdır?

Mısır’da

Müslüman kardeşler teşkilatı

1920’lerin sonuna doğru kurulmuştu. Hâlâ hedefe ulaşılmış değil.

Acaba Arap dünyasında İslâmî hareket niçin zafer tacını giyemedi?

Elde Kur’ân var, Sünnet var, 1400 yıllık İslâmî birikim var, zengin bir kültür var, tarih var… Arap dünyasının çoğunluğu İslâm’ı istiyor… Buna rağmen Müslümanlar başarılı olamıyor. Acaba eksik olan nedir?

Sanırım şu anda Arap dünyasının Nelson Mandela ayarında bir islâmî lideri yoktur.

19’uncu asırda İslâm dünyasında

Şeyh/ İmamŞâmil, Cezayirli Emîr Abdülkadir

gibi efsane çapında

İslâm kahramanları

ve önderleri zuhur etmişti. İkisi de yenilmiş ve esir düşmüştü ama mânevî bakımdan zafer onlarındı.

Yirminci asır Müslümanlarının Şeyh Şâmil ve Emîr Abdülkadir çapında liderleri olmadı. Şâmil’in ve Abdülkadir’in başlıca özellikleri nelerdi?

(1) Onların şer’î ilimlerde,

ucu Resullerin Seyyidine ulaşan icazetleri vardı.

Gerçek din âlimi, fakih, müftü idiler.

(2) Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) ulaşan tasavvufî icazetleri vardı. Her ikisi de

Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin halifesi

idi.

(3) Her ikisi de halkları tarafından

emîrülmü’minîn

seçilmişti.

(4) Her ikisinde de Resulullah Efendimizin ahlâkına uygun bir ahlâk vardı.

(5) Her ikisi de ihlâslıydı.

(6) Her ikisi de Şeriat ve Tarikat kanatlarıyla uçmuştu. Onların yenilgileri bile birer zafer olmuştu.

Her ikisi de bir müddet esaret hayatı yaşadıktan sonra

Osmanlı ülkesine

gönderilmişlerdi.

Şeyh Şâmil, hacca gittiğinde Âlem-i İslâm’ın her yerinden gelen hacılar kendisini görebilsinler diye Kâbe’nin damına çıkartılmıştı.

Arap dünyasında İslâm için ihlâsla çalışmış olan önderlere, liderlere, ulemâ ve fukahaya, meşayihe dil uzatmak aklımın kenarından geçmez ama acı netice ortadadır:

Arap dünyasında şu anda gerçekten Kur’âna, Sünnete, şer’î hürriyete, adalete dayanan, Asr-ı Saadeti örnek ve model alan bir tek ülke ve devlet yoktur.

Bunun birinci sebebi şudur:

Arap dünyası Nelson Mandela ayarında bir lider yetiştirememiştir. Arap dünyası muasır Şeyh Şamil’ini, muasır Emîr Abdülkadir’ini yetiştirememiştir.

Arap ve İslâm dünyasının kurtuluşu

tek adamlarla

olacaktır.

Şamillerle, Abdülkadirlerle.

Allah Kur’ânda mü’minlere zafer vaad ediyor. Bu zafere nâil olmak için şartlarına ve sebeplerine tevessül etmek gerekir. Bu şart ve sebeplerin birincisi

yeni bir Şamil, yeni bir Abdülkadir bulup onu İmam seçmek

, ona biat ve itaat etmektir.

(İkinci yazı) ONLARIN ARKASINDA NAMAZ KILINMAZ

Peygamberimize -hâşâ- sahte Peygamber diyen, Kur’ânın Allah kelâmı olduğunu kabul etmeyen, İslâm’ın hâşâ uydurma bir din olduğunu iddia eden gayr-i Müslimlerin de kurtuluş ve Cennet ehli olduğunu söyleyen, dünyada üç hak din vardır, bu üçü de ibrahimî dindir inancına sahip bulunan bir kişinin arkasında namaz kılınır mı?

Kılınmaz.

Çünkü onun itikadında, kendisini küfre götürecek bir bid’at vardır. Çünkü yukarıda saydığım iddia ve inançlar Kur’âna, Sünnete, icmâ-i ümmete kesinlikle aykırıdır. Bendeniz, fakih ve müftü olmadığım halde nasıl böyle konuşabilirim?..

Cevap:

İki kere ikinin dört ettiğini söylemek için matematik profesörü olmak gerekmez.

Parçanın, bütünden küçük olduğunu bilmek ve söylemek için de mantık üstadı olmak gerekmez. İslâm’ın Allah katında tek hak, geçerli, muteber din olduğunu bilmek için din âlimi fakih, müftü olmak gerekmez.

Belli bir şahıs ismi vererek bir kimsenin küfre düşmüş olduğunu iddia ve beyan etsem, işte o zaman sınırı aşmış olurum. Ben sadece kuralı beyan ediyorum, ismi, kimliği belli şahıslarla ilgili hüküm vermiyorum.

İslâm’ın Allah katında geçerli, makbul (kabul edilen) tek din olduğu inancı

zaruriyat-ı diniyedendir.

Peygamberimizin zuhurundan önce Hz. Musa’ya ve Hz.İsa’ya (Her ikisine de selâm olsun) iman etmiş

sahih imanlı mü’minler

elbette Cennetliktir. Lakin Allah’a ortak koşanlar, itikadlarında kendilerini küfre götürecek bid’atler, bozukluklar bulunanlar ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.

Resulullah Efendimizi, Kur’ân-ı Kerîmi, Din-i Mübin-i İslâm’ı, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi red, inkâr ve tekzib edenleri kurtulmuşlar, Cennetlikler tabakasına dahil edenler sapıtmıştır.

Bendeniz şahsen bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak böylelerinin arkasında namaz kılmam, bilmeden kıldıysam, öğrenince bu namazları iade ederim. Diyanet İşleri Başkanlığı bu gibi kimselere hademe-i hayrat (imamlık, müezzinlik, vaizlik), müftülük gibi vazifeler vermemelidir.

Nasara’nın ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğunu iddia eden kimse, hem Tevhid, hem de Teslis inancının doğru olduğunu iddia etmiş olur. Bu ise büyük bir çelişki ve mantıksızlıktır. 4 Aralık 2010